Havalar soğumaya başlamıştı. Köylüler her yıl olduğu gibi kış hazırlıkları için, telaş içerisinde koşuşturuyorlardı. Eşeğini eyerleyip baltasını omuzlayanlar yakacak için ormana doğru, genellikle kadınlara tahsis edilmiş olan, yaz boyunca toplanıp kumlak toprağa gömülen yağ, çökelek çıkarma işi için ise çay ve dere kenarlarına istikametler başlamıştı.

Bir koşuşturma almış başını gidiyordu. Buranın kışı bazen aniden bastırdığı için insanları tedbirlerini her yıl erkenden almak zorundaydılar. Genellikle aralıkta kendini gösteren bazen sonbaharın henüz ikinci ayına girerken sert yüzünü gösterebiliyordu. Tabii olarak hazırlıklı olmak kaçınılmaz bir tedbirdi.

Kış şartları her ne kadar zor da olsa, dayanışma ve kaynaşma içinde olan bu köylüler için bu dayanışma ve kaynaşma bir neşe kaynağına dönüşüyordu.

Köylüleri böylesine korkutan, son zamanlarda bölgede bir soykırım politikasını güden zalim güçlerin maşası ve tetikçi askerlerinin köye girmeleriydi. Askerden ziyade ovaya çıkmış insan kılıflı kurt sürüsüydü.

Köylüyü korkmaya iten haklı sebep, bu sürünün sebep olmaksızın çoluk-çocuk demeden katletmesiydi.

Köye giren 1. Tugay tetikçileri, köyün imamı ile birlikte toplam 12 kişiyi yanlarına alarak uzaklaşmaya başlamışlardı.

Aralarında yaşıtlarının sokaklarda, kucaklarında oyuncak bebekle sek sek oynadığı 1 yaşında bir çocuk babasının elinden tutmuş, o da ölüm yolculuğuna yürüyordu.

İlçeye inip babasının çikolata alacağı zannıyla severek!

- Baba! Yoruldum. Daha çok gidecek miyiz? Sahi baba biz nereye gidiyoruz?

Babanın yüreğine bıçak gibi saplandı bu soru. Zira soruyu soran, evde oyuncaklarıyla oynaması gerekirken kendisiyle soğuk bir ölüme yürüyen göz bebeği, ciğerpare kızıydı.

Ne cevap vereceğini bilemeyen baba, kızının yüzüne anlamsız ve buruk bir bakışla sadece...

- Gidiyoruz işte, kızım! diyebildi.

Başka ne diyebilirdi ki;

“Bizi öldürmeye götürüyorlar” veyahut “bize işkence edecekler”, “ yakacaklar” mı diyecekti!

Ya da “ Dayılarına gideceğiz,” ya da “amcana gideceğiz” mi diyecekti?

Gözlerine inen yaşları kızından saklamak için yüzünü kızından saklamıştı.

Bu bir ölüm yolculuğuydu . Savaşsız, kavgasız, husumetsiz keyfe dayalı bir katliam yolculuğu...

Kilometrelerce yürüyüşten sonra, şer güçlerinin namlusu altında Murat Nehri aşılmış, Dareheni’nin (Genç ilçesi) mıntıkasına varmışlardı.

Mazlum ve Mustazaf köylüler ilçeye birkaç yüz metre yakınında kurbanlık koyun gibi toplatılmış ve namlular doğrultulmuştu.

Hesap gününün gelmeyeceğini zanneden bu zalim şer güçleri on iki masum Müslüman köylüyü inançlarından dolayı vahşice kurşuna dizmişlerdi.

Tekbirlerle can veren on iki mazlum Müslüman, Rablerine şehadet kanlarıyla zalimi şikayette bulunurlar.

Şehit olan on iki mü’min, cehennemin odunu olan müstekbir askerler tarafından toprak kazılıp toplu olarak bir çukura gömülürler. Kış ayı geçtikten sonra köylüler tarafından cesetleri çıkarılınca, sanki birkaç saatlik ölüler gibi taze kanlarıyla duruyorlardı. Rabbim şehadetlerini kabul etsin. (Bu olaydan kurtulan dokuz yaşındaki kız çocuğunun anlatımıyla olayın aydınlığa kavuştuğu bilinmektedir.)

Abdullah Becerikli
Erzurum Cezaevi