HDP’nin sokaklara çağırdığı kişiler işe HÜDA-PAR’lılara IŞİD’ci muamelesi yaparak, HÜDA-PAR’lı olduğu zannedilen kişilere saldırarak başladı. Göstericilerin birbirlerine yaptığı Atatürk büstlerine, heykellerine zarar vermeme uyarıları ise tek bir şeyi gösterdi: Öcalan’ı tasfiye ederek barış sürecinin bitmesini, Kandil sözünün mamur edilmesi gerektiği için ihale almış olanların gözünde dindar Kürtlerin canının bir heykel kadar değeri olmadığını.
Daha ilk saatlerde gelen yıkım ve ölüm haberlerinin sorumlusu PKK-KCK yanlılarının şiddet edimlerinin sonucuydu. Eylemlerdeki kasıtlı taşkınlık, 90’lı yıllarda PKK mensuplarına kök söktüren ve bu yolda birçok cinayete de imza atan fakat epeydir faaliyetlerine son veren Türkiye Hizbullah’ını sahalara geri çağırmış durumda. Kobani’ye faydası olmadığı da ortada.
Oysa “çözüm süreci kurullarının” oluşturulduğu bir safhadaydık. Bakanlar Kurulu çok değil söz konusu vandallığın ortaya çıkmasından birkaç gün önce çözüm süreci için çıkarılan çerçeve yasanın uygulama esaslarını belirlemişti. Kurulun çalışma alanı 11 başlık altında belirlenmiş, eylem planları hazırlanmıştı. Kurullar şu başlıklar altında çalışacaktı: 1) Siyasal alana, siyasi kurum ve aktörlere yönelik çalışmalar, 2) Hukuki düzenlemeler ve insan hakları, 3) Sosyal programlar, 4) Ekonomik tedbirler, 5) Kültürel programlar, 6) Toplumsal destek ve sivil toplum çalışmaları, 7) Güvenlik ve silahsızlanma, 8) Sorunun parçası olan aktörlerle temas, diyalog ve benzeri çalışmalar, 9) Eve dönüşler ile sosyal yaşama katılım ve uyum alanında çalışmalar, 10) Psikolojik destek ve rehabilitasyon çalışmaları, 11) Kamuoyunu bilgilendirme ve kamu diplomasisi çalışmaları.
Her bir çalışma alanıyla ilgili alt komisyonlar kurulacak, komisyonlar ilgili bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum ve özel sektör temsilcileriyle çalışma grupları oluşturabilecek ve gerek görüldüğünde yerel yönetimlerden destek alınacaktı. Karar ve uygulama planı, çözüm sürecinin tam anlamıyla devlet politikası haline geldiğinin resmiydi. Adım atılacak ilk hususlardan biri, silah bırakan PKK’lıların siyasete girişleri ve hasta mahkûmların bırakılmasıyla ilgili yöntemlerin belirlenmesi olacaktı.
İşe bakın, insan ister istemez di’li geçmiş zaman kipi kullanıyor. Çünkü bu ajandayı hayata geçirmek durumunda olanlar kararsızlığa düşse, umutsuzluğa kapılsa bugünden yarına kimse çıkıp da “Neden?” diye sormaz. Son üç günde yaşananlar sürece inanan, barış için çalışan herkesin belini büktü.
Çünkü sürecin kurumsallaştığı, sürece ilişkin barış niyetinin kurumsallaştığı bir safhada oldu hepsi. Böyle bir aşamada HDP, gençleri sokağa çağırdı.
Türkiye partisi olacağı yönünde sinyaller veren partinin kalkıp “Çözüm sürecinin kaderi Kobani’ye bağlıdır” safsatasının davulculuğunu yapması yeterince kötüydü. Ama şimdi barış sürecini bitirmeye çalışanların döktüğü kana bulaşmış vaziyette, barışa ehil olup olmadığı sorgulanabilir bir parti haline gelmiş durumda. Nedeni ise Selahattin Demirtaş’ın, partideki pek çok ismin itirazına rağmen, söz konusu sonuçları doğuran gösteriler için çağrı yapmakta ısrarcı olması. En iyi olasılıkla sonuçları öngörememesi.
Ancak bütün bu olanlara rağmen Türkiye tabloyu görüyor:
Türkiye’yi bölgedeki ajandalarına mecbur bırakmaya çalışanlara eldiven görevi gören parazitler ile çözüm sürecinin akim kalması için çaba sarf edenler aynı.
Öcalan’ı tasfiye niyetinde olanlar ile sokakları kızıştıranlar aynı.
Türkiye’yi IŞİD ile ilişkilendirip, hükümeti bölgedeki radikal İslamcı hareketlerle aynı torbaya sokmaya çalışanlar ile şimdi 90’lı yılların Hizbullah’ını sahaya indirme azmini gösterenler aynı.
Ve çok şükür ki sürecin sahibi onlar değil. Çözümün değil, sorunun parçası olanlar sürecin kaderini belirleme konusunda yetki sahibi olacak değiller. Son sözü onlar söylemeyecek
Nihal Bengisu Karaca - haberturk