Abdullah KAVAN - Doğruhaber 

Bunların içerisinde olmasını çok arzu ettikleri Türkiye, IŞİD’in elindeki 49 rehinesini gerekçe göstererek bu koalisyona hayır demeyi bildi. Bu hamle Türkiye açısından yeni bir vizyon oluştururken ABD ve müttefikleri açısından hayal kırıklığıydı. Aslında bu tabloyu daha öncede görmüştük.

Yine ABD 2003’te “kimyasalın varlığı” bahanesiyle Türkiye’nin topraklarını kullanmak isteyerek Irak’a girmek istemişti. Bu hayalleri 1 Mart tezkeresi olarak bilinen meclis kararıyla ret edilmiş ve Türkiye topraklarına girdikleri gibi çıkmışlardı. Bu karar Amerikalıları yine hayal kırıklığına uğratmıştı.

Bugün itibariyle Türkiye’nin bu karara imza atmaması en az ABD kadar Ortadoğu’daki siyasete sahip ve vakıf olduğunu gösteriyor.

Bu süreci iyi okumazsa Türkiye’yi kaosun içine sürükleyebilirler. Türkiye bu koalisyona imza vermemeyi her ne kadar 49 rehinesini gerekçe olarak gösteriyorsa da sebep sadece bu değildir. Ebetteki rehinelere verilecek bir zarar hükümeti endişelendiriyor.

Ve bunlar üzerinden siyaset yapmak isteyenler bu rehinelerin zarar görmesini istiyorlar. Hatta bundan sonra buna yönelik bazı hamleler gelebilir. Ancak şunu diyebiliriz ki eğer IŞİD’in elinde Türkiye’nin rehineleri olmasaydı da yine bu koalisyona imza vermeyebilirdi.

Türkiye’nin bu konuda bazı çekingenleri var ki bunlarda haklıdır. Mesela IŞİD’e karşı olan yapılara verilecek lojistik ve silah yardımı ciddi olarak Türkiye’yi endişelendiriyor. Bu silahların kimin eline geçeceğini ve Avrupa’nın bu konuda sabıkalı olduğunu biliyor. İçeride “çözüm süreci” adı altında sorununu çözmeye çalışırken sınırlarının dışında olan PYD ve PKK’nın güçlendirilmesi; kendisi için büyük bir handikaptır. Bilindiği gibi Almanya’nın Irak’a gönderdiği silahların bir kısmı PKK’nın eline geçmişti. Yani İŞİD bahane edilerek güçlendirmek istedikleri yapılar Türkiye’nin hesaplarını bozuyor.

Bunun yanında Irak’a yapılacak muhtemel bir hava harekâtı Türkiye’ye yeni bir göç dalgası oluşturur. Suriye halkının sorunlarını üstlenen hükümet, yeni bir göç dalgasının oluşmasını istemez. Ekonomik külfetlerinden ziyade bu dalgalar sebebiyle sınır güvenliğini sağlamak çok zordur. Kimin terörist kimin halk yâda hangi niyetle girdiklerini kontrol etmek nerdeyse imkânsızdır. ABD’nin hava harekâtını önermesi ve “kara harekâtı bizim kırmızıçizgimizdir” demesi; Türkiye açısında göç dalgasını oluşturması kaçınılmazdır.

Bu da Türkiye’nin hesabına gelmiyor ve imzayı koymamasını gerektiriyor.
Türkiye, umut ettiği “Irak’taki güçler arası koalisyonun” tam tersi bir durumla karşı karşıyadır. Komşularında oluşturulacak bir uzlaşma, Türkiye’yi rahatlatacak ve birçok ticari ilişkileri yeniden canlandırma yolunu elde edebilirdi. Ancak önerilen silah yardımı ve hava harekâtı Irak’ta ikinci bir Suriye doğurur.

Bu da uzun yıllar sürebilecek savaş ortamını yaratabilecek ki bu Türkiye için büyük bir zarardır. Suriye ve Irak politikasında Türkiye’yi satan güçler bugün aynı silahla onu vurmak istiyorlar.

Sözün özü; Batı her devlete bir politika belirlemek ister ki Irak için benimsedikleri politika kaostur. Bazen “11 Eylül” vasıtasıyla bazen “demokrasi” argümanıyla bugünde IŞİD bahanesiyle Irak’a girmek istemekteler ve kendi kartlarını yeniden dağıtmak peşindeler. Ona komşu olan ülkelere de oyun içerisinde rol vermek isterler. Kendi taktiklerini uygulayacak oyuncular…

Fakat kendi oyununu oynamak isteyen Türkiye, oyunlarına çomak sokmaktadır ve imza vermemekle kendisine rakip olacağını söylemektedir. Fırsat bulsalar bunun bedelini Türkiye’ye ödetmek isterler. Hatta önümüzdeki dönemlerde teröre destek veren ülkeler konumuna sokulup yaptırım uygulanacaklar listesine alsalar şaşırmayız. Çünkü onlara göre menfaatlerine çomak sokanlar teröristtir.