Kobani provokasyonu sırasında, kurban eti dağıtmak üzere gittikleri mahallede kıstırılan, sığındıkları evin sahibi tarafından haber verilen bir güruh tarafından vurulan, pencereden aşağı atılan, bıçaklanan, üzerlerinden arabayla geçilen, başı taşla ezilen gençleri; zılgıt çekerek seyreden ve ‘öldürün şunları’ diye tempo tutan kadınlar…
Ancak bir korku filminde olabileceği zannedilen bu şeyler ülkemizde yaşandı. Ve tahmin edilebileceği gibi, ne bu olaylara çanak tutanlar ve ne de bu türden olayları nefeslerini tutarak bekleyenler, bu vahim duruma değinmek ihtiyacı bile hissetmediler…
Vahşetin, gözü dönmüşlüğün zirve noktası yaşanırken, belli ki kimse müdahale etmedi ya da korku belasından edemedi.
Can korkusu ile evine sığınan insanları, onları öldürecekleri kesin olanlara ihbar etmek!.. Oysa o bölgenin tarihi, kendisine sığınan suçluyu bile yetkililere teslim etmeyi zül kabul edip, sonunun dar ağacı olduğunu bile bile direnen insanlardan bahseder; iftiharla hem de…
Sığındıkları evde kıstırılan insanları silahla yaralamak, pencereden atmak, üzerlerinden araba ile geçmek, bıçaklamak, taşla başlarını ezmek… Bu işi yapanların, sınırın hemen ötesinde işlenmekte olan bir vahşeti protesto etmek için harekete geçmiş oldukları iddia ediliyor oysa… Yanlış bir şeyi protesto etmek için, aynı şeyin çok daha kötüsünü yapmak, nasıl bir anlayıştır; anlayabilmek mümkün değil.
Ve her birisi anne ya da anne olmaya aday oldukları halde; çocuk yaşta kişilerin linç edilmesini zılgıt çekerek seyreden ve ‘öldürün’ diye bağıran kadınlar… Anneler ve anne adayları, şefkat ve merhametin yeryüzündeki örnekleri olarak kabul edilir oysa…
Çocukları söz konusu olduğunda gözlerini bile kırpmadan canlarını feda edebilecek annelerin; başkalarının ciğerpareleri gözlerinin önünde katledilirken, bu vahşete mani olmaya çalışmak yerine tempo tutarak teşvik etmeleri, sözün bittiği yerdir…
Ne yapacakları konusunda zerre kadar şüpheleri olmadan insanları sokaklara davet edip, sonrasında: “Biz sadece barışçıl protesto gösterileri murat etmiş ve kesinlikle böyle olmasını istememiştik” şeklinde mazeret beyan edenler; temsil etme iddiasında bulundukları insanları ne hale getirdiklerini, uzun uzun düşünmelidirler, öncelikle.
Bu arada, kitleleri yönlendirmekle görevli olduğu anlaşılan özel görevlilerin, tahrip edilecek ya da edilmeyecek mekan ve araçlar hususundaki gayretlerinin, dehşete kapılmış bir halde olaylara maruz kalanların dikkatlerinden kaçmadığını bilmelerinde de fayda var.
İmralı’dan gelen mesaj üzerine ve belli ki korkmuş bir şekilde ortalığı soğutma telaşına düşenlerin, sınır ötesi bir yerlerden aldıkları emirlerle bu olayları tertipledikleri ve Kobani başta olmak üzere söyledikleri her şeyin kocaman birer yalandan ibaret olduğu iyice ortaya çıktı.
Hükümetin hazırlığını yürüttüğü İç Güvenlik Reformu düzenlemesini; polis devletine gidiş, özgürlüklerden geri adım, 90’lı yıllara geri dönüş gibi yaftalarla değersizleştirmeye çalışanlar var. Bunların da; etrafı yakıp yıkmak ve yağmalamakla görevli kalabalıkların bilinçli bir şekilde özel yerlere sevk edildikleri, dolayısıyla kendilerine dokunmayacakları konusunda pek de emin olmamaları gerektiğini unutmamaları lazım.
Yalan ve samimiyetsizlik üzerine bina edilmiş argümanlarla, ülkeyi karıştırmak amacıyla yola çıkanların nerede duracaklarını kestirmek, sanıldığı kadar kolay değildir…
Parlak laflar ederek, ortalığı karıştırmak için harekete geçenlerin ekmeğine yağ sürmek yerine, empati kabiliyetlerini harekete geçirsinler. Yapılmak istenen düzenlemeyi, icra edilen vandallığa kendileri ya da yakınları maruz kalmış olsaydı neler hissedebileceklerini düşünerek değerlendirsinler, en azından.
Yakıp yıkacak ve yağmalayacak yerler arayan maskelilerin Anayasal haklarını kullandıkları; onlarla ilgili tedbirler almanın özgürlüklerin gerilemesi olduğu ve benzeri yalanların müşterisi kalmadı…
Ekrem Kızıltaş – Haber 7