YASİN DEMİR / DOĞRUHABER/ANALİZ
Bu yazı, bir yönüyle Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Başbakan Sayın Davutoğlu’na “tarihi bir açık mektup” niyet ve mahiyeti de taşımaktadır. Bu itibarla Sayın Erdoğan’ı ve Sayın Davutoğlu’nu, yeni görevleri nedeni ile tebrik eder, yüce Mevla’dan “hayırlı işlerinde” kolaylık – yardım dileriz.
Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktaki bu değişim önemlidir. Önemli, olumlu değişimlerin potansiyelini de bünyesinde barındırmaktadır. Aynı şekilde, vuku bulacak hatalı adımların, yanlışların meydana getireceği tahribatın da büyük olacağı göz ardı edilmemelidir. Bu konudaki değerlendirmeler, beklentiler, tenkit ve sitemler de doğaldır. Doğal karşılanmalıdır… Noksanlık; görmezden gelinmesi ve tepkisiz bırakılmasıdır.
Sayın Erdoğan’ın ve bağlı mekanizmaların, başından beri, risklerine rağmen sürdüre getirdikleri Kürt sorununun çözümüne yönelik çabaları önemlidir. İnsanî ve İslami sorumluluk gereğince desteklenmelidir de.
Ancak bu önemli projenin; “ÇÖZÜM SÜRECİ” adıyla sadece PKK ve Öcalan’la bir pazarlık yaklaşımına indirgenmesi, büyük yanlışlar zinciri ve sürecini de beraberinde inşa etmektedir. Zira Kürtlerin PKK dışındaki diğer katmanlarının ve sosyal-siyasal dinamiklerinin dışarıda bırakılarak, görmezden gelinerek sadece Öcalan ve bağlı unsurların muhatap kabul edilmesi, daha şimdiden PKK’nin pek çok yanlış ve hukuksuz uygulamalarının devlet eliyle meşrulaştırılması pratiğini oluşturmuştur. PKK –güya- asayiş birimleri ile dağ mahkemeleri ile silahlı tehdit ve adam kaçırmaları ile kamulaştırma adı altında mala el koyma, haraç kesme uygulamaları ile hegemonyasında gördüğü alanlarda güya “kominal alan” uygulamaları ile (komünizmden ilhamla) kısacası sol- sosyalist ideolojisini Kürt halkı ve Kürt coğrafyasında uygulama “mazbatasını” devlet elinden alma durumuna gelmiştir. Çözüm sürecini bu şekilde algılamakta ve değerlendirmektedir.
Eğer çözüm sürecinin gerçekliği ve geleceği nokta buysa -kimse kusura bakmasın- bu durum, Sultan Abdülhamit’in 1900’lü yılların başında Kürdistan’ı İsrail devletinin kurulması için Theodor Herlz’e pazarlamasından farklı bir durum olmayacaktır. Hatırlamakta fayda vardır. Bilenler bilir. Bilmeyenler de Osmanlı arşivlerinden ve detayları için Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Vahdettin Bilgin’in akademik çalışmalarından görebilirler… israil devletinin Mimarı Theodor Herlz 1900’lü (1896-1902) yılların başında Sultan Abdülhamit’le bir diyalog süreci geliştirir. israil devletinin kurulması için, Filistin’in kendilerine verilmesi/satılması karşılığında Osmanlının dış borçlarının (kapütülasyonlar meselesi) ödenmesini teklif eder. Herkesin ilk kısmını bildiği nedense kimsenin ikinci kısmını pek bilmediği, gündeme de getirilmeyen, Sultan Abdülhamit’in, Theodor Herlz’e meşhur cevabı şu olur. (Osmanlı o dönemde ağır dış borçların ve dış güçlerin kuşatılmışlığı altında en zor dönemlerinden birini yaşamaktadır. Theodor Herlz’in teklif ettiği Finansal kaynak Osmanlı ve Sultan Abdülhamid için küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Bunun da etkisi ile olacak ki; cevap): “Filistin’i unutun. Filistin’den toprak vermem. Ama isterseniz aynı şartlarda Kürdistan eyaletini size vereyim, gelin devletinizi orada kurun…” (Kürdistan da Yahudilerin arz-ı mevud hülyaları/rüyaları arasında yer almaktadır.) Ama Yüce Allah’ın (cc) Kürtlere tarihi bir şefkat ve merhameti olarak, Theodor Herlz ve Yahudiler bunu kabul etmez. Bugün 22 Arap devletine ve İslam âleminin Filistin-Kudüs hassasiyetine rağmen israilin Gazze’deki durumuna bakıp, -Allah muhafaza- israile satılmış Kürtlerin halini varın siz düşünün…
Osmanlının ve Sultan Abdülhamit’in o en zor günlerinde, Kürtler; Ümmet ve hilafet şuuru ile Sultan Abdülhamit’e en büyük desteği sunmuştur.
Sultan Abdülhamit’in o yaklaşımından habersiz olarak ve “Sultanın adına” gönüllü alaylardan oluşan ordu kurmuşlar. (Verilen askerlerden ayrı olarak…) Meşhur Kürt Hamidiye alayları… Bu gönüllü Alay komutanlarından biri de Üstat Bediüzzaman’dır.
Pasinler cephesinde, Bitlis’te Ruslara esir düşer… O gün de devam eden Kürt sorununa ilişkin Üstat Bediüzzaman; (Bizim bu yazılı çabalarımız benzeri bir niyetle) bir reçete-rapor ile Sultan Abdülhamit’in kapısını çalar. Eğitimi, Maddi kalkınmayı ve Kabilevî ihtilafların giderilmesini esas alan, çok sıradan, masrafsız bu çözüm önerisi bile, Sultan Abdülhamit’in çok sert tepkisine neden olur. Mısır-Ezher Üniversitesine benzer bir Üniversitenin Van’da açılması için talep edilen parasal kaynak, neredeyse Üstat Bediüzzaman’ın hayatına mal olma noktasına gelir. Tımarhaneye atılmayla yüz yüze kalır… Oysa Sultan Abdülhamit’in o dönem Kürtler arasındaki lâkabı “Bavê Kurdan yani Kürtlerin Babası” şeklindedir.
Özellikle Sayın Erdoğan, bugüne kadar olan siyaset yolculuğundan bilir ki, Kürtlerin içsel-dışsal pek çok şeye rağmen kendisine karşı teveccühü Sultan Abdülhamit’in kinden bile az olmamıştır. Sayın Erdoğan’ın bu konudaki yaklaşım ve bakışı da müspettir. Olumludur.
Aynı şekilde Sayın Davutoğlu, hem dünya dengelerini, hem Ortadoğu’yu çok iyi bilen bir Akademisyendir. Hungtinton’un “Medeniyetler çatışması” tezine “Karşı tez” yazan biri olarak, Kürtlerin iç dengelerini Kürtlerden bile daha fazla bilen biridir.
Bu süreç, Bölgenin PKK ve Öcalan’a ihalesi çerçevesinde gelişen bir pazarlık/müzakere yaklaşımına indirgenirse gerçekten heder olur. Yazık olur. Bu yönüyle PKK dışındaki Kürtler açısından Theodor Herlz pazarlığından farksız olur. Çünkü yukarıda değinildiği gibi PKK’nin bugünkü hukuksuz, baskıcı uygulamaları, bunun en açık kanıtıdır. PKK’nin bu baskı ve saldırganlığı devlet eliyle adeta meşrulaştırılıyor. Yüz yıl kadardır “Resmi ideoloji Rejimi” ve meşhur “Tek Parti” cenderesinde tutulan Müslüman Kürt halkı; şimdi de benzer nitelikte, fakat Kürtçü, sol-sosyalist ideoloji mahsulü bir partinin “mengenesine” terkediliyor. Müslüman Kürtler yüz yıl daha bu zulmü çekecekler mi? Bu sürdürülebilir bir durum olabilecek mi?
“Süreci sabote ediyorlar” ithamına maruz kalmamak ve bir de PKK’ye karşı müdafaada, ilk elden “Devlet müdahalesine” maruz kalan PKK dışındaki bölgenin diğer katmanlarının kuşku ve huzursuzluğu artıyor. PKK’nin baskıcı ve saldırgan tutumu, Devletin ise seyirci kalışı, gidişatı sıkıntılı bir iklime sürüklüyor. Kürtlerin iç huzursuzluğundan kimse kendisini “uzak” ve “salim” tutamaz…
Meseleyi sadece PKK sorunu olarak görmek eksik ve hatalı olur. Özellikle İslam coğrafyasının ve Ortadoğu’nun bugünkü durumu göz önünde bulundurulursa; mevcut “ÇÖZÜM SÜRECİ” projesi çok daha faydalı ve kapsamlı kılınabilir. Özellikle Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu çok önemli roller üstlenebilirler. Hatırlanmalıdır ki “Kürt Sorunu” aynı zamanda İslam ümmetinin de önemli ve öncelikli bir sorunudur. Hali hazırda Suriye ve Irak’taki Kürtlerin durumu da bir sükûnete kavuşmuş değil ve Türkiye’den çok da ayrı düşünülemez. Kürt sorunu ümmetin sorunudur ki; İslam coğrafyasının ana gövdesi ve İslam âleminin önemli unsurları (Arap, Türk, Farslar) Kürt coğrafyası ve Kürtler üzerinden dörde bölünmüştür. Bu boyutu ile Mevcut Kürt sorununu “BÖLÜCÜLÜK” yaklaşımından ziyade “BÖLÜNMÜŞLÜK” temelinde ele almak, hem daha insani/İslami, hem de daha kolay ve adil çözüme kavuşturma imkânı oluşturur. İlahi membadan beslenen insani ve İslami vicdanlar, Ümmet bilinci ile meselenin ele alınması gerekliliğini kolayca görürler. Çözüm yolu da açıktır. Kaldı ki lokal çözüm yollarının tıkanacağı da açıktır. Şöyle ki PKK, Suriye ve Irak’ta en üst düzeyde silahlanırken, Türkiye’de silahtan arınması ne kadar inandırıcı ve tutarlı olabilir. Eğer Türkiye’de bir şekilde “Kolluk Kuvveti” imkânına kavuşturulacaksa bölge halkının güvenlik teminatı – garantisi nasıl sağlanacak?
Ama kısa vadede çözüm için;
Görüşmeler sadece PKK-Kandil-İmralı ile sınırlı tutulmamalı. Bölgenin diğer parti ve önemli STK’larından temsilciler de görüşmelere dâhil edilmelidir. Bu konuda partilerin aldığı oy oranları bahane edilmemelidir. Mesela, BDP’nin Türkiye siyasetindeki %6-7’lik oy oranı ile bugün çözüm sürecinde kendilerine tevdi edilen rol çok mu orantılıdır? Diğer partilerin bölge dinamikleri açısındaki oy potansiyelleri ve işlevsellikleri oransal olarak çok daha yüksektir. Kaldı ki Ortadoğu’da parti ve oy oranı olmadan da siyaset ve sosyal gidişatta etki sağlanıyor. Bugün Irak ve Suriye’de önemli alanlarda hâkimiyet sağlayan IŞİD ve benzeri oluşumların, partileri ve oy oranları mı var?
Türkiye şartlarında HÜDA-PAR (Hür Dava Partisi) gibi bir partinin sürece dâhil edilmesi, makul ve kolaylaştırıcı olur. Süreç dışı tutulması ise tersi durum arz eder.
Uzun vadede bir çözüm için ise Türkiye’nin dışında kalan, ama sun’î sınırların Türkiye Kürtlerinden ayrı tutamadığı Kürtlerin durumu da göz ardı edilmemelidir.
İlk etapta bu yaklaşımlarımız olumsuz algılanabilir. PKK bile buradaki mantıkî ve makul hassasiyetleri artık görmek durumundadır. Çözüm adil ve genel anlamda istenmelidir.
. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlıktaki bu değişimin ihtiva ettiği “irade” ve “icra” potansiyeli;
. Türkiye kamuoyunun ezici çoğunluğunun huzur ve kardeşlik temelinde bir çözüme olan ihtiyaç inancı ve mevcut devlet idare mekanizmalarına (Cumhurbaşkanlığı-Hükümet) güveni;
. PKK ve bileşenlerinin bir çözüm sürecinin gerekliliğine inançları ve çabaları;
. Bölgenin değişik dinamiklerinin de kendilerini sürece dâhil edebilecekleri, HÜDA-PAR gibi yasal parti ve mekanizmaların varlığı gerçekten kapsamlı bir “ÇÖZÜM SÜRECİ” için uygun bir zemin ve imkân sunmaktadır. Heder edilmemeli…
Tüm bunlarla beraber, hayırlısını Allah’tan diliyoruz.
Allah’a (cc) emanetsiniz.