Abdullah KAVAN / Doğruhaber

Suriye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgenin tam ortasında bulunan ve stratejik bir öneme sahip Kobani bu günlerde IŞİD tarafından üç koldan kuşatılmış ve saldırılara maruz kalmış durumda. Doğu, güney ve batı kanadından kuşatılan bölgenin kuzeyi yoğun bir göçle karşı karşıya bulunmaktadır. Türkiye, bu koridordan sınıra kaçanların tek umudu olmuş durumda. Aslında bu tablo birçok algıyı değiştirdi. Mesela IŞİD’in Şengal, Mahmur ve Kobani saldırıları gösterdi ki Güney Kürdistan da PKK/PYD’nin silahlı gücü tek başına Kürdistan’ı korumaya yetmiyor. ABD desteği ile durdurulan bir IŞİD gerçeğine karşı PKK’nin Şengal ve Kobani de tek başına direndiği yönündeki yoğun propagandası önemini ve inandırıcılığını yitirmiş durumdadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York dönüşünde “ABD eğer IŞİD’e müdahale etmeseydi Koban’i çoktan düşmüştü” demesi Kobani üzerinde önemli hesapların olduğunun göstergesidir. Derin hesaplar yapan ABD fiilen PKK’nin müttefiki olmuş ve bu ittifak üzerinden küçük ve büyük ölçekte hesapların peşindedir.

Büyük ölçekte kendisi için önemli bir kart olarak gördüğü Rojava ve bugün son kale olarak bilinen Kobani’yi bırakmak istemiyor. Bunun üzerinden Ortadoğu’da istikrarlı görünen iki ülke İran ve Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmak istiyor. Hatta Türkiye’nin Kobani mültecilerini sahiplenmesini bile PKK üzerinden yok sayılmaya çalışıyor. Bugünlerde BDP/HDP’li Milletvekilleri sınırda askerlere taş atmayı bir hak olarak gösterme çabaları içerisindeler. Bu taşlarla Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği ve onu suçlu pozisyonunda gösterme çabaları var. Bu gerekçeyle Cemil Bayık’ın “Eylülün sonunda çözüm süreci biter” açıklamasıyla bir adım öne götürülmek istendi. “Batı” bu kozunu kullanarak Türkiye’den şunu istiyor; Esed’e dokunma, Kobani’nin düşmemesi için rol al ve emperyalistlerin kurmuş olduğu koalisyona karşı IŞİD’e karşı cephede savaş. Peki, Türkiye bu tuzağa düşer mi? Bunu zaman gösterecek. Mecliste karara bağlanacak “tezkere” sonrası tablo daha da netleşecek. Eğer sınırı koruma endeksli bir tezkere kararı çıkarsa bu anlaşılabilir. Güvenli olmayan sınırın korunması veya bir tampon bölgenin oluşturulması kapsamında değerlendirilebilir. Eğer bunun ötesi olursa sonuç Türkiye için sancılı olabilir.
Bütün bunların yanında Kobani mültecileri üzerinden Türkiye Kürdistan’ında farklı hesapları gözden kaçırmamak gerekir. IŞİD üzerinden oluşturulan “İslam karşıtlığı” tezini bölge cemaatlerine sıçratma gayreti içerisindeler. IŞİD’e yardım gönderdiklerini iddia ettikleri cemaatleri, Kürtlerin düşmanı olarak gösterme hedefi var. “İslam eşittir-Kürt düşmanlığı” propagandasını hızla yayma çabası içerisindeler. Oysa Suriye hadisesinde başından beri muhacirlere renk, fikir, din ve kimlik gözetmeksizin insani yardım yapan İslami camialardır. Kobani ve Ezidiler’e büyük yardım başta Kürdistan ve Türkiye’deki İslami yardım kurumlarındandır. PKK ise akbabalarına itaat ederek mazlum Kürtleri kurbanlık koyun gibi kendilerine siyaset malzemesi yaparak; onlara yardım eden insani ve İslami yapılara karşı haksız ve doğru olmayan söylemlerine devam etmekteler. Bunun üzerinden bölge cemaatlerini kötülemek ve düşman gibi gösterme hedeflenmektedir. Bölge halkına bu bakış açısını kazandırmak ana hedefleri olmuştur.

PKK başta Rojava ve bugün de onun kalbi olan Kobani üzerinden IŞİD’e karşı kendini meşrulaştırma gayreti içerisindedir. Batıdan istediği silahlarla bunun ilk sinyallerini yakmış durumdadır. ABD’nin de “PKK’yi terör listesinden çıkarabiliriz” açıklamasıyla PKK’nin sinyaline karşılık vermiştir. Bu hamleyi yaparken ABD ve yandaşlarının istediği İslami camiaları tasfiye etme ve terörist gösterme görevinin Kürdistan ayağını ona vermiş durumdalar. Şartlı anlaşmalar karşılığında her ikisi görevini yapmaktadır. Hadiselerin başında olduğu gibi bugün de Kobani ve mültecileri üzerinden bu algıyı yayma telaşıyla medyalarda yalana dayalı kara bir propaganda furyasını başlatmış durumdalar. Fakat “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” atasözüyle sözlerimizi noktalayalım.