Doğruhaber / Haber Merkezi
YENİ EĞİTİM ÖĞRETİM DÖNEMİ
Yeni eğitim öğretim döneminin açılmasıyla birlikte, öğretmen, öğrenci ve veliler, kronikleşmiş sorunlarla yüz yüze gelmektedir.
İlk ve orta öğretimde başörtüsü yasağı, yönetmelik marifetiyle halen devam ettirilmektedir. Eğitim müfredatında, üstelik din dersi kitaplarında bile halen yer alan ideolojik kalıpların kırılmadığı, görülmektedir. Devlet okullarında bugün itibariyle çoğunlukla fiili bir serbestlik olsa da yasal zeminde başörtü yasağı sonlandırılmadığı için öğrenci ve idarecileri karşı karşıya getirme potansiyeli taşımaktadır. Gerek eğitim kurumları, gerekse de özgürlükten istisna kılınmış kamu kurum ve kuruluşlarındaki başörtüsü yasağının tümüyle kaldırılması gerekmektedir. Hükümet bir an önce bu yöndeki yasal adımları atmalı ve başörtüsünü değil, başörtüsünü yasaklamayı yasaklamalıdır.
Ana dilde eğitim alma temel bir insan hakkıdır. Temel hakların tanınması bir lütuf olmadığı gibi, herhangi bir şarta bağlanması veya pazarlık konusu yapılması da doğru değildir. Anadilde eğitimi bir hak olarak görmeyen ve bunu defalarca dile getirmiş olan hükumet, Türkiye’de konuşulan pek çok anadilden Kürtçenin seçmeli ders olarak okullarda okutulmasına ilişkin yaptığı düzenlemeyi de pratikte fiili olarak engellemektedir. Yeni eğitim öğretim döneminde Kürtçe seçmeli dersler için ihtiyaç duyulan öğretmen sayısının çok altında göstermelik bir kontenjan ayrılmıştır. Tek tipçi zihniyetin uzun yıllar boyunca baskıladığı ve yasakladığı Kürtçenin gelişiminin olmazsa olmazı olan eğitimci atamasının, fiili durum oluşturarak engellenmesi kabul edilemez. Devlet, yeteri kadar öğretmen ataması yapmayarak, kendi oluşturduğu imkânsızlık halini, halkın Kürtçe öğrenme talebini karşılamamaya bahane olarak kullanması, samimiyetsizlik ve ciddiyetsizliktir.
Başta asli kurucu halklardan olan Kürtler olmak üzere ülkede konuşulan diller resmi olarak tanınmalı, herkesin kendi anadiliyle eğitim alabilmesi için gerekli düzenlemeler acilen yapılmalıdır.
Zorunlu karma eğitimden vazgeçilmeli, isteyen aileler çocuklarını yükseköğrenim de dâhil eğitimin her kademesinde erkek veya kız okullarında okutabilmelidir.
Giderek devasa sorunlara yol açan uyuşturucu madde bağımlılığının ortadan kaldırılması için de gereken tedbirlerin alınmadığına maalesef şahit olmaktayız. Okul önlerinin, uyuşturucu satıcılarının pazarı haline gelmesini ve öğrencilerin akıl ve beden sağlığının korunması için göstermelik ve sözde önlemler yerine ciddi, kalıcı ve sonuç alıcı tedbirler geliştirmek hükümetin başlıca görevi olmalıdır.
İŞ KAZALARI / CİNAYETLERİ
İstanbul’da otel inşaatında çalışan 10 işçi, asansör kazası neticesinde hayatını kaybetti. 2012 yılında yasalaşan İşçi sağlığı ve iş güvenliği Kanunu’na rağmen, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetim görevini yeterince yerine getirmemesi, iş kazaların dehşet verici boyutlara ulaşmasına ve her yıl yüzlerce işçinin hayatını kaybetmesine sebep olmaktadır. İşverenin, iş güvenliği ile ilgili önlemleri almaması halinde uygulanan cezaların caydırıcı olmaktan uzak olması, tazminat hukukunun işvereni maddi açıdan rahatsız edici olmaması sonucu, emek ve alın teri, sermaye sahiplerinin insafına terk edilmektedir.
Daha çok kar elde etme hırsı ile birçok iş kolunda, iş güvenliği için gerekli harcamalar yapılmamakta, işçiler can güvenliği olmadan, ekmek parası uğruna ağır şartlarda ve çok ciddi kaza riskleri altında çalıştırılmaktadırlar. Sadece inşaatlarda son 5 yılda 1.754 kişinin iş kazası sonucu hayatını kaybetmesi, hükümetin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” söyleminin slogandan ibaret olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bir ülkede basit tedbirlerle önlenebilecek ölümlü iş kazaları bu sıklıkta oluyorsa; meydana gelen iş kazaları, kaza değil birer cinayettir.
Sermayenin adeta kutsandığı, emekçilerin ise sahiplenilmediği, emek ve hayat sömürü üzerine gelişen bir ekonominin sürdürülebilirliği yoktur.
Hükümet en başta kendi sorumluluğunun gereğini yerine getirmeli, iş güvenliğine önem vermeyen sermaye sahiplerine caydırıcı yaptırımlar uygulamalı, sağlam ve etkin bir denetim mekanizması oluşturmalı, insan hayatını, kapitalist düzenin kutsadığı sermayeye tercih ettiğini sadece sözle değil, icraatla da göstermelidir.
ABD’NİN YENİ SALDIRI PLANI
ABD öncülüğünde batılı ve işbirlikçi bölge ülkeleri tarafından IŞİD gerekçesi ile Irak ve Suriye’de yeni bir saldırı planlanmaktadır.
ABD ve müttefiklerinin İslam coğrafyasındaki genel politikaları, son 15 yıldır aktif olarak uyguladıkları işgal ve darbe planları, Filistin sorunu ve İslamofobi’nin yol açtığı nefret, ister Sünni, ister Şii olsun mezhepçi ve tekfirci hareketlerin zemin bulmasına yol açmıştır.
Gerek Suriye gereke Irak’ta yaşanan çatışmalar, İslam toplumlarını içten içe çürüten ve tüketen, ortaya koyduğu sonuçlar itibariyle Müslüman ve gayri Müslim toplumların can ve mal güvenliğini tehdit eden, göçe ve açlığa maruz bırakan bir seyir izlemektedir. Oluşan tablonun baş sorumluları hiç şüphesiz, Müslüman halklar arasında gerek mezhebi gerekse de etnik farklıklar ekseninde gelişen kin ve düşmanlığı besleyen, kardeşlik ve adalet temelli politikalara yüz çeviren Müslüman ülkelerin idarecileri ve emperyalist ülkelerdir. Sünni Yönetimlerin, idaresi altındaki Şiilere, Şii yönetimlerin Sünni topluluklara, Arap ve Fars ve Türk devletlerinin Kürt halkına yönelik dışlayıcı ve ayrıştırıcı politikaları, ABD ve Rusya eksenli emperyalist dış güçler üzerinden karşılıklı bir hesaplaşma ve kamplaşmaya yol açmaktadır. Kendi iç barışını sağlamış ve diğer tüm inanç ve kültürlere sulh ve selamet yurdu olması gereken İslam ülkelerine, emperyalistlerin siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarının birer bekçisi olma onursuzluğu yaşatılmaktadır.
Türkiye’nin özellikle geçmişteki Suriye politikasının ortaya koyduğu sonuçlardan ders çıkararak ABD öncülüğündeki koalisyona katılmayacağını ilan etmesi olumlu bir adımdır. Hükümetin bu kararlılığını sonuna kadar koruması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye, mevcut savaşın taraflarından birine arka çıkmadan, Şii-Sünni, Arap-Kürt-Türkmen ve diğer etnik ve dini toplulukların gerek Suriye ve gerekse Irak’ta birbirlerinin hakkına tecavüz etmeden, özgürce ve emniyet içinde yaşamalarını sağlayacak bir orta yolun bulunmasına aracılık etmede, bölge ülkeleri ile birlikte hareket etmelidir.