ADANA - Mavi Marmara Gemisi ile 2010 yılında Gazze’ye insani yardım filosunda bulunup Siyonist İsrail’in, gemiye yaptığı kanlı baskında yaralanan Muhyeddin Yıldırım, İsrail’in Gazze’ye yönelik yaptığı ve yaklaşık 2 ay süren saldırıların ardından, İlke Haber Ajansı’na (İLKHA) değerlendirmelerde bulundu.

Savaşın fiili olarak ateşkesle sonuçlandığını ama sorunların bitmediğini belirten Yıldırım, “Şuan Gazze’de her evde ayrı bir sıkıntı ayrı bir trajedi var. Her evin şehidi, gazisi var. Birçok gazinin evi yok, kardeşi yok, anne-babası yok. Filistin topraklarında yıkık ve yardıma muhtaç bir şehir var.” dedi.

Ateşkesin kalıcı olacağına inanmadığını söyleyen Muhyeddin Yıldırım, “Tarih bize gösterdi ki, yaklaşık 70 yıldır İsrail ile Filistinliler arasında çok sayıda anlaşma yapıldı. Ve bu anlaşmalar hep İsrail tarafından bozuldu. Bu onların fıtratında var. Sıkışınca anlaşma yapıp, keyiflerine göre savaş çıkarmak üzerine bir yapısı var.” şeklinde konuştu.

Mavi Marmara Gazisi Muhyeddin Yıldırım’la yaptığımız röportajın tamamı:

İsrail’in Gazze’ye yönelik uyguladığı ambargoyu delmek için yola koyulan filoda bulundunuz. Uluslararası denizlerde Mavi Marmara gemisinde iken İsrail askerlerinin saldırısında yaralandınız. Sizin o filoya katılma sebebiniz tam olarak ne idi, amacınıza ulaştınız mı, tekrar böyle bir kafile yola çıksa katılmak ister misiniz?

Öncelikle niyetimizin temelinde Allah rızası vardır.  Onun rızasının aranmadığı her şey sonuç itibariyle boştur. Elbette bir hedefe gidilirken insanın birden fazla niyeti ve hedefi olabilir. Görünen ve hepimizin şahit olduğu hedef Filistin’e bir insani ve vicdani yardım faaliyeti idi. Aynı zamanda Filistinli kardeşlerimize canımızı ve malımızı ortaya koyarak yanlarında olduğumuzu ifade etmek içindi. Benim iç dünyamda ve dualarımda da aynı zamanda İslam âleminde bir korku hâkimdi. Bu sinmişliğin bu dünyevi kaygıların yıkılmasını arzuluyordum. Tekrar bir kafile yola çıksa inşallah yine katılmayı arzuluyorum. Fakat ben sadece bu sembolik faaliyete takılmak istemiyorum. Bizim için her mazluma her mağdura yakın ve uzak demeden el atmak yanlarında olmak en az bir mavi Marmara mesabesinde olmalıdır.

İsrail’in Gazze’ye yönelik 7 Temmuz’da başlattığı saldırılar 2 ay sürdü. Saldırılarda 2 binden fazla Müslüman şehit oldu, on binden fazlası da yaralandı. Siyonistlerin bu saldırılarını neye bağlıyorsunuz?

Başta Siyonizm olmak üzere Batılın en çok korktuğu şey Müslümanlar arasında vahdetin oluşmasıdır. Şunu çok iyi bilmeliyiz düşmanlarımızın gücü bizim dağınıklığımızdan pervasızlığımızdan kaynaklanıyor. Bir araya gelişlerimiz onları tedirgin ediyor, korkutuyor. Zaten İsrail’in saldırıları da böyle bir adımın atılmasından sonra geldi. Temel amaç el-Fetih ile Hamas arasında oluşan birliğin, birlik hükümetinin zarar görmesi idi. Allah’ın izni ile muvaffak olamayacaklardır.

Uluslar arası kuruluşlar (BM), neden bu saldırılara engel olmuyor?

BM’nin düzenine baktığımızda, beş daimi ülkenin yani, ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin kararları ile yönlendiriliyor. Şimdi böyle bir düzen adil mi ki, bu şebekeden adalet bekleyelim. Bu ülkelerin hangisinden adalet, merhamet bekleyebiliriz. Bu her bir ülke Müslüman kanı akıtan ve bundan beslenen zihniyetlerdir. Bundan dolayı uluslararası kuruluşlar bunların ismi cismi ne olursa olsun hayırlı bir adım beklemek bize yakışmaz. Şunu da unutmamak lazım, BM’nin kuruluş tarihi ile birlikte İsrail devletleşme sürecine giriyor. Yani BM’nin kuruluş amacı öncelikle İsrail’in kuruluşu ve güvenliğidir. Düşünün İsrail Gazze’de BM’nin inşa ettiği okulları ve tesisleri, koordinatları defalarca verilmesine rağmen meydan okurcasına bombalıyor, yerle bir ediyor. Kimin sesi çıkıyor?

İslam ülkelerinin bu saldırılarına tepki vermemesini neye bağlıyorsunuz?

Halkların az veya çok bir tepkisi var bunu görmek lazım. Burada da yönetimleri ve halkları ayırmak lazım. Halkların kalpleri ve duaları her zaman mazlumların yanında, bundan şüphemiz yok. Ama burada mücadele ve mücadele yöntemleri konusunda bizim de onların da ciddi bir atılıma ve kararlılığa ihtiyacı var. Bir ileri iki geri tarzı çıkışlar ve faaliyetler insanlara ve mücadelelere zarar veriyor. Bir anlık parlayan ve sönen tepkiler, eylemler bize lazım değil, hayrı da yoktur.

Türkiye hükümetinin bu saldırılarına karşı tutumunu nasıl buluyorsunuz, tepkiler yeterli mi?

Diğer ülkeleri dikkate aldığımızda en gür ses Türkiye’nin sesidir. Çırpındığını, mazlumun yanında olduğunu haykırıyor. Tabi bu yeterli mi? elbette değildir. Çünkü sen devletsin, devletin atacağı adımlar daha ciddi ve sarsıcıdır. Yani tepkiler söylemde kalmamalıdır. İsrail’e karşı siyasi tavrın yanında çok ciddi ekonomik, askeri, lojistik ambargolar uygulanmalıdır. Karadan İsrail ve Mısır’ın ambargosu var Gazze’ye. Türkiye bir devlet olarak biliyorum zordur, ama yapılmayacak bir şey değildir. Türk donanması eşliğinde insani yardımları denizden Gazze’ye ulaştırabilir. Bunu durdurmaya İsrail’in gücü yetmez. Yeter ki Türkiye siyasi ve askeri ağırlığını ortaya koysun. Bunu Türkiye er veya geç yapabilmelidir.

Türkiye halkının İsrail’e tepkisi yeterli mi?

Aynı şey halkımız içinde geçerlidir. Halk olarak diğer İslam ülkelerinden daha fazla ses verebiliriz. Ama bu bizi sorumluluktan yine kurtarmaz. Verdiğimiz tepkiler yetersiz ve sonuçsuz. En basiti yıllardır dillerden düşmeyen boykot hala sağlıklı bir şekilde uygulanmıyor. Filistin’e karşı en hassas olan kesimlerde bile hala İsrail ürünleri tüketilebiliyor. Duyarlılık hayatın her alanına yayılmalıdır. Bize düşen dualarımızla, imkânlarımızla düşmanlarımıza karşı yekvücut olmaktır. Bölük pörçük tepki ve eylemlerle düşmana zarar vermek bir yana bilakis güç kazandırıyoruz. Çünkü onlar yaptıklarımızı yakından takip ediyorlar ve bu dağınıklığımızı gördükçe bir şey yapamayacağımızı düşünüyorlar.

İslam ülkelerindeki halkların kendi hükümetlerine baskı kurması açısından yapılan gösteriler yeterli mi?

Hiç bir zaman yeterli olmayacaktır. Çünkü hükümetler üzerinde baskı kurmak ciddi bir organizasyon gerektirir, ciddi bir altyapı gerektirir. Müslümanların kendilerini ve ailelerini yarına hazırlamaları gerekiyor. Hayatın her yönüne yatırım yapmaları gerekiyor. Halkın değişimi ve dönüşümünü sağlamak için ilmi ve ibadi anlamda eğitimini sağlamak gerekiyor. Kur’an-ı Kerim’deki ifade ile Batıl, suyun üzerindeki köpüğe benzetiliyor. Yani her an gitmeye müsait. Bunun için bizim gücümüzün ve kapasitemizin farkına varmamız gerekiyor.

Türkiye’nin sembolik de olsa Gazzeli yaralıları tedavi etmek için ülkemize getirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sevineyim mi, ağlıyayım mı bilemiyorum. Çünkü bu ülkenin muazzam bir gücü var. Bu güç İsrail’in bir fişek atmasına bile izin vermemelidir. Bu cesareti bulamamalıdır.

Gazze için şu anda aktivistlerin Mavi Marmara filosu gibi bir girişimleri var mı, neler yapılabilir, bu konuda sizin önereceğiniz bir proje var mı?

Ağustos Ayı başında içinde İHH’nın ev sahipliğini yaptığı uluslararası sivil toplum kuruluşları ortak karar alarak denizden Gazze’ye yardım için yeni projeler hazırlanıyor. Bildiğim kadarıyla Türkiye’den katılımın az olması için karar alınmış. Yani temel amaç ambargoyu delmek için atılan adımların sadece Türkiye’nin değil uluslararası bir iradenin tavrı olduğu mesajını vermektir. Tabi burada iyi niyetle yapılan her projeye destek vermek gerekiyor. Ama burada başta Türkiye olmak üzere ülkelere sınırlama getirilmesini uygun bulmuyorum. Bu bir insani ve vicdani yardım faaliyetidir. Hangi ülkenin imkânı ve gücü neye yetiyorsa o aranda destek verebilmelidir. Yani bu konuda bir kota konmaması daha hayırlı olur kanaatindeyim.

Mavi Marmara şehitlerinin aileleri ve gazileri ile diyalogunuz var mı? Bu ailelerin herhangi bir mağduriyeti söz konusu mu?

Bir kısmı ile elbette diyalogumuz var. Şahit olduğum ya da duyduğum bir mağduriyet çok şükür yok.

Mavi Marmara’da şehit olanlar ve gazilerin İsrail aleyhine açtığı davada ne aşamaya gelindi? İsrail’in şehit aileleri ve gazilerine ödemek üzere teklif ettiği tazminat konusunda neler söylersiniz.

Bu konuda bize gelen özel bir bilgi yok. Hükümetin talepleri olan özür ve tazminat konusunda bildiğim kadarıyla bir sorun yok. Bizim de en çok önemsediğimiz ve hala gerçekleşmeyen ambargonun kaldırılması. Malumunuz en çetin şartlarda devam ediyor.

2 aylık saldırıların ardından İsrail ve Filistin arasında bir ateşkes anlaşmasına varıldı. Bu ateşkesi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anlaşmadan pek ümitli değilim. Anlaşmayı İsrail bozacak. Tarihten böyle öğrendik. O yüzden bu anlaşma bana güven vermiyor. Ama göz ardı edilmemeli ki bu anlaşma Filistin için bir kazanımdır. Çünkü İsrail istemeyerek de olsa tavizler vermiştir. Bunun sebebi Hamas’ın askeri başarısı ve İsrail’in hezimetidir. Hamas dünyanın en güvenli şehirlerinden birisi olan Tel Aviv’i füzelerle vurmayı başararak oranın artık pek de güvenli bir yer olamayacağını gösterdi ve İsrail’i ateşkes yapmak zorunda bırakmıştır. Bu ateşkes aynı zamanda gösterdi ki İsrail artık canının istediği gibi Gazze’ye saldıramayacak. Çünkü hava alanlarını vuracak kadar gelişmiş insansız hava araçları üreten bir güç var. Ve İsrail bu ateşkes ile bunu kabul ettiğini göstermiş oldu.

Sizce bu ateşkes bir zafer midir?

Bence zafer değildir. Ama bu bir kazanımdır. Hem de ciddi bir kazanımdır. Zafer olabilmesi için Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın özgür olması gerekiyor. Ama bu ateşkes bir Hudeybiye mesabesindedir. Nasıl ki Hudeybiye anlaşması Mekke’nin fethinin anahtarı olmuşsa bu ateşkes de İnşallah Filistin’in özgürlüğünün anahtarı olacaktır.

Gazze’ye tonlarca bomba yağdı. Normal hayat durma noktasına geldi. İnsanların en temel ihtiyaçları olan gıda, su ve ilaç konusunda sıkıntılar çekiliyor. Saldırılar sona erse de ambargolar büyük ölçüde devam ediyor. Bu şartlarda sizin Gazze ile ilgili duygu ve düşüncelerinizi almak isteriz. Gazze için son olarak neler söylemek istersiniz?

Gazze ve Gazze’deki mücadele aslında bize çok şey öğretiyor. Bir halk nasıl direnmelidir, bir mücadele nasıl olmalıdır. İsrail’in bütün kirli ve zalim savaşına rağmen Gazze’deki mücadele onların seviyesine inmemiş, çok şükür bütün insanlığın gözü önünde temiz kalmayı başarmıştır. Savaşın olduğu bölgelerde insanlar evlerini topraklarını terk eder. Ama Gazze’de tam tersi yaşanıyor. Herkes evine toprağına daha çok sarılıyor ve terk etmemek için her şeyini feda ediyor. Tarihte böyle bir şey görülmemiş. Bundan dolayı Gazze halkına yürekten bir muhabbetim var, onları çok seviyorum. Hatta hastanede tedavi gördüğümde ziyaretime gelen Filistinliler her defasında bize teşekkürlerini ifade ediyorlardı. Ama her defasında aslında bizim onlara teşekkür etmemiz gerektiğini belirtiyordum. ‘Çünkü biz sizlerin sayesinde çok şey öğrendik’ diyordum.  (Yunus Emre-İLKHA)