Mehmet Güven Özer / Doğruhaber

Avrupa ülkelerinin sanayileşme hareketlerini tamamlayıp, tarihin sayfalarında modern bir çehre ile görünmeleri, onların barbarlıklarından hiçbir şey kaybettirmedi. Çünkü girdikleri her beldedeki insanları kıyımdan geçiren, hayvanları telef eden, ekinleri bozan, namusları kirleten bu sarı saçlı, mavi gözlü ırkı barbar diye tanımlamaktan başka bir çare yoktur. Günümüzdeki uygulamalarına da bakıldığında barbarlıktan bir milim şaşmadıkları kabul edilecektir.

SÖMÜRGECİLİK

Avrupalıların akıllarından geçirdikleri yegâne gerçeklik kendi çıkarlarıdır. Onlar açısından çıkarlarını temin etmek için her yol meşrudur. Böyle bir durum söz konusu olunca, öldürdükleri her bir Müslümanın bir sivrisinek kadar değeri yoktur. Çünkü ölen bu Müslümanların kanı üzerinden, kendi memleketlerindeki sarı saçlı, mavi gözlü ırkdaşlarının rahatı sağlanmış olacaktır.
19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyıl, sömürgeciliğin tarihi açısından önem atfeden bir zaman dilimidir. Sanayi devrimi sonrası Avrupalılar hammadde, enerji ve yeni pazar arayışlarına girdiler. Aradıkları enerji Müslüman beldelerde mevcuttu. Ayrıca aynı beldeler kendileri için yeni pazar yerleri olma özellikleri de taşıyordu. Kısacası bizden aşırdıkları hammadde ve enerji sayesinde fabrikaları işleyecek, üretilen mamullerini bize satacak, böylece kalkınmış ve müreffeh bir Avrupa’da yaşam kalitesi artmış olarak yaşayacaklardı. İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya gibi ülkeler, nispeten zayıf olan Osmanlı Devletini oluşturan Müslüman ahalinin yaşadığı coğrafyalara, fötr şapkalarının altında sakladıkları mavi gözlerini dikmişlerdi.

İTALYA’NIN TRABLUSGARP’I İŞGALİ VE SENÛSÎ HAREKET

Ancak dünya üzerindeki paylaşım yapılmış, İtalya sömürgecilik işine sonradan dâhil olmuştu. İtalya, İslam beldelerinden Afrika’nın kuzeyini gözüne kestirmişti. Burası Osmanlı’nın kuzey Afrika’daki son toprakları olan Trablusgarp vilayeti ile Bingazi sancağıydı. Bu şekilde günümüz Libya’sını ele geçirmek için, Avrupa devletleriyle oturup, konuştular. Zaten bu sıralarda İngiltere Mısır’da, Avusturya Bosna Hersek’te, Almanya Akdeniz’de, Fransa Tunus’ta, Rusya Boğazlarda menfaatleri peşinde dolanıyorlardı. Bütün bunlar olup biterken İtalya’nın payına da Libya düşmüştü.

Libya’da, tasavvufun cihad ile çok iyi bir terkip oluştuğu Senûsî tarikatı etkindi. İslamî uyanış ve diriliş hareketleri içerisinde mümtaz bir yeri olan Senûsîler, İtalyanların 27 Eylül 1911’de Libya’ya çıkarma yapmasından sonra düşman karşısında destansı bir mücadele verdiler. Çünkü bu coğrafya uzaktı ve Osmanlı zayıf düştüğünden gerekli desteği sağlayamıyordu. Böylece her türlü imkândan yoksun Libya halkıyla, mücehhez İtalyan ordusu baş başa kaldılar. İtalyanlara karşı verilen var olma savaşının sembolü Ömer Muhtar’dı.

ÇÖL ASLANI: ÖMER MUHTAR

Ömer Muhtar, Berkan’ın Defne bölgesindeki Butnân’da doğdu. Babası, Ömer Muhtar’ın eğitimiyle çok ilgiliydi. Bu nedenle oğulları Ömer ve Muhammed’i Senûsîlerin Zenzur zaviyesi şeyhi Seyid Hüseyin el-Geryanî eş-Şemsî’nin yanına gönderdi. Babalarının vefatı ile Ömer Muhtar ve kardeşi adı geçen Şeyhin himayesine girdiler. Ömer Muhtar zaviyelerin sadece mistik havasıyla yetinmedi. İlim tahsilinin yanında marangozluk, demircilik, ziraat, duvar ustalığı gibi işleri de öğrendi. Öyle ki Libya halkı kendisine “Seyyid” veya “Seyda” anlamında “Sidi Ömer” demeye başladı.

Yukarıda belirtilen İtalyanların saldırısı karşısında ilk etapta, Ubeyd kabilesinden bin kişilik bir cihadî birlik kurdu. Osmanlı’nın Libya için yapacağı pek bir şey yoktu. Sadece Teşkilat-ı Mahsusa’nın gönderdiği bazı subaylar ile daha önce İstanbul’a eğitim için gönderilen yerli subaylar, Senûsî’lerin genel vekili İdris es- Senûsî’nin direniş hareketinin komutanlığına getirdiği Ömer Muhtar’ın yanında yer aldılar. Ancak İdris es-Senusi bir süre sonra tedavi bahanesiyle Mısır’a gitti. İdris’ten önceki lider Ahmed es- Senûsî de İstanbul’a yerleşmişti. Yeni Senûsî lider İdris’in Mısır’a yerleşmesiyle Ömer Muhtar, halkı ile birlikte yalnız kalmıştı.

Senûsîlerin lider kadrosunun sorumluluklardan kaçıp, cihad yerine anlaşma çabalarına rağmen ana omurgayı oluşturan tarikat üyeleri savaşmakta kararlıydı. Bütün bir halk Ömer Muhtar’ın etrafına kenetlenmişlerdi. Ömer Muhtar 27 Şubat 1923’te bir heyetle birlikte Mısır’a gitti. İslam ve özellikle Arap Dünyasından yardım istedi. Maalesef İdris es-Senûsî İtalya ile Mısır’da yaşamak üzere anlaştığından herhangi bir yardımda bulunmadı. Zaten İtalyanlar Muhtar’ın Mısır’a gittiğini öğrenmiş aynı teklifi cihaddan vazgeçmesine karşılık Ona da yapmışlardı. Hatta Berkay’a döndüğünde kendisine bir köşk tahsis edilecek ve maaşa bağlanacaktı. Bu onursuz teklifleri reddeden Ömer Muhtar, İslam dünyasından umduğu yardımı da bulamadan mücadele sahasına geri döndü. Haziran 1923’de İtalyanlarla Senûsîler arasında büyük bir çatışma meydana geldi ve Ömer Muhtar çarpışmanın tam ortasındaydı. İtalyanlara verdirdiği kayıplarla efsane haline gelmişti.

Fakat 1922 yılında İtalya’nın başına geçen faşist Mussolini, Libya’nın tamamen ele geçirilmesi için sabırsızlanıyordu. 1923-1929 yılları arasında Bongiovanni, Mombelli, Teruzi ve Sicilliani gibi sömürge valileri olarak tayin edilmiş olmalarına rağmen, bunların hepsi Ömer Muhtar karşısında başarısız olmuşlardı. Bu arada çatışmalarda Ömer Muhtar’ın yakın komutanları da bir bir şehid düşüyordu.

İtalyanlar diplomatik kanalları kullanıp, Senûsî liderleri kendi emelleri doğrultusunda kullanmaya çalışıyordular. İslam Ansiklopedisinde Ömer el-Muhtar maddesini yazan Ahmet Kavas’ı belirttiğine göre; “Ahmed Şerif es- Senûsî’nin kardeşi Seyyid Safiyyuddîn’in idareci olarak bulunduğu Cağbub’u, İdris es- Senûsî’den aldığı emir üzerine direnmeksizin 9 Şubat 1929’da İtalyanlara teslim etti.” Bu şekilde Ömer Muhtar büyük bir destekten mahrum kaldı. Hatta Muhammed Rıza es- Senûsî, İtalyanlar adına Muhtar ile görüşüp, direnişten vazgeçmesi halinde Hicaz veya Mısır’a yerleşebileceği, ayrıca kendisine para verileceği teklifinde bulundu. Bütün bu onursuz teklifleri şiddetle ret eden Ömer Muhtar ilerlemiş yaşına rağmen savaş meydanlarını terk etmiyordu. Bu nedenle Libya halkı kendisine yeni bir unvan verdi: Çöl Aslanı.

10.01.1930 tarihinde İtalyanlar yeni bir atama daha yaptılar. Bu kez görevlendirilen genel vali yardımcısı ve Sirenayka valisi Rodofla Graziani idi. Bugüne kadar gelip gidenlerin en acımasızı idi. Ömer Muhtar’ı yalnız ve yardımsız bırakmak için tüm tedbirleri aldı. Bu arada insan öldürmek veya topluca kıyımlar onun için pek önemli değildi. Mısır yardımlarını kesmek için sınıra tel çekildi. Çöllerde kalan bedevi topluluklara eşkıya tipli baskınlar düzenliyordu. Kendince Ömer Muhtar’a ulaşan bütün yolları kapatmaya çalışıyordu. Bu anlamda hayvanlar telef ediliyor ekinler yakılıyordu.

Alınan tedbirler kâr etmeyince Muhammed Rıza aracılığı ile Ömer Muhtar’a yeni bir teslim mektubu gönderdi. Çöl Aslanı buna da ret cevabı verince mektubu uçaklarla yerleşim yerlerine attırdı. Bütün bunlardan sonuç alamayınca, insanları toplayıp kamplara yerleştirdi.

Fakat Çöl Aslan’ının etrafındaki çember de daralmıştı. Yaşı da hayli ilerlemişti. Uzamış beyaz sakalları ile bir dedeyi andıran bu zat, elindeki tüfeği bırakmaya niyeti yoktu. Ta ki 13.09.1931 günü sahabeden Seyyid Râfi’nin kabrini ziyaret etmeye karar verdiği güne kadar. O gün İtalyan kuvvetlerin çemberi içinde kaldılar. Çarpışmaktan başka çare yoktu. O da öyle yaptı. Ama atı vurulunca esir düştü. Apar topar yapılan basit bir yargılama 15.09.1931 tarihinde idama mahkûm edilerek ertesi gün 20 bin kişinin gözleri önünde şehid edildi.

SONUÇ

Sadece Libya için değil bu günkü bütün İslam Coğrafyasında yaşanan sorunların esas müsebbibi Batı âlemidir. Hali hazırda yaşanan katliamlar, Batı tarafından yapılan sömürgecilik faaliyetler temellidir. Elbette ki Müslümanlar olarak içimizden kaynaklanan eksikliklerimiz veya sorunlarımız vardır. Fakat neticede bu sorunlarımızı kaşıyan ve onları kendi çıkarlarına alet eden Batı’dır. Bu nedenle Amerika’ya “Büyük Şeytan” diyen ne güzel demiş. Hattı zatında “şeytanlık” sıfatını sadece Amerika ile sınırlı tutmayıp, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya vb. bütün bir Batı âlemine hasretmek gerekmektedir. Kısacası büyük veya küçük bu ülkeler şeytanın yeryüzündeki temsilcileridirler.

Libya’da halen yaşanmakta olan sorunlar İtalya’nın bıraktığı fitnenin eseridir. Bizler bütün olarak bu fitnelerin esas kaynağını öğrenince herhalde sorunlarımız kendiliğinden hal olacaktır.