ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ
Ne Katolik ne Ortodoks Batı’da ne de Çin uygarlığında İslam dünyasındaki Dürzilere, Yezidilere, Mecusilere denk gelecek bir topluluk var.
Hem Batı hem Çin uygarlığı özellikle kendi merkezi alanında bu tür azınlık yapılara asla izin vermedi; onlara yaşam hakkı tanımadı.
Bu tür yapıların varlığı, İslam dünyasında kimi aldatıcı, önyargılı Batılı araştırmacıların iddia ettiği gibi coğrafik koşullarla da açıklanamaz. İslam coğrafyası herhalde İtalya, İsviçre, Rusya coğrafyası kadar sarp değil. Söz konusu olan dağların varlığı ise o ülkelerin dağlarının yanında Lübnan dağları ve Şengal Dağı herhalde ancak küçük bir tepe kalır.
İslam, onları asla onaylamasa da onların inançlarındaki inatlarını kendi tercihleri olarak görmüş ve o tercihin varlığına dokunmamıştır; onları bugüne kadar İslam coğrafyasında tutan budur.
Siyasi olarak tarif edilmiş bir coğrafya içinde yaşayan toplumlar, “hâkim toplum” ve “azınlıklar” olmak üzere iki kategoride ele alınır. “Hâkim toplum”, çoğu zaman nüfus çoğunluğunu ifade etse de ondan öte siyasi olarak etkin, karar mekanizmasında(resmi veya gayri resmi olarak) öncelikli, bürokraside kilit noktalarda olan toplumu ifade eder. Azınlıklar ise nüfusları ne olursa olsun siyasi olarak pasif, karar mekanizmasında ikincil, bürokraside atıl konumda olan toplulukları anlatır.
Musul gibi tarihi bir kenti kapsayan, Bağdat, Şam gibi İslam medeniyetine başkentlik eden geçmişin ilk ve en büyük metropollerine komşu olan Kürdistan coğrafyası kadim bir azınlık yurdudur. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları Batılılar tarafından belirlenen Irak siyasi yapısı içinde kalan Kürdistan coğrafyasında hâkim toplum Kürtlerin yanında Asuriler, Yezidiler ve Şebekler de yaşıyor.
Din ve kültür farkı, Asurileri; din farkı Yezidileri, mezhep farkı Şebekleri teoride ne denirse densin pratikte azınlık konumunda bırakmış.
Kürtlerin İngiliz sömürgesi ve sömürge ardılı Irak hükümetleri ile mücadelesinde küçük bir kesim hariç her üç topluluk da Kürtlerle birlikte hareket etmeyi; Körfez Savaşı’ndan sonra şekillenen Irak’ta ise geleceğini Kürtlerin geleceği ile birleştirmeyi reddetti.
Kültürel ve dini farklılık, sadece dini farklılık ve sadece mezhebi farklılık toplumları ayırabilir. Bunun Batı’da örnekleri vardır. Bosna’da İslam, Boşnakları Hırvat ve Sırp Hıristiyanlardan ayırıyor. Hırvatların Katolikliği ise onları Ortodoks Sırplardan farklı kılıyor. İrlanda’da onlarca yıl süren savaş esasen bir Protestan-Katolik savaşı idi. Bugün Ukrayna’da da süren savaş aslında Protestan Batı destekli Katolik Ukraynalılarla Ortodoks Ukraynalıların savaşıdır.
Kürdistan’da bir bölümü Kürtçe konuşan Asuriler, kendilerini kültür ve dinleri; tamamı Kürtçe konuşan Yezidiler, dinleri ve Arap ırkına mensup olma ihtimali; yine tamamı Kürtçe konuşan Alevi Şebekler ise kendilerini mezhepleri ile tarif ettiler.
Bu topluluklardan özellikle ilk ikisinin köken olarak Kürdistan’ın öz yerlisi olup olmadıkları tartışmalı da olsa tamamının Kürdistan coğrafyası ile özdeşleştikleri muhakkaktır. Bunların nüfusu genellikle Musul çevresindedir. Ancak Kürdistan’ın diğer yörelerinde de küçük gruplar halinde vardırlar. Körfez Savaşı sonrasında yeni Irak oluşturulurken bu toplulukların Musul çevresindeki bütünleri Kürdistan Bölgesi ile birleşmeyi reddetti. Kürdistan Bölgesi de bunun üzerine Şengal’in kendisine bağlanma talebini sürdürse de Musul hakkında siyasi bir talepte bulunmaktan vazgeçti.
Asuriler, İngiliz işgali sırasında Irak’ta güçlendiler, kendilerini ayrıcalıklı görüyorlardı. Yezidiler, Baas döneminde kendilerini Emevi ailesinin asil Arapları diye kayda geçirdiler, Baas yönetiminde ırk iddiası üzerinden hâkim sınıfa geçiş yaptılar, Şebekler ise Körfez sonrası Irak’ta kendilerini Irak Şia’sının bir parçası olarak kayda geçirdiler, Kürdistan’da değil, yeni Irak’ta hakim toplumun bir parçası olmayı tercih ettiler.
Irak’ta Musul vakası sonrası yaşanan yeni durum her üç topluluğu da daha önce içinde yer almayı reddettikleri Kürdistan’a doğru itti. Şu anda üç topluluk da Bağdat’taki varlıkları hariç neredeyse bütün nüfusuyla siyasi olarak tarif edilmiş Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi coğrafyasına atılmış durumdadır.
Bu topluluklar özetle tanıtılacaksa;
ASURİLER
Nasturiler ve Doğu Suryanileri olarak da bilinir. Kürdistan’da Musul, Urmiye ve Hindistan’da Karela eyaletinde yaşarlar. Bunlardan 16. Yüzyılda Roma Papasını tanıyarak Katolik olanlar Keldani diye bilinirken ana kitleleri kendisini hâlâ Asuri olarak tanıtır. Bir ırk olmaktan öte bir Ortodoks Hıristiyanlık mezhebidir; mezhep, adını 428-431 yılları arasında İstanbul Patriği Nestorius’tan almıştır.
Nestorius, Hz. İsa’nın 30 yaşında tanrısallık özelliği edindiğini, Hz. Meryem’in tanrı İsa değil, insan İsa’nın annesi olduğunu, bunun için ona “Tanrı’nın Annesi” denemeyeceğini söylemiş. İstanbul’da aforoz edilen patriğin taraftarları Urfa ve Nusaybin’de yaşam imkânı bulmuş; Urfa’da uğradıkları takibattan sonra Sasanilere sığınarak İran’da azınlık olma hakkı kazanmış ve böylece Sasani İmparatorluğu içinde yer alan Kürdistan coğrafyasında varlık bulmuştur. 1840’lı yıllarda Osmanlı’daki yenileşme hareketi ve Batılı misyonerlerden aldıkları cesaretle daha çok Hakkâri yöresinde Kürtlerle yoğun bir çatışmaya giren Nasturi nüfusun bir bölümü yok olmuş, bir bölümü Amerika ve Avrupa’ya göç etmiş, bir bölümü ise 20. yüzyılın başında İngiliz hâkimiyetine giren Musul çevresinde kümelenmiştir.
ŞEBEK KÜRTLERİ
Kürdistan’da Alevi Kürtler veya Şia Kürtleri olarak da bilinir. İran’da Safevi Şii imparatorluğunu kuran Safevi ailesinin Erbil yöresinden göç eden ve Şafii mezhebinden İmamiye (Caferiye) mezhebine geçen Kürtlerden oluştuğu bilinse de Şebek Kürtlerinin Şafii mezhebinden ne zaman ayrıldıkları tam bilinmemektedir. Bu topluluğun Tunceli Alevileri gibi bir dönem İran içlerine göç ettiği ve orada Şia’ya geçtiği daha sonra değişerek bir tür Bektaşi niteliğine büründüğü de iddia edilmektedir.
Tamamı Kürtçe konuşan Şebeklerin önemli bir bölümü Saddam dönemindeki göç politikaları ile Bağdat çevresinde yaşamaktadır. Bu nüfus 5-10 yıl öncesindeki seçimlerde 500 bin olarak tahmin edilmekte ve Bağdat’ta milletvekilliği kazanmak isteyen Kürt partilerine umut vermekteydi. Ancak Şii Türkmenlerde olduğu gibi Şebe Kürtleri de kendilerini dil ve soyları değil, mezhepleri ile tarif edip Şii partilere yöneldiler.
Kürdistan Bölgesi ve çevresindeki Şebekler ise Bölgesel Yönetim’le daha çok kaynaşmış, bir kısmı Peşmerge kuvvetlerine de alınmıştır.
YEZİDİLER
Kürdistan’daki en esrarengiz topluluktur. Önemli bir bölümü, Irak sınırları içinde kalan Kürdistan’da; bir bölümü Ermenistan sınırları içinde kalan Kafkasya Kürdistanı’nda ve artık sayıları onlarla ifade edilen bir bölümü ise Batman-Mardin-Urfa çevresinde yaşayan, tamamı Kürtçe konuşan ve eski Kerburan (Dargeçit) Suryanileri hariç Kürtçe konuştuğu halde kendisine Müslüman demeyen tek topluluktur.
Yezidilik için bir dönem Musa Anter ve ona inananlar tarafından “asıl Kürtlük” gibi garip bir tanımlama yapıldı. “Gericilik” iddiasıyla İslam’ı reddeden Solcular, Türklerde Alevilik için olduğu gibi, Kürtlere ilericilik adına Yezidiliği önerdiler. Bu, Kürtlerin düşünce tarihi içinde en sapkın ve en utanç verici önerilerden biriydi.
Ancak, Musa Anter’e inanıp Yezidilik hakkında araştırma yapan solcu gençler bu tariften rahatsız olup ona sahiplenme konusunda isteksiz davrandıkları gibi Yezidiler de bırakın kendilerini “Asıl Kürt” görmeyi, önemli bir bölümü kendilerini Kürt görmeyi bile reddetti.
Özellikle birkaç yıl önceki fotoğraflara bakılırsa Yezidi erkeklerin Irak’taki Kürtlerden farklı bir başlık taktıkları görülecektir. Bu, öylesine bir ayrıntı değildir. Ya da Mardin-Urfa yöresindeki yaşlı Kürt erkeklerinin keyfi bir tercihi gibi bir tercih hiç değildir. Türkiye’de Kürtler açısından o başlığın hiçbir anlamı yok. Dolayısıyla takanlar kınanmadığı gibi takmayanlar için de bir anlam taşımaz. Oysa özellikle Suriye, sonra Irak’ta o başlık Kürtlükten uzaklaşmayı ifade eder. Suriye Kürtleri, Doğu erkeğini olabildiğine şık gösteren o başlığı takmamak için hapis yatmayı bile göze alırken komşuları Şengal Yezidileri onu kendi milli başlıkları ilan ettiler.
Saddam Hüseyin döneminde rejim, dini, mezhebi ne olursa olsun Arap soyluları olarak Kureyş soyundan gelenlere ayrıcalık tanıma politikası iddiasında bulundu.
Kürtler, uzak bir geçmişten bu yana Kürdistan coğrafyasının hâkim toplumu idiler. Osmanlı döneminde de Batılılaşma hareketine kadar devletin bölgedeki ortağı konumundaydılar. Kendi bölgelerinin ‘mir’ olarak tam hâkimi iken Bağdat-Şam valileri ve neredeyse istisnasız bütün Bağdat-Basra kadıları kendilerinden seçilirdi. Dolayısıyla Yezidilerin Osmanlı ile ilgili bütün sorunları doğrudan bir Yezidi-Kürt sorununa dönüşüyordu. Öte yandan Kürtler, Osmanlının içinde yer alarak özellikle 18. yüzyıldan itibaren sürekli savaşlara katılıyor ve nüfusça azalıyorlardı. Yezidiler ise bundan uzak olduklarından hızla artıyor, Kürt köylerine doğru genişlemeye çalışıyorlardı. Bu durum Kürt mirlerini onlara karşı seferler düzenlemesine yol açıyordu.
Bu tarihi vakalar Yezidileri Kürtlerden uzaklaştırmıştı. Saddam’la çatışmada Kürtler zor durumda iken Yezidiler Saddam’a başvurarak kendilerinin Kürtçe konuşsalar da Yezid bin Muaviye’nin soyundan gelen öz Araplar olduklarını söylediler, Adiy bin Müsafir’in soy zincirini kanıt gösterdiler.
Bu, Kürdistan coğrafyasını bölmek isteyen ve Mişel Eflak’ın öğrencisi olarak Baasçılık üzerinden din ötesi bir Arap ulusu düşünen Saddam için bulunmaz bir fırsattı. Yezidilerin Emevi soyundan gelme iddiası kabul gördü. Yezidiler bu iddiaya destek olarak Kürt kıyafetindeki başlığı attı ve Irak’ın ayrıcalıklı hâkim sınıfı içinde yer aldı(Garip ama birkaç yıl önce Kafkasya Kürdistanı Yezidileri de Ermenistan hükümetine başvurarak kendilerinin Kürtçe konuşsalar da Kürtlüğün kendilerini tarif etmediğini, kendilerinin Yezidi olduklarını belirttiler. Beyanları Ermenistan hükümetince kabul gördü. Kürtlere ayrılan milletvekillikleri kontenjanları tamamen Yezidilere verildi).
Adiy bin Müsafir, birçok eseri olan büyük bir İslamî şahsiyettir. Şeyh Abdulkadir-i Geylanî ile dost olmuş, onlardan sonra yaşayan İmam İbn-i Teymiye tarafından da takdir edilmiştir.
Mervan bin Hakem veya Yezid üzerinden onun amcasının oğlu Ebu Süfyan bin Harb’ın soyundan geldiğine inanılan bir mutasavvıftır. Bugün Kürdistan’ın Duhok eyaleti sınırları içinde yer alan Laleş’e gelip yerleşmiş, burada tarikatını yaymış; 1162 yılında doksan yaşında vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.
Adeviye olarak bilinen tarikatının nasıl Yezidiliğe dönüştüğü ise meçhuldür. Yezidilik, keskin sınıfsal yapısıyla Hindistanî Brahmanist, kimi kutsalları ile ise İranî-Zerdüştî özellikler taşımaktadır.
Güçlü kanaat, Miladi 15. yüzyılın ortalarına doğru Laleş’in bid’ata sapma iddiasıyla çevre halkların saldırısına uğradığı, tarikatın bütün önderlerinin katledildiği, cahil kalan Adeviye mensuplarının Hindistan ve İran’dan gelen istismarcılardan da etkilenerek inançlarını yörenin mitolojik yapısıyla bütünleştirip Yezidiliği oluşturdukları yönündedir.
Tarihin garip yanı, Yezidiler bugün Emeviciliği neredeyse kutsayan ve onların sığındıkları Saddam’ın generalleri ile ittifak halindeki bir örgüt tarafından katlediliyor, kovuluyor ve bir zamanlar mensubu olmayı reddettikleri Kürtlere sığınıyorlar.
Netice…
Kürdistan’da azınlıklar konusunda bugün iki ana akım var: Azınlıkları haklarını “gayr-i muslim” sınıf içinde daima gözeten İslamî ve artık geleneksel anlayış… Onun karşısında kendisine içeride müttefik bulmak, dışarıda ise Batı’nın desteğini kazanmak için Müslüman çoğunluğu mahkûm, azınlıkları hâkim sınıf haline getirmek isteyen ulusal sol anlayış… Bu ikinci anlayışın Yezidi göçünden pay kapmaya çalıştığı anlaşılıyor.