İşte Sabri Çeçan`ın Mektubu:
Öncelikle sizleri Allah’ın selamı ile selamlar, çalışmalarınızda başarılar dilerim. Zindandaki dindar mahkûmlar hariç her kesime bir şekilde yol bulunarak dışarı çıkma imkânı oluşturuldu. Bu çifte standardı ve ayrımcılığı maalesef sizin gibi duyarlı basın yayın dışında gündem yapan yok. Bu konudaki duyarlılığınızdan dolayı ayrıca sizlere teşekkürü borç biliyorum. Bu konu ile ilgili basın kör ve sağır kalmasına sessiz kalmamak ve hala varsa bazı insaflı ve vicdanlı birilerini haberdar ederek gündeme taşımalarını sağlamak için aşağıda yazdığım metni değişik gazetelerde yazan en az 40’a yakın gazeteciye gönderdim. Size de bu konuyu gündeme taşıdığınızda bilgilerinize bir katkı sağlamak amacıyla bir örneğini gönderiyorum. Şimdiden Allah razı olsun.
Bir süre önce medyada yoğun bir şekilde gündem edilen Ergenekon ve Balyoz sanıklarının durumu tahliyeyle sonuçlandı. Sonuçta AYM’ye bireysel başvuru hakkı kapsamında Balyoz davası sanıklarına tekrar yargılanma imkânı verildi. Akabinde artık cezaevinden hiç çıkmaz denilen kişiler bir bir tahliye edildi.
Son zamanlarda yapılan tahliyeler niye yapıldı demiyorum. Ortada bir haksızlık varsa kim olursa olsun hakkı bir an evvel iade edilmeli ve bu mağduriyete sebep olanlardan hesap sorulmalı. Ancak bunlar yapılırken çifte standart uygulamak, birileri tanınıyor veya davası medyatiktir, daha önemlidir diyerek onu merkeze alıp kurtarırken benzer vakaları ise görmezden gelmek bir fecaattir, bir katliamdır.
Hani Türkiye, bir hukuk devletiydi, herkes kanun önünde eşitti, şahsa özel kanun olmazdı. Hani adalet devletin temeliydi. Adalet ölünce sadece devlet kalır?! Özel Yetkili Mahkemeler ve paralel yapılanma hukuksuz ve haksız kararlar vermişse DGM’ler çok mu adil kararlar verdi? Kesinlikle özel yetkili mahkemelerinin yaptığı haksızlıklar DGM’lerin yaptığı haksızlıklar karşısında devede kulak kalır. Kıyas bile edilemez.
Evet, gerçekten ispatlandı ki ülkemizde hukuk örümcek ağına benziyor. Güçlülerin, parası olanın ya da meşhur olanın delip geçtiği, zavallının, mazlumun, zayıfın takılıp kaldığı bir kanun var önümüzde. Bu da insanları derinden yaralıyor. Hakikaten yaşadığımız haksızlık ve mağduriyetlere kelimeler kifayet etmiyor. İnsan lal olup kalıyor.
Bu apaçık zulme ses çıkarmayanlar veya işlenmesine seyirci kalanlar büyük bir vebal altına giriyorlar. Bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler! Biz de dindar insanlar olarak haksızlığa uğradığımızı 90’lı yılların şartlarında PKK’nın katliamlarına, imha operasyonlarına, derin yapıların kumpaslarına ve iftiralarına maruz kaldığımızı haykırıyoruz, ancak duyan yok.
O dönemde yaşanan mağduriyetler de azımsanmayacak kadar çoktur ve etkileri büyüktür. O, zaman sürecinde yaşanan olayların mağdurlarının bir kısmı cezaevine konulan insanlardır. Yirmi küsur senedir kesintisiz olarak cezaevinde yatan ve o dönemin acımasız sistemi içinde tutuklanıp, yargılandıktan sonra mahkemelerce cezalandırılan dindar kimliği ile tanınan kişiler bulunmaktadır.
Ben yirmi iki senedir suçsuz bir şekilde cezaevinde tutuluyorum, ağır işkencelere uğrayarak ve aile fertlerimle tehdit edilerek bana suçlar yüklendi. Oysa ben, kendi halimde ailemi geçindirmeye çalışan bir insandım. Dindar kimliğimden dolayı bazılarının hedef tahtasına oturtuldum. Karanlık güçler, bölge insanını birbirine düşürmek için işledikleri bazı olayları üzerimize yükleyerek bizleri mağdur ettiler. Elbette başa gelen her şey Rabbimin takdiri iledir. Bundan miskal şekva etmem, Rabbim her şeyi biliyor ve görüyor. Biz işimizi O’na havale ediyoruz. Şimdi tüm bunlara rağmen ben suçsuzum desem, “Her cezaevine giren zaten suçsuz olduğunu söylüyor, kimse suçlu olduğunu kabul etmiyor” denilecek. Onun için bu konuya girmeyeceğim. Sadece o dönenim dosyaları tekrar incelensin ve yargılama tekrarlansın istiyorum. Bugün, darbecilerin hâkim olduğu dönemlerde askerin yargı mensuplarına verdiği brifinglerden sonra yargı kararlarının nasıl değiştiği, Seyfi Oktay gibi Adalet Bakanlığı yapanların davalara nasıl olumlu / olumsuz yönde müdahalede bulundukları, hâkimleri hizaya getirmek için evlerinin önünde bombaların nasıl patlatıldığı ortaya çıkıyor. Özellikle o dönemde siyasi suçlardan yakalanan kişilerin dosyalarına özel müdahalelerde bulunmak ve siyasi kararların alınmasını sağlamak mutat işlerdendi. 28 Şubat sürecinde dindar insanlara yaşatılanları çok iyi biliyorsunuz. Acaba o dönemde her alanda insanların mağdur edilmesini kabul edip, o dönemin şartlarında irticacı gibi suçlamalarla cezaevine konulanları gündem yapmamak ve mağdur edilen kimse yoktur demek, ne kadar doğru ve tutarlı bir yaklaşım olur?
1990’lı yıllarda özellikle bölgede karanlık yapıların işlediği cinayetler, suçsuz insanlara kurdukları komplolar, değişik grupları birbirleriyle çatıştırmak için yaptıkları infazlar bugün bir bir ortaya çıkmaktadır. Bu yapıların, işledikleri bazı cinayetleri yine muhalif gördükleri bazı şahısların üzerine yıkarak o insanların yıllarca işlemedikleri bir suçtan dolayı cezaevine konulmalarını sağlamaları da bir gerçektir. Nitekim Bitlis’in Tatvan ilçesinde polis marifetiyle itirafçılarca öldürülen Molla Gıyasettin Barlak’ın katil zanlısı olarak bir gencin 9 sene cezaevinde tutulduktan sonra ortaya çıkan bir kaset çözümü sayesinde serbest bırakılması basına da yansıdı. Elbette bu bir örnektir ve tevafuken onunla ilgili bulunan bir kaset gerçekleri ortaya çıkardı. Peki, acaba bunun gibi kaç olay daha olmuştur ve zanlı olarak kaç masum zindanlarda ömür çürütmektedir. Bunların araştırılması gerekir kanaatindeyim.
Bunun dışında daha farklı yönleriyle bu konu değerlendirildiğinde şu husus da önümüze çıkmaktadır. Herkesin bildiği gibi AB’ye uyum çerçevesinde özellikle insan haklarına uygun bazı yasa değişiklikleri 2005 yılında yapıldı. Bu değişikliklerle amaçlanan şey, insan haklarına aykırı kanun ve uygulamaları iyileştirip hak ihlallerine son vermekti.
Bununla ilgili olarak örneğin, adil yargılamaya engel görüldüğünden ve üyelerinden biri asker olduğu için yargılamanın tarafsızlığına gölge düşürdüğünden “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” (DGM) kaldırıldı. Gözaltı süresi en fazla dört gün olacak şekilde düzenlendi. Sorgu sırasında avukat bulundurma, susma hakkı tanındı. Deliller toplandıktan sonra zanlının tutuklanması kuralı getirildi. Yani artık delilden sanığa gidilecekti. En önemlisi de sorgu sistemi daha şeffaf bir hüviyete büründürülerek işkenceli sorgulara son verilmeye çalışıldı. En son da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınarak tekrar yargılanma imkânı getirildi. Bunlar ilk etapta aklıma gelenler.
Bu yasa değişiklikleri yapılmadan önce insan haklarına aykırı yasa ve uygulamalarla yakalanıp sorgulanan, akabinde tutuklanarak cezaevine konulan, DGM’lerde yargılanıp ağır cezalara çarptırılan ve halen cezaevlerinde tutulan yüzlerce insan var.
Bu insanların çoğu bugünkü şartlarda değişen yasa ve uygulamalarla yargılanacak olsa belki ceza almayacak ve cezaevinde tutulmayacaktır. Çünkü eskiden, zanlıdan delile ulaşılmaya çalışılıyordu. Kişi somut bir delil olmaksızın gözaltına alınıyor, en acımasız işkence fasıllarından geçirilerek bir suç işlemediğini ispat etmesi isteniyordu. Bazıları o ağır işkencelerden kurtulmak için isnat edilen suçu kabul ediyordu. O dönemlerde sistematik işkencenin varlığını herhalde inkâr eden yoktur.
Bununla beraber gözaltı süresinde de sınır yoktu. Gözaltı sürelerinin bazen ayları bulduğu bile oluyordu. Gözaltı esnasında avukat bulundurma hayaldi. Bırakın avukat bulundurmayı zanlının ailesine haber vermesi bile mümkün değildi. O dönem gözaltında kayıpların yaşandığı ve sistematik işkenceyle beraber psikolojik baskıların zirvede olduğu bir dönemdi. Böyle bir ortamda alınan ifadelere hüküm bina etmenin doğruluğuna varın siz karar verin.
Sorguda “susma hakkı”na yeltenen ise adeta ölüm fermanını kendi elleriyle imzalamış gibi oluyordu. “Susma hakkı” o zamanlar “Örgütsel tavır” olarak adlandırılırdı. Tabii böyle olunca sorguda işkence yapan görevliler “Örgütsel tavrı” kırmak için tüm işkence tekniklerini uygulamaya koyuyorlardı. Sonuçta “Susma hakkı” iddianameye “Örgütsel tavır takındı” şeklinde yazılmak suretiyle mahkemeye cezalandırılması için delil olarak sunulurdu. Mahkemeler de çoğunlukla bunu delil kabul ederek zanlının suçlu olduğu kanaatine varıp sanığa ceza verirlerdi.
Acaba bu ihlallerin yaşandığını bilmeyen var mı? Suçsuz olduğu yıllar sonra anlaşılan insanların varlığı, işlemediği halde hayali senaryolarla suçlu kabul edilip cezaevinde yıllarca kalan kişiler ve daha nice hak ihlallerinin örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Elbette bu ihlaller sadece birilerine yapılınca gündem edilecek meseleler değildir.
Yıllar önce uygulanan kanunlar ve uygulamalar değişti, yerine yenileri getirildi. Ama eski yasa ve uygulamalarla mağdur edilen insanların durumu olduğu gibi duruyor. Ve bunu dillendiren, gündeme getiren yok. Bu durum, görmezden gelinemeyecek kadar büyüktür ve vicdanları kanatan bir durumdur. ‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir’ denilerek bu mağduriyetlerin üzeri örtülemez.
Geciken adalet, adalet değildir. Ancak yanlışın neresinden dönülürse kârdır. Bu adaletsizliği yaşayan biri olarak, bu durumu bilen ve duyan her bir insanın vicdanını yaralaması gerektiğine inanıyorum. Yanlış yasalar değiştiği gibi o yasaların bıraktığı iz de silinmelidir.
Toplumun sesi olduğunu, hakkın ortaya çıkması için gazetecilik yaptığını, zalime karşı mazlumdan yana olma şiarını kendine ilke edinen herkes bu insanların mağduriyetlerini ve mazlumiyetlerini gündem yapmalıdır. Ve emin olun ki, eğer Batı illerinde bir kişi bu şekilde mağdur edilmişse bölgede (doğu) bu sayı on kişi ve daha fazla olur. Yani bölge insanı on kat daha fazla mağdur edilmiştir. Adalet olacaksa herkes için adalet olmalıdır. Tekrar yargılanma hakkı verilecekse herkese bu hak tanınmalıdır. Bir taraftan balyoz sanıklarının dosyalarındaki dijital veriler için ‘delil olmaz’ denilerek bırakılacaklar öte taraftan 2000 yılında Hizbullah’a yapılan operasyonda Beykoz’da elde edildiği iddia edilen dijital veriler üzerinden binlerce insan mağdur duruma düşürülecek veya onların mağduriyetleri görmezden gelinecek. Bu bir çelişki değil mi? Bu durum yeni Türkiye’ye yakışmıyor ve büyük Türkiye hayaline karanlık bir gölge bırakıyor.
Size bu mektubu yazmamın sebebi bu mağduriyetleri gündeminize almanız ve ilgilenmeniz içindir. Zira siz basın ve yayında görev yürüten gazeteci ve yazarlar, toplumun sesi olmak durumundasınız, bulunduğunuz konum bu konularda sessiz kalmanıza müsaade etmez. Özellikle Allah’a ve ahiret gününe inanıp her yaptığının ve söylediğinin hesabını vereceğine inanan sizin gibi kişilere daha büyük bir görev düşüyor. Olur ki yetkililer köşelerinizde değerlendirip gündeme getireceğiniz bu konuları ve haberleri okur da dikkatleri bu alana kayar ve ilgilenmeye başlarlar.
Allah’a emanet olun. Selametle kalın
SABRİ ÇEÇAN
T Tipi Kapalı Cezaevi Tokat