Rönesans medeniyeti diyebileceğimiz bugünkü hayat, bütün yönleriyle Batının şekillendirdiği ve din dışında biçimlendirdiği bir hareket tarzıdır. Hâlbuki insan, bireysel olarak, ruh ve beden sahibi olmasıyla tüm hareket ve davranışlarını din ve bilim düzleminde yapmak zorundadır. Zira insan, ruh ile bedenin yani din ile bilimin bir bileşkesi olduğu için ancak böyle bir düzlemde yaşayabilir. O sebeple insan hayatında din ile bilim kuralları un helvası gibi bir bileşim meydana getirmezse o toplumda huzur ve mutluluk, dolayısıyla ruh ve beden sağlığı olmaz. Balık nasıl su düzleminin dışına çıkamıyorsa, denizden ayrılan bir balık ölüyorsa, din ve bilim düzleminin dışına çıkan bir insan da ya ölür veya insanlığını yitirir. Ya hayvanlaşır veya taşlaşır. Duygu ve düşüncesini, merhamet ve şefkatini kaybeder. İşte, Batı medeniyetinin ortaya koyduğu hayatı yaşayan yani din ile bilimi birleştirmeyip ayrıştıran bugünkü dünyada insanlığını yitirmiş olan 8 milyar iki ayaklılarla karşı karşıya bulunduğumuzu görmemiz gerekir. Evet, dikkat edin, çok doğru söylüyorum: Bugün insanlığını yitirmiş olan, birey nedir, toplum nedir, devlet nedir vergi nedir bilmeyen, dini ve dünyayı tanımayan, tek kelimeyle kendisinden bihaber olan bir zavallı ile karşı karşıyayız. Çünkü bireysel olan ile toplumsal olan birbiriyle zıtlaştırılmış, karıştırılmış ve çarpık hale getirilmiştir. Hatta tüm vatandaşların ortak olduğu alan ve alanlar bile özel kişilere, kesim ve kısımlara tahsis edilmiştir. Yoksa 14. Lui “devlet benim” der miydi? Bizden biri de “arsama gecekondu yaptırtmam” cümlesini kullanır mıydı? Zira ilim din haline getirilmiş ve buna doğal din denilmiş ve gerçek din ise terk edilmiştir. Amatör bir iş profesyonel yapılmış, profesyonel de amatör şekle sokulmuştur. Hâlbuki insanın bunu yapmaya ne gücü, ne aklı ve ne de kabiliyeti vardır. O, ancak neyi, nerede, nasıl ve ne kadar yapacağını din ve bilim yoluyla öğrenip yapacaktır ve insan için üçüncü bir yol da yoktur.

Meseleye başka bir taraftan bakacak olursak insan hayatı, bireysel ile toplumsal kanun ve kuralların, hareket ve davranışların da bir bileşkesidir. Buna İslam terminolojisinde farz-ı ayn ve farz-ı kifaye derler. Yani birey, farz-ı ayn ile toplum ise farz-ı kifaye ile hareket eder. Farz-ı ayn demek, yemek ve içmek gibi bizzat bireyin kendisinin yapmak zorunda olduğu fiiller demektir. Farz-ı kifaye ise ikame kanununun geçerli olduğu alan demek olup burada tüm vatandaşlar ortaktırlar. Ortak alandaki bir hizmeti, mesela herkesin geçeceği bir yolu Ahmet olmazsa Mehmet yapar, Ali yapamazsa Veli yapar. Ortak alandaki işler vekâlet yoluyla ehil olanlara verilerek yürütülür. Onun için tüm kamu görevlileri vekil durumundadır. Vekili belli olmayan, vekilini tanımayan ve kime vekâlet verdiğini bilmeyen kimsenin sözleşmesi gayri meşrudur. Bugün demokrasi dedikleri yönetim biçimi bunun en güzel örneğidir. Bir adam kime vekâlet verdiğini bilmezse o sözleşme hukuki olmaz. Hukuk ise sadece insana mahsustur. İnsan da hukuka mahsustur. Yani insanlar birbirlerine kuvvetle değil, hukuk ile muamele yaparlar. Bu medeniyet, hukuk medeniyeti olmayıp kuvvet medeniyeti olduğu için hareket ve davranışlar da kaba kuvvete dayanmaktadır. Mecliste, oyun sahalarında veya herhangi bir yerde gördüğümüz yumruklaşmalar bunu açıkça göstermektedir. Bu medeniyeti kuranlardan biri olan Francis Bacon “Bilgi güçtür” demiştir. Bu söz, kimin için güçtür sorusuna doğru cevap verdiğimiz zaman doğrudur. Bilgi, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar için güçtür ve bu onlara tatbik edilir: Fakat insan için güç asıl ve esas değildir. İnsan için asıl ve esas olan, dindir ve iradedir. İki kişi arasında tutulan güreş, her ne kadar güce dayansa da bunda bile irade ve gücü kullanma yetisi daha önemlidir. Fakat diğer varlıklarda böyle değildir diyebiliriz. Mesela toprağa atılan bir tohum ısı, ışık ve nem şartları olmadan çimlenmez. Çünkü tohum bir robottan ibarettir. Mesela bir badem ağacı, akıl ve iradesi olmadığı için havalar biraz ısınınca vakti gelmeden çiçek açar, sonra kar yağar, buz donar ve bu çiçeklere soğuk vurur ve meyve olmaz. Yani diğer varlıklarda bilim ve bilim kuralları esas olduğu halde insanda ise din kuralları geçerlidir.

Rönesans’la birlikte yepyeni bir dünya ortaya çıkmış, aile, toplum cemiyet… ve devlet her şey, her şey değişmiştir. Üretim, dinlenme, eğlenme, oyun, yarış, spor, yönetim ve yönetme her şey değişmiştir. Neticede olan şudur. İnsanın beden tarafı değer kazanmış, ruh tarafı ise kaybetmiştir. O sebeple kültürfizik denilen her türlü faaliyetler beden eğitimi, futbol, voleybol ve diğerleri, insandan ziyade hayvanların hareketlerine benzemektedir. Kulüplerin birbirine düşman olmalarının sebebi budur. Top sahalarında, güreş meydanlarında ve diğer oyun yarış alanlarında kavga ve dövüşlerin sebebi budur. Hâlbuki talim ve terbiye, eğitim ve öğretim insan içindir ve bunlar birlikte olur. Onun için talimsiz terbiye ve terbiyesiz talim olmaz. 

Bugün futbol maçları, kulüpleri ve federasyonları olması gerektiği gibi olmadığı için, faydadan ziyade zarar getirmektedirler. Çünkü bu futbol meselesi doğal değil, yapay olduğu için, sentetik haplarda olduğu gibi yan etkiler doğurmaktadır. Hatta güçlü ülkeler, karşı tarafı çökertmek için bu futbolu bir silah olarak kullanmaktadır. Futbolun bomba yapılıp atıldığı yerlerde fitne ve fesat tohumları ekilmekte, kin, nefret ve düşmanlık mikropları saçılmaktadır. Bugün dünyadaki futbola yapılan masraflar, zaman, mekân ve işgücü harcamaları bütçelerin önemli bir kısmını heba etmektedir.

Benim gücüm olsa dünyadaki boks maçlarını, öküz-boğa güreşlerini, horoz dövüşlerini ve köpek boğuşturmalarını yasaklarım. Yine gücüm olsa profesyonel olan tüm sporları yasaklarım. Çünkü spor bireysel olan bir harekettir. Sporun toplumsal tarafı olamaz ve bu toplumsal hale getirilemez. Bugünkü gibi ben yaparım olur denilecek olursa tabi buna bizim bir diyeceğimiz yoktur. Amatörce oynanan ve mubah olan her türlü maç ve oyun serbesttir. Herkes bu gibi oyun ve eğlencelere katılabilir. İslam düzeninde yasaklar bellidir; bu yasakların dışında kalan her şey de serbesttir. Yani İslam’da futbol, basketbol, voleybol, hentbol, binicilik, atıcılık, kayak, su kayağı, su topu… ve yüzmek gibi spor türleri herhangi bir aldatma ve kandırmaya mahal olmadığı müddetçe meşru ve mubahtır. Fakat bunların hiçbirisi gelir getiren bir meslek olamaz ve profesyonel hale getirilemez. Çünkü bunlar özel zevke ve ihtiyaca dayanan eğlence ve dinlenme faaliyetleridir.

Futbol ve diğer spor türleri bir toplumun ortak alanları olmadığı için de devlet bunlara karışmaz ve bütçeden bunlara para ve yardım tahsis edilemez; edilirse halka karşı zulüm işlenmiş olur. Çünkü bütçeler, toplumdaki özel bireylere, kesim ve kısımlara harcanamaz. Yol, su, elektrik, güvenlik, adalet ve bu gibi diğer ortak ihtiyaçlar için harcanır. Yani İslam terminolojisi ile dile getirecek olursak, eğer devlet, spor kulüplerine bir yardımda bulunur bütçeden bir pay ayırırsa az önce söylediğim gibi bu bir haksızlık ve zulüm olur. Birey ve topluma, fert ve devlete ise haksızlık değil, zulüm değil, adalet yapmak düşer.

Herhangi bir iş, hareket ve davranışlar ya dinidir ya da ilmidir. Bu sıfatlarını terk ettiği zaman doğallığını kaybetmiş ve yapay hale gelmiş olurlar. Bu faaliyetler kötülük yapmada kullanılırlar. Mesela doğum kontrolü hareketi aynen buna benzemektedir. Thomas Malthus’un ortaya arttığı nüfus problemi meselesi bireye ait bir şey iken toplumsal hale getirildi. İngiltere, Alman ve Fransa’da uygulamaya konuldu. Bunun zararlı olduğu görülünce bizim ülkemize Türkiye’ye transfer edildi ve maalesef bizim aleyhimize kullanıldı. Devlet ve bazı dernekler de bu işe çanak tuttular.

Hiçbir kimse tabiatı ve doğayı aşamaz. Tabiat demek, Allah’ın damgasını-mühür ve imzasını taşıyan varlıklar demektir. Onun için doğal olan bir şeyi hiçbir kimse yapay hale getiremez. Amatör olan ve olması lazım gelen bir futbol, profesyonel hale getirilemez. Eğer getirilirse bu olay yoldan çıkmış olan bir arabaya döner. Bugün bazı kulüpler kaza geçirmiş hurdaya dönmüş bir arabaya benziyorlarsa işte bunun sebebi budur. Şikeler, aldatmalar, kandırmalar, oyuncuları hayvan gibi alıp satmalar… ve daha nice suç işlemeler bu yüzden yapılmaktadır. Yani İslam’da paranın para kazanması diye bir şey olmadığı gibi oyuncu transfer etmekle de bir kulüp para kazanamaz.

Faizcilik de, rantiyecilik de ve ribacılık da haramdır. Hibe ve miras gibi kendi irademiz dışında olan olaylar müstesna, ekonomik alanda parayı kiraya vermek haramdır. Damızlık için hayvanı kiralamak bile İslam hukukçularının mekruh saydığı bir yerde kadın veya erkek kiralamak da haramdır. İşte sporcu transfer etmek suretiyle para kazanmak da haramdır. Buna göre sosyal rantiyecilik, siyasi ve ekonomik rantiyecilik İslam düzeninde yasak ve haramdır diyebiliriz.

Netice olarak bugün görüp yaşadığımız spor türleri, çığırından çıkarıldıkları için, haram işleten, günah kazandıran ve suça iten birer araç oldukları ve bu hale geldikleri için toplumumuzda bulunan diğer tüm kurumlar gibi yeniden düzeltilmeye, yapılanmaya ve restoreye ihtiyacı vardır diyorum

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu  

Dokuz Eylül Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi

DOĞRUABER