ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

Çoğumuz, eğitimin güvenilirliğinden öte eğitimin güvenliği ile uğraşırız. Eğitimin güvenliği ile uğraşmakta haklıyız ama eğitimin güvenilirliğini ihmal etmekte haklı değiliz.

Eğitimin güvenliği, kapsamlı bir kavram olsa da öğrenci velisi için daha çok öğrenciye yönelen dış tehdidi ifade eder. Okulların etrafında çetelerin varlığı, öğrencileri uyuşturucuya, alkole, fuhşa alıştırma girişimleri, okullarda öğrenci grupları arasındaki sürtüşmeler doğrudan eğitimin güvenliği ile ilgilidir.

Bugün, dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde eğitim güvenliği önemli bir sorundur. Hangi veli, sabahleyin çocuğunu evden okula gönderir de çocuğunun bu tehditlere karşı yüzde yüz güvende olduğunu söyleyebilir ki?

Güvenlik, rahatlıktır. Elbette sadece çocuğu “güvenilir” olanlar, bu tehditlere karşı rahat olabilir. Çocuk, evde güvenilir biri olur, onun dışarıda da bu güvenilirliğinin sağlanması için güvenilir bir ortamda olması gerekir.

Eğitim ortamı, güvenilir bir ortam mıdır? Başka bir ifadeyle içinde bulunduğumuz koşullarda eğitim güvenilirliğinden söz edebilir miyiz?

Eğitim güvenilirliği, eğitimin özünün sağlam olmasıdır. Eğitimin, çocuğun kalbini, beynini, inanç ve kültür güvenliğini tehdit etmemesi; aksine o güvenliğe katkıda bulunmasıdır. Başka bir ifadeyle eğitim güvenilirliği; eğitim sisteminin, velinin öğrencisini hedeflerine, programına, ders araçlarına, uygulamalarına gönül rahatlığıyla teslim edebileceği niteliklere sahip olmasıdır.

Eğitim güvenliği, dış; eğitim güvenilirliği içtir. Eğitim güvenliği bir dış bakışla ölçülebilir. Oysa eğitim güvenilirliğini özellikle karmaşık ortamlarda belirlemek uzmanlık gerektirir.

Planlı bir etkinlik, olumlu ise yararlıdır, olumsuzsa ne kadar planlı ise o kadar tehlikelidir. Bugünün dünyasında eğitim, milli güvenlikten (ulusal savunmadan) bile daha çok önemseniyor; daha yerinde bir ifadeyle eğitim, milli güvenliğin bir bölümü ama en önemli bölümü olarak kabul ediliyor. Milli güvenliğin, eğitimden başladığına inanılıyor. Oradaki bir boşluğun eninde sonunda milli güvenliğe olumsuz yansıyacağı hesaplanıyor. Bunun için “Eğitim planlaması hata kabul etmez” mantığı içinde hareket ediliyor ve eğitim, bütün yönleriyle titizce planlanıyor. Hangi ayrıntı, öğrenci üzerinde nasıl bir sonuç doğuracak, kesinlikle önceden belirleniyor, bu alanda sınıf kitaplığına konan bir kitap dahil, hiçbir şeyin neticesi oluruna bırakılmıyor.

Bu durumda, İslam dünyasında eğitimle ilgili olumsuzlukların “planlanmış olumsuzluk” olduğunu söyleyebilir miyiz? Kesinlikle evet.

Bugünün dünyasında “küreselleşme”nin bir neticesi olarak bir ülkedeki güvenlik problemi, uluslararası güvenliğin bir parçası olarak görülüyor. Bu, uluslararası sisteme, bütün devletlere müdahale etme yolu açıyor. Uluslararası sistem, dünyanın her ülkesindeki eğitimin kendi güvenliğini sağlayacak şekilde planlanmasını talep ediyor.

Bugün uluslararası sistem kendisini kime karşı konumlandırmış? Elbette İslam’a karşı. İslam âleminde “istenen” eğitim sitemi, uluslararası sistemi rahat ettireceğine göre, İslam’ı tehdit edecek nitelikte olmalıdır.

Bu çok karmaşık görünse de öyle değildir. Örneğin, uluslararası sistem, İslamî şahsiyete sahip kişileri kendisi için tehlikeli mi buluyor? Bu durumda ülkelerin eğitim sistemlerini İslamî şahsiyet yetiştirecek şekilde planlamalarına karşı çıkıyor. Bunda direnen ülkelere problem çıkarıyor. Bunu amaçlayan partilerin iktidar olmaması için elindeki güçleri kullanıyor. Buna rağmen iktidar olan çıkarsa, onları dize getirmek ve devirmek için harekete geçiyor.

Bugün İslam dünyasında İslamî yönde bir eğitim düzenlemesi yapmanın üç yolu vardır:

1. Uluslararası sistemin düşmanlığını göze almak

2. İçeride İslamî bir eğitim verilse de dış politikada (düşman-dost tanımlamasında) uluslararası sisteme yüzde yüz teslim olmak

3. Her eğitim düzenlemesine karşılık bir dış taviz vermek…

Bunlardan birincisini, İran; ikincisini Suudi Arabistan ve üçüncüsünü son on iki yılda Türkiye uygulamaya çalışıyor.

Diğer iki ülkeyi takip etmek güçse de Türkiye ayağını takip etmek zor değildir. 2002’den bu yana hükümet ne zaman, eğitim güvenilirliği açısından bir adım atsa mutlaka bir tehditle yüz yüze kalıyor. Bu noktada Gezi olayları ile İmam Hatip Ortaokullarının açılması, diğer okullarda da Kur’an-ı Kerim ve Siyer derslerinin okutulmaya başlanması arasında doğrudan ilgi vardır.

Bu ara ifadeden sonra yukarıdaki üç farklı ülke uygulamasına dönülecek olunursa her üç ülke de bu tercihlerinin dünya koşullarından kaynaklanan zorluklarının yanında kendi planlama ve imkânlarıyla ilgili sorunlar da yaşıyor.

İslam dünyasında, eğitimi güvenilir kılacak bir büyük bir program henüz uygulanmış değil. İslam ülkelerinin bu alanda atılan adımları programlayacak, bu programı uygulayacak ve sonuçlarını ölçecek uzman problemi vardır.

Eğitimde devrim, hem güçtür hem de yararlı olup olmadığı sınanmış değildir. Nitekim devrim yapılan ülkelerde de ilk yıllarda ders kitapları değiştirilemedi, pek çok dersin kitabının ikinci sayfasındaki fotoğraf yeni liderin fotoğrafı ile değiştirilmekle yetinildi.

Bununla birlikte, ellerinde imkânı olanların eğitim alanında ağır davranmaları da kabul edilemez. Güvenilir bir eğitimin sonuçlarının üzerinde görüldüğü bir insan, tükettikçe verimli olur, fayda sağlar. Güvenilir olmayan bir eğitimin sonuçlarının üzerinde görüldüğü insan ise tükettikçe hem kendisi tükenir hem toplumu için bir tükenme, bir imha aracına dönüşür. Eğitim alanındaki tedbirleri geciktirmek bu tükenişe göz yummaktır. Bu tükeniş eninde sonunda ona göz yumanları da bulur, onların da güvenliğini tehdit eder.

EĞİTİM GÜVENİLİRLİĞİNİN UNSURLARI

Kimse, Türkiye’de eğitimin güvenilirlik vasfını edindiğini iddia edemez. Eğitim sistemi, hâlâ kesinlikle güvenilir değil. Duyarlı hiç kimse, çocuğunu eğitim sisteminin ellerine evinde rahat uyuyarak teslim edemez.

Bunun pek çok nedeni vardır. Bu nedenlerin anlaşılması, eğitim güvenilirliğinin unsurlarının bilinmesini gerektirir.

Eğitim güvenilirliği,

1. Eğitimin hedefleri

2. Eğitim programı

3. Eğitim araçları (ders kitapları)

4. Eğitim uygulamaları

5. Eğitim kadroları
üzerine bina edilir.

EĞİTİMİN HEDEFLERİ VE PROGRAMI

Eğitimin hedeflerinin, sistemin özünden gelen yanlarının yanında, anayasa ve yasalara kaydedilerek resmileştirilen yanları da vardır.

Osmanlı, daha Miladi 1800’li yılların ilk yarısında Batılılaşmayı kendisi için hedef edindi. Eğitim, bu Batılılaşma hedefi üzerine bina edilmeye çalışıldı. 1867’den itibaren ise hızlı bir süreçle bu Batılılaşma hedefi, pratiğe döküldü. Eğitimin doğrularına Batılı bir ölçüt getirildi. Eğitimciler, bu hedef için doğruya yanlış, yanlışa doğru dedi. Fen bilimleri bir yana tarih, edebiyat gibi sosyal bilimlerde de öğretmenler, bile bile yalan söyledi. Özellikle tarih öğretmenleri ama onlarla birlikte edebiyat tarihi öğretmenleri de zaman zaman psikolojik travmalar yaşadı. Ne var ki hiçbir itiraz, medeniyet tarihi ve edebiyat tarihini Batılıların kendileri için Hıristiyanlık öncesi Saadet Asrı olarak ilan ettikleri Eski Yunan’da başlatma yanlışından dönmeyi sağlamadı.

Anayasa ve yasalardaki hedeflere gelince 1930’lu yıllarda kemikleştirilen hedefler bugün hâlâ olduğu gibi duruyor. Anayasanın 42. Maddesi açık: “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.”

İşleyişi düzenlemek üzere oluşturulan 1739 Sayılı “Milli Eğitim Temel Kanunu” da açık. Kanun “Genel Amaçlar” başlığı altında “Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek(tir).” diyor. 3. Madde de “Türk eğitim ve öğretim sistemi bu genel amaçları gerçekleştirecek şekilde düzenlenir.” esasını getiriyor.

Dolayısıyla eğitim programı da bu amaçlar doğrultusunda şekil kazanıyor. Programcı, bu genel amaçlara inanmıyorsa, onlara katılmıyorsa ancak satır aralarına bazı ayrıntılar koyabiliyor. Bu sol görüşlü bir programcı olduğunda, programın içine hafif bir sol, dindar bir programcı olduğunda cesaret edebiliyor ve gözden kaçırabiliyorsa malzemesini zorlayarak programa biraz dindarlık serpiştiriyor. Bu dindarlık fayda verse de bütün içinde, istenen sonuçları sağlamıyor.

DERS KİTAPLARI

Ders kitapları, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında tam bir faciaydı. Ne yazık ki fen bilimleri kitaplarında çocuklara Batı’daki dinsizlik hezeyanı bilim diye okutuldu. Müslümanların çocukları, bilime inanmak adı altında birkaç Yahudinin gevezeliklerine inandırılmaya çalışıldı.

Sonraki dönemde sağ hükümetler iktidar olduğunda “kendine yabancılaşma” korkusu, bazı düzeltmelere vesile oldu, özellikle Anavatan Partisi’nin ilk yıllarında Milli Eğitim Bakanlarından Vehbi Dinçerler ve Hasan Celal Güzel cesur girişimlerde bulundular. Ancak onların cesur girişimleri sert tedbirler getirdi. O günden sonra “Devlet”, uluslararası sistemin de desteği ve baskısıyla hükümetlerin Milli Eğitim Bakanlarını belirlemede doğrudan rol aldı. Bu rol alma işlemi, bir önceki Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in atanmasına kadar devam etti. Denebilir ki Ömer Dinçer, Hasan Celal Güzel’den sonra sisteme rağmen atanmış ilk Milli Eğitim Bakanıdır. Ömer Dinçer’in bakanlığı kısa sürdü ama onun yerine gelen Nabi Avcı da şüphesiz öğrencilerin geleceğinden yana endişesi olan bir şahsiyettir. Her iki bakan döneminde de ders kitaplarını düzeltmeye yönelik girişimler oldu ama bu girişimler alabildiğine yetersiz.

Şu an gayri resmi olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğiyle bir “Dindar Nesil” projesi yürütülüyor. Ama proje, yanlış malzemeyle ilerliyor. Ders kitapları, adres bilgisi gibidir. Yanlış adres bilgisiyle doğru yere ulaşılmaz.
Ders kitaplarında Batı’nın sözde biliminin hurafelerinin yanında bir de 28 Şubat’ın izleri var. Ders kitaplarındaki her ayrıntı önemlidir. 28 Şubatçılar, bu esası dikkate alarak;

1. Daha önce ilkokul kitaplarında “Ali topu at!”, “Ayşe okula gel!” gibi cümlelerdeki isimlerin yerine “Ders Kitaplarındaki Adları Türkçeleştirme” başlığı altında “Kaya, Özhan, Özlem, Çiğdem” gibi isimler getirdiler. Aksi yöndeki bir emre kimse cesaret edemediği için yeni ders kitaplarında da bu durum devam ettiriliyor.

2. Daha önceki ders kitaplarında nesil değişimini simgelemek için aile fotoğraflarında annelerin başı açık, babaannelerin başı örtülüydü. 28 Şubatçılar, Türkiye o günleri geride bıraktı. Cumhuriyetin babaanneleri yetişti, deyip ders kitaplarındaki yaşlı kadınların bile başlarını açtırdılar. Öyle ki İmam Hatip Liselerinin Kur’an-ı Kerim eğitimi ders kitabında bile yaşlı kadınların başı açtırıldı. Bugün, bu kadar gülünç görünen ama kindarca bir uygulama bile hâlâ devam ediyor.

Hüseyin Çelik’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç gibi isimlerin programa eklenebilmesi için alabildiğine bir ürkeklikle, çirkefçe bir hayata sahip bir sürü şair ve yazar da programa eklendi. Ders kitaplarına üç dört kaşık bala karşılık bir tencere zehir katıldı. Bu da hâlâ eğitimin güvenilirliğini tehdit ediyor.

İtalyan edebiyatından Dante’nin, Fransız edebiyatından Flaubert’in; Türk edebiyatından Sait Faik Abasıyanık’ın, Orhan Veli’nin büyük diye okutulduğu bir eğitim güvenilir bir eğitim değildir.

EĞİTİM UYGULAMALARI

Törenler, yıl içi ve yılsonu etkinlikleri eğitimin ana hedeflerine göre belirlendiğinden nefisperest bir öğretmen veya idareci sadece kendini tatmin için çocukların kişiliğini bozacak bir balo düzenlemek istediğinde veliler ve eğitimciler buna karşı koymakta güçlük çekiyor. Eğitimi güvenilir olmaktan uzaklaştıran bu tür balolar, hâlâ düzenleniyor, düzenlenmekle kalınmıyor, çocuklar onlara katılmaya zorlanıyor. Katılmayanların notları düşürülüyor.

EĞİTİM KADROLARI

Eğitim sisteminin belki en olumlu tarafını oluşturuyor. Yaklaşık otuz yıldır eğitim kadrolarındaki düzelme, bütün eğitim sistemine yansıyabilseydi bugün eğitim sistemi güvenilirlik vasfını edinebilirdi. Kadrolardaki bu düzelme çok önemlidir, rahatlatıcıdır ama sadece ona bakarak eğitime “GÜVENİLİR” mührü vurmak yanlıştır.
Öte yandan bugün öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinin program ve ortamı, güvenilir bir ortam değildir. Bu ortam güvenilir vasfını edinse dahi dünyanın hiçbir ülkesinde eğitim kadroları yüzde yüz güvenilir olmaz, olamaz.

Neticede,

Sadece eğitim güvenliğine odaklanmak, şekle bakıp özü unutmak ya da çocukların sorumluluğunu tamamen fedakâr öğretmen ve idarecilere bırakmak yanlıştır. Eğitim sistemi baştan sona değişip yüzde yüz “Güvenilir” damgasını hak etse bile anne babanın sorumluluktan kaçıp çocuğunu yüzde yüz eğitim kurumlarının şekillendirmesine bırakması doğru değildir, yerinde değildir.