“Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e, Onun al ve ashabına, bize Senin rızanı kazandıracak ve Onun üzerimizdeki hakkını edaya vesile olacak salât ve selam eyle”(Âmin)


Ne yüce bir zattır ki bütün yüceliği, azameti ve kudreti ile bizzat Allahu Teâlâ Ona salât ediyor. Ne büyük bir makamdır ki pak ve muti’ melaike Onun için rahmet diliyor. Ne tarifsiz bir derecedir ki âlemlerin Rabbi, Müminleri Ona salât ve selam eylemeye davet ediyor. Hz. Muhammed Mustafa(sallallahu aleyhi ve sellem)’nın zatının yüceliğinin en büyük delillerinden biridir bu ayet-i celile…


Bu ayet-i celile karşısında Müminin heyecana gelmemesi düşünülemez. Bir anlık düşünün. Bir tarafta Rabb’ül alemin (cc), öbür tarafta bu alemlerin içinde küçücük bir mahluk olan insan. Bir tarafta ezel ebed sultanı, Baki, Razık, Malik olan Allah (cc); öbür tarafta basit bir sudan yaratılmış, fani merzuk, memlük olan insanoğlu. Ve bütün yüceliği ve azameti ile beraber Allahu Teala bizleri sevgili Habibi (salallahu aleyhi ve sellem)’ne salat ve selam eylemeye davet ediyor. Bu davete muhattab olmak en büyük şeref ve nimetlerden biridir. Bu davete icabet kişiyi esfel-i safilinden çıkarıp alay-ı illiyyine doğru yol aldırır.
Selat ve selam; fani olan beşerin, Baki olan Allah (cc)’ın davetine icabettir.


Selat ve selam; kendi başına bir anlam ifade etmeyen harfin (insan) bir isme (Allah (cc)) bağlanarak anlam ve değer kazanmasıdır.


Selat ve selam; sıfır mahiyetindeki beşerin bir olan Allah’a bağlanıp değer ifade etmesidir.
Selat ve selam; Hz. Resuli Ekrem ile birebir muhatab olmaktır.


Selat ve selam; Rabbimizin, Resulünün (salallahu aleyhi ve sellem) şahsından hepimizi şereflendirdiği bir kurtuluş reçetesidir.


Kurtubi şöyle der; “Allah’ın salatı, Onun rahmeti ve rızası demektir. Meleklerin salatı, dua ve istiğfar manasındadır. Ümmetin salatı ise dua ve Onun emrine saygı göstermek demektir. (Kurtubi, 14/232)”


Savi ise şöyle der: “Meleklerin ve Müminlerin Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem)’e salat etmelerinin hikmeti onları bununla şereflendirmektir. (Savi Haşiyesi, 3-287)


“Allah’ım! İlmindeki varlıklar sayısınca, ezelden ebede kadar Efendimiz Muhammed(salallahu aleyhi ve sellem)’e, Onun al ve ashabına selat ve selam eyle”(amin)


Salat ve selam bu derece yüce bir değere sahipken elbette ki salt dille tekrarlanan bir lafızdan ibaret değildir. Salat ve selamın mübarek lafzının dille tekrarı çokça değerli olmakla beraber, lafzın içindeki lüb mahiyetindeki mana kavranıp gereği yapılmadıkça salat ve selam kast edilen manayı ifade etmiş olmaz. Şimdi biraz bu mana üzerinde duralım:
Hz. Resul-i Ekrem de ümmetinden kendisine salat ve selamda bulunmasını istiyor. Üstad Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem)’in bizlerden kendisine salat etmemizi istemesi büyük bir ihlas dersidir. O yüce Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem), bizler için çektiği onca sıkıntı ve meşakkate rağmen hidayetimize vesile olmasına karşılık bizden şahsı için salat etmemizi istiyor. Yani bizden, kendisi için Allah (cc)’a yalvarmamızı ve Onun için rahmet ve rıza dilememizi istiyor. Hz. Peygamber (salallahu aleyhi ve sellem) sadece Allah (cc)’ın rızasına taliptir. Onu (cc) razı etmek içindir tüm hayatı. Sadece Ona (cc) müteveccihtir. Vefat ettikten sonra da geride kalan ümmetinden Rabbinin rızası ve rahmeti için dua etmelerini yani salat etmelerini istiyor.


Hz. Muhammed Mustafa dahi Onun (cc) rızası ve rahmetine müteveccih ise, bizlerin başka yönlere müteveccih olmamız abestir. Namazımızın, ibadetlerimizin, hayatımızın, ölümümüzün tek bir gayesi olmalıdır. O da Allah (cc) rızasıdır.
Selam ise; güven vermektir. Birisine selam vermek “Senin hukukuna riayet edeceğim. Benden sana zarar gelmez” anlamındadır. Peygamberimize verdiğimiz selam da aynı şekilde; “Ya Resulallah! Senin hukukunu koruyacağım. Sana karşı olan görev ve sorumluluklarımı yerine getireceğim. Üzerimdeki hakkını eda edeceğim” anlamındadır.


Hz. Resul-i Ekrem’in mübarek viladetlerinin kutlandığı şu günlerde bu manaları doğru idrak etmeliyiz. Bu yüce davete icabet etmeli, O yüce zata, manasının idraki içinde bol bol salat ve selam eylemeliyiz.


Allah’ım! Efendimiz Muhammed(salallahu aleyhi ve sellem)’e, aline, ashabına salat ve selam eyle. (amin)
Madem ki salat Nebiy-i Ekrem (salallahu aleyhi ve sellem)’den, bizlere bir ihlas dersidir. Selam ise Onun hukukuna riayet edeceğimize dair verdiğimiz bir sözdür. O halde halisane bir niyetle Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem)’e karşı olan görev ve sorumluluklarımızı düşünmeli ve bu sorumluluklarımızı yerine getirmek için bütün gücümüzle çalışmalıyız.
Bizzat Peygamberimizin yaptığı gibi Allah (cc)’ı razı etmek için çokça çaba sarf etmeliyiz. İki Cihan Serveri risalet ile görevlendirildikten sonra Müminlerin annesi Hz. Hatice’ye madennevm ya Hadiceh” demiş ve o günden sonra dur durak bilmeden, rahata meyletmeden, gecesini gündüzüne katarak çalışmış, Rabbini razı etmeye uğraşmıştır. Bütün uğraşı hayat kurtarmaktı. Bir insanın hidayet olup ebedi hayatının kurtulması Onun (salallahu aleyhi ve sellem) için dünya ve dünya içindeki her şeyden daha hayırlıydı. Rabbini razı edecek en makbul ibadetlerden biri olan tebliği, risaletinin de asıl amacıydı. Bunun için defalarca Ebu Cehilllere, Ebu Leheplere, Ebu Süfyanlara, Utbelere, Şeybelere İslam davetini götürmüş ve hidayet olmaları için uğraşmıştır. Kendisi ömrünün sonuna kadar gece gündüz demeden çalıştığı gibi bizlerden de kendi dinine aynı ciddiyetle sahip çıkmamızı istiyor.


Bu durumda Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem)’e karış başta gelen görevlerimizden biri Onun davasını insanlara götürmektir. Onu ve Onun şahsında davasını insanlara tanıtmaktır. İslam’ı tebliğ etmek, ayet, hadis ve siyeri nebi (salallahu aleyhi ve sellem) ile sübut bulan bir farizadır. Bu uğurda bizim de “Madennevm…” deyip tam bir ciddiyet ile çalışmamız gerekmektedir.


Dikkat edilirse bütün çalışmalarımız bir noktaya çıkıyor. O da bire bir insanlara Hz. Muhammed aleyhi`s-salatu ve`s-selam’ın dinini tebliğ etmektir. Geriye kalan basın yayın, siyasi ve sosyal oluşumların hepsi bu amaç için birer araçtır.

Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem) ve bütün peygamberlerin tebliğ metodu, insanlara birebir dinlerini tebliğ etmek şeklinde gerçekleşmiştir.


Her kardeşimiz, motor görevi gören bu merkezi metodla bireysel olarak birebir insanlara ulaşmalıdır. Kadın, erkek, genç, ihtiyar, köylü, şehirli, okullu, medreseli kısacası bütün Müslümanlar bu hizmette birebir görevli ve müstahdemdirler. Peygamberimizin mücadele metoduna bakıldığı zaman bu durum birebir görülecektir.


Peygamberimiz (salallahu aleyhi ve sellem) dünyaya teşriflerinin kutlandığı şu günlerde Onu (salallahu aleyhi ve sellem) tanıtmak için hepimiz çok çalışmalıyız. Onu anmak, Ona bağlılığımızı bildirmek için çokça gayret göstermeliyiz.

Ulaşabildiğimiz eş, dost akraba vs. kimi bu kutlu kervana katabiliyorsak katmalıyız. Ulaşabildiğimiz halde, ihmal ettiğimizden dolayı Nebevi sevgi atmosferinden mahrum olan insanlardan sorulacağımız gerçeğini unutmamalıyız. Onun sevgisi ile meydana çıkmak, Onun sevgisinden bir nebze payidar olmak belki de hidayet güneşinin kalplerde doğmasına vesile olacaktır. Ve unutmamalıyız ki bir kişinin hidayet olması bizim için dünya ve dünya içindeki her şeyden daha hayırlıdır. Tebliğ ve ilgilenmelerimiz için mübarek viladet programları bir başlangıç olmalı ve devam etmelidir. Bu şekilde Rabbimiz bizden amellerimizi kabul buyursun. Ve Hz. Peygambere karşı mahcup etmesin.


“Ey Resulüm! O gün her ümmet içinde, üzerlerine kendilerinden bir şahid çıkaracağız, seni de bunların (ümmetinin) üzerine şahid getireceğiz…” (Nahl, 89)
 

Başyazı / İnzar Nisan 2011