ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

PKK, 20. yüzyıla ait Marksist-Leninist- Stalinist ideolojiye sahiptir. Bu ideoloji okumuş kesimde neo-liberal bir görünüm aldıysa da PKK özellikle militan kazandırma aşamasında Marksist-Leninist- Stalinist çizgisinin ifadesi uygunsa “selefî” aşamasındadır. O ideolojinin öz hâlini temsil ettiğini düşünmekte, onu özellikle militan kazandırma aşamasında bir ana kılavuz olarak kullanmaktadır.

PKK, bu ideoloji ile kendisini geleneğin dışında tanımlayabilmekte, dine karşı tavrına zihinlerde “meşruiyet” zemini aramakta ve muhaliflerine karşı tutumunda bir yol bulmaktadır.

PKK, başörtüsü gibi dini simgelere karşı tavrını değiştirmiş görünse de dinin kendisine ve eskinden beri ulusal sol bir eğilim içinde dinle doğrudan özdeşleştirdiği dindarlara karşı tutumunu hiç değiştirmemiştir.

Klasik Marksizmin dine karşı tutumu keskindir. PKK, Marksizmi hâlâ en kökten biçimde kurtuluş ideolojisi olarak tanımlıyor.
Bolşevizm, tek particidir. Kendisinden başka hiçbir güce yaşam hakkı tanımıyor. Kendinden olmayan herkesi düşman sınıfına alıp imhaya yöneliyor.

PKK, bolşevik anlayışın en “selefi” halinden geliyor, bu yönüyle solun “tekfirci” kesimini temsil ediyor; kendisi dışındaki hiçbir gücü solcu veya Kürt milliyetçisi olsa bile kabul etmiyor. Bu yönde kimi zaman kendiliğinden harekete geçerek kimi zaman ise fırsatları değerlendirerek muhaliflerine karşı saldırıya geçiyor.

Nitekim PYD, Kobanî ve diğer Kürt yerleşimlerinde etkin olduğunda ancak “selefi” Marksistlerin ilgi duyabileceği Marksist bir eğitim sürecine geçti ve bolşevik bir anlayış içinde solcu-milliyetçi demeden kim varsa herkesi tasfiye etti. Şu anda PYD’nin bu bolşevik anlayışından dolayı Kobani’yi, ama özellikle Kamişlo yöresini terk etmiş yüz binlerce aile var. Bu ailelerin çoğu, sadece geleneksel dindardır ama PYD’den başka bir siyasi franksiyona mensuptur.

PKK, PYD deneyimini Türkiye sınırları içine taşımak istiyor; oradaki iki-üç yıllık laboratuvar deneyimini burada pratize etme arayışına giriyor. Bunun önünde engel olarak gördüğü dindar kesimler ile ilgili düşmanlık sürecini yeniliyor, güncelleştiriyor ve fiili saldırılara dönüştürüyor.

PKK, Marksist ve bolşevik anlayışın en azından “selefi” biçiminden vazgeçmediği sürece dün olduğu gibi bugün dindar kesim, yarın kendisi gibi olmayan herkes onun hedefi olacaktır. Onun zihniyetinde “Ya bendensin ya da yoksun” ilkesi vardır; bu ilke canlılığını korudukça ve PKK bu ilkeyi uygulayabilme fırsatı buldukça saldırılarına devam edecektir.

PKK, tekfirci IŞİD’le ilgili probleminden dolayı bölgesel; uluslararası sistemin İhvan-ı Müslimin’e karşı aldığı tavırdan dolayı da evrensel bir fırsat yakaladığını düşünüyor; son olaylarla geçmişten gelen din ve dindarlık düşmanlığını güncelliyor.

PKK’NİN DÜŞÜNCE YAPISI
PKK, Öcalan’dır. Öcalan anlaşılmadan bu yapıyı anlamak mümkün değildir. Öcalan, düşüncelerini hâlen örgüte yakın yayın organlarında yayınlamaya devam ediyor. Ancak bu düşüncelerinin en derli toplu biçimi “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” adlı kitapta görünüyor. Kitap Öcalan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)ne gönderdiği savunmadan oluşuyor. Bu yönüyle resmi bir belge niteliğindedir.

Öcalan, kitap boyunca Marksizmin din karşıtlığı ile mevcut Batı’nın İslam’a karşı duyduğu endişeyi buluşturuyor. İslam karşıtlığını en köklü şekilde vurgularken ulusal solun (özellikle askeri yapıların) çizgisinde, kendisini İslam’a karşı mücadele için kullanılacak önemli bir araç olarak öne sürüyor. O kitaptan bazı kesitler şu şekildedir:

İNSAN MAYMUNDAN GELİYOR
Darwin Teorisi, 20. yüzyılın başında Marksistler arasında ilgi görmüş ve onlar tarafından halka bir bilimsel gerçek olarak anlatılmıştır. Ancak bu teori, bizzat taraftarları tarafından yalanlanmış ve tarih çöplüğüne atılmıştır.

Öcalan, Darwin’in evrim teorisine hâlâ inanıyor ve insanın ilk atasının maymun olduğunu söylüyor:

“İnsanlığın ilk atası maymunlardır. İnsan, 20 milyon yıl önce Doğu Afrika’nın iklim koşullarında oluşan ve iki ayağı üstünde yürüyen yaratıkların evrim geçirilmiş biçimidir.”(Sayfa 17)

“İnsanlar, eskiden gelişkin bir hayvan topluluğu olarak yaşıyordu.”( Sayfa 22)

“İnsan, önce primattı( şekli tam bilinmeyen bir memeli türü), sonra maymun oldu, ardından bugünkü biçimini aldı.”( Sayfa 23)

DİN AFYONDUR
Öcalan, İslam karşıtı sözde Sümerologlara inanıyor. Dinin kaynağı olarak Sümer geleneklerini görmek istiyor. Ona göre Sümer tarihi okunmadan din olgusu çözülemez ve toplum dinin etkisinden kurtarılamaz:

“Sümer mitolojisi(efsaneleri) ve teolojisi(din anlayışı) tüm dinlerin başlangıcıdır.”(Sayfa 20), “Din tarihi, Sümerlerin tarihidir.( Sayfa 35)”

Öcalan, ardından din konusunda klasik Marksist teoriyi tekrarlıyor: “Din, afyondur ve imha, işkence, açlık, hastalık gibi sorunların kaynaklarındandır.”( Sayfa 39)

Öcalan’ın din tarihinde Sümerler üzerinde neden çok durduğunu açıklarken kullandığı cümle, savunmasındaki en ağır cümledir: “Aslını çözemezseniz piçini çözmekle hiçbir yere varamazsınız.”( Sayfa 182)

“ALLAH” BİR ARAP YARIMADASI TASARIMIDIR
Öcalan, kitapta onlarca kez, bazen hiç ilgisi yokken Allah’ın varlığını inkâr ediyor.

“Bir Arabistan yarımadası tasarımı olarak Allah, milattan önce 2000’lerde ideolojik bir kimlik kazanmıştır.” (Sayfa 194)

“Allah kelimesinin kökeni “el”dir, “el” eski gök tanrısıdır. Hz. İbrahim, kabilesinin birliğini sağlamak için bütün tanrıları terk edip “el”i Allah yaptı, Hz. Musa da bunu israil oğullarının birliği için kullandı.” (Sayfa 59,60)

“Doksan dokuz tanrı sıfatı Sümer kaynaklarından gelmektedir.( Sayfa 21)” “ Doksan dokuz tanrı sıfatı bir tür ütopyadır.” (Sayfa 242)

“Tek tanrı fikri, izafiyet teorisinin bilimsel olmayan, ilkel bir ön aşamasıdır.” (Sayfa 38)

“İbrahim, “el”i “elohim”a dönüştürdü. Musa onu “Yahova” olarak dönüştürüp millileştirdi.” (Sayfa 158,242)

Bu düşünceler, sözde savunmada onlarca kez bölük pörçük bir şekilde yer alıyor. Kürt halkı aslında bu düşüncelerin çoğunu duydu. Ancak “aramızdan bu kadar ileri giden biri çıkamaz” diye düşündüğünden duymazlıktan geliyor.

HZ. ÂDEM KISSASI SÖYLENCEDİR PEYGAMBERLİK YOKTUR
Öcalan, peygamberliği bazen, gelişmiş kabile şeyhliği olarak anlatıyor, bazen, güçlü bir toplumsal öncülük olarak tanıtıyor, her iki durumda da ilahi kaynağından koparıyor ve kendi konumuna yaklaştırmaya çalışıyor:

“Peygamberlik, Sümer, Mısır ve daha sonraları başka merkezlerin kabile ve din anlayışından doğmuş bir kurum olarak tanımlanabilir.” (Sayfa 156)

“Peygamberlik, bir tür Sümer bilgeliğidir.” (Sayfa 27)

“Peygamberlik, İbrahim tarafından gericileşen ve yıpranan rahipliğin yerine geliştirilmiş bir kavramdır.” (Sayfa 145)

“Âdem ve Hava’nın yaratılış hikâyesi Sümer kaynaklı bir söylencedir.(uydurma hikâye)” (Sayfa 71,72)

“Âdem’in çamurdan yaratılması Sümer kaynaklıdır, ancak Sümer kaynaklarında dışkıdan yaratıldığı söylenmektedir. ” (Sayfa s.73)

“İbrahim’in hikâyesi bir efsanedir. ”( Sayfa 156)

“İbrahim’in İsmail’i kurban etmesi bir efsanedir. ” (Sayfa 58)

“İbrahim’in Nemrut’a karşı çıkış hareketi bir kabile hareketidir. ”( Sayfa 59)
“Yusuf’un öyküsü, Mısır bürokrasisi içinde yükselişin tanrı kelamı biçimine getirilmiş halidir.”( Sayfa 61)

“Musa, iki rahipten etkilenerek kendi ideolojisini geliştirmiş, kabilesinin birliğine verdiği önem onu İbrahim’in dinine yaklaştırmış ve tek tanrılı dinler için önemli bir kişi yapmıştır. ” (Sayfa s.62,63)

“Nuh tufanı, Sümerlerin Gılgamış destanında da geçen bir efsanedir. ”( Sayfa 74)

“Eyüp hikâyesi, Sümerlerde acı çekmenin kutsallığını anlatan bir efsanedir. ”( Sayfa 74)

“İsa, kendini yetiştirmiş bir peygamber olmaktan ötekendisine peygamberlik yakıştırılmış biridir. ”( Sayfa 161)

AHİRET YOKTUR
Öcalan, ahiret ve cennet konusunda klasik materyalist görüşü tekrarlıyor:

“Cennet, Sümer toplumunda alt sınıfın hayal ettiği, üst sınıfın yaşadığı yerdir. Cennet aslında Basra Körfezi ile Dicle ve Fırat kıyısındaki tapınaklardan ve saraylardan başka bir şey değildir. ”( Sayfa 73,74)

İSLAMİYET BİR BEDEVİ ARAP ÇIKIŞIDIR
Öcalan’ın İslamiyet’in ortaya çıkışıyla ilgili anlattıkları, ulusal solcu Marksist yazarların Batılı müsteşriklerden tercüme ettiği kin ürünü, bayatlamış fikirlerdir:

“İslamiyet, Nesturi rahiplerle Yahudi kabilelerinin etkisi altında Muhammed’in kişiliğinde ortaya çıkmış bir bedevi Arap çıkışıdır. ”( Sayfa 72) diyen Öcalan, aynı sayfada “Halen İslamiyet’in ne tür bir kişilik yarattığı tam anlaşılmamıştır. İslam, halen bir muammadır. Din olarak da siyaset olarak da içyüzü çözümlenmiş olmaktan uzaktır” sözlerine yer veriyor ama ardından İslamiyet’le ilgili hakaretlerde bulunuyor.

“Kur’an’ın karanlık yüzüyle aydınlık yüzü o kadar iç içe geçmiştir ki din çağını sona erdirmiştir.” (Sayfa 191)
“Muhammed’in kişiliği, özce dile getirilen dönemin etkisi altında oldukça çelişkili bir gelişim göstermektedir. ” (Sayfa 209)
“Muhammed, Allah kavramına ağırlıklı olarak politik ve askeri sıfatlar eklemiştir. Onun bu çabası Grek felsefesinden, Aristo’dan ve Eflatun’dan etkilenmesinin ve Nesturi rahiplerinden etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. ”( Sayfa 215)

İSLAMİYET, GERİCİ BİR DİNDİR
Öcalan, İslamiyet’in insanlığa kazandırdığı değerleri anlatırken Marksistlerin din hakkındaki klasik görüşlerini tekrarlıyor.
“İslamiyet, bir dinle bir felsefe olma konusunda tercih yapamadığı için çıkmaza sürüklendi. İslamiyet’in bu iki yönü sürekli çatışma halindedir. ”( Sayfa 217)

“İslamiyet, gerici bir dindir. Başlangıçtan beri zincirinden boşanmış aç bir aslan gibi etrafına saldırmaktadır. Adeta çevre uygarlıklardan bir intikam hareketi gibi bir atılım yapmaktadır. İslam‘ın çevreye saldırması Avrupa’da barbarlık aşamasındaki Gotlarla Hunların Roma uygarlık merkezlerine saldırılarına benzemektedir. ”( Sayfa 218)

İSLAM’I ANCAK KENDİSİ TASFİYE EDEBİLİRMİŞ!
Öcalan, AİHM savunmasında içinde bulunduğu inanç bunalımını duyurmakla kalmıyor. Diğer “Ortadoğu” ulusal solcu liderleri gibi İslamiyet hakkında ne yapacağına dair Batı’ya bir eylem planı da sunuyor.

Ona göre; daha önce Batı’ya İslam’ı yok etme vaadinde bulunup da beceriksiz çıkanlar, din hakkında ta Sümerlere varan derin bilgiye(!) sahip değildiler. O kendince, bu konuda dersine iyi çalışmış. Batı’ya düşen, daha öncekilere verilen rolün bir kez olsun kendisine verilmesi, ona bir şans tanınmasıdır.

İslamiyet’in tarihi rolünü tamamladığını ve İslamiyet’i ortadan kaldırma teorisini akıllıca bir tasfiye planıyla kolaylıkla uygulayabileceğini iddia ediyor:

“İslamiyet, Ortadoğu’daki üçüncü büyük çıkış olarak rolünü oynadıktan sonra tarihte unutulmaya yüz tutacak, diğer bir deyişle lanete ve ihanete uğrayarak terk edilecektir. Bu hazin ama anlaşılır bir sonuçtur.” ( Sayfa 252)

NAMAZ TİYATRODUR KURBAN VAHŞET
Öcalan, Batı’nın karşısına 20. yüzyılda İslam dünyasında pek çok ülkede denenen önerilerle çıkıyor:
“Dinde reform yapılmalı.

Namaz, ilkel toplumların bir tiyatrosudur. Namazın yerine daha soylu bir tiyatro geliştirilmeli.

Camiler, tiyatronun da oynandığı kültür-sanat salonlarına dönüştürülmeli. Tam bir vahşet hâlini alan kurban yasaklanmalı.
Bütün bu çalışmalarla toplumsal yaşamda dinin yerini bilim almalı.” ( Sayfa 408,409)

Bu düşünceleri daha geniş biçimde bu sayfada yayınlanmış “Öcalan’ın Düşünce Dünyası” yazı dizisinde bulabilirsiniz.
NOT: Sayfa numaraları kitabın Mem Yayınları’nca yapılan ilk baskısına aittir.

“Selefi” kavramı burada bir grup anlamında değil, “özü temsil etme” kelime anlamıyla kullanılmıştır.