Yine her zamanki gibi pencerenin kenarında, yatağımın üzerinde oturmuş dış dünyaya açılan, (kitap okuduğum zamanlar hariç) cezaevinde olduğumu bir an unutturan gökyüzünü seyrediyorum. Evet, Yusuf (a.s) atıldığı kuyuda nasıl yüzünü gökyüzüne çevirdiyse; bizler de onun gibi çehremizi hep gökyüzüne çeviririz. Öyle uçsuz bucaksız okyanus, bembeyaz köpüren dalgalarıyla bir deniz, serin esen bir esintinin yüzünüze vurduğu sularıyla bir çağlayan veya boylu boyunca uzanan ağaçlarla, envai çeşit çiçeklerle dolu kokularının insanın ruhunun derinliklerine tesir edip dinlendirdiği Allah(c.c)’ın birliğine, yüceliğine ve keremine binlerce kez şahitlik eden bir dağ manzarası, bir yayla görüntüsüne değil, belki standart bir hane penceresinin dıştan 10 çarpı 10 santimetre genişliğinde demir parmaklıklar arasından dışarıyı izlemek... (Dışarıyı iyi görmek için şebekenin demirlerine anlınızı dayamanız gerekir). Manzaramız Allah (c.c)’ın “Fenzur ileyhi kerreteyni” buyurduğu insanın ısrarla bakması halinde gözlerinin kendisine yorgun döndüğü gökyüzü… Yüksek duvarlar üzerine gerilmiş dikenli teller arasından, karşı çatının üstünden uzanır gider görebildiğine değin. Alabildiğine gökyüzü ve uzaklarda zor seçebildiğin kuşlar.

Kuşların özgür uçuşları, tutsak ve çaresiz zihinde istem dışı bir kıyasa yol açıyor. Ben, eşref-i mahlûkat olan insanoğlunun bir ferdi, Allah (c.c)’ın insana hizmet için yarattığı bir kuştan daha aciz bir durumdayım. Kuşlar özgürce kanat çırparken, ben demir parmaklıklar, yüksek duvarlar, dikenli teller ardında esir, tutsak ve engelli…

Ben bunları düşünürken daha önce birçok konuda hayalen çıktığım düşünce gezintilerinde bana yarenlik eden ve ufkumu açan, hatırlatmalarda bulunan kâinatın yaratılışı üzerine, mahlûkatın varlık hikmetine, insanoğlunun sıradan ve alelade gördüğü üzerinde düşünmeye dahi gerek görmediği birçok konuyu ve içindeki derin manaları (ki başlı başına bir yazı konusudur) anlamamda bana yardımcı olan farklı yörelerde “yusuf tutan”, “yusufçuk” “kumru” gibi birkaç ismi olan Yusuflar diyarının sakinlerinden (bu kuşlar cezaevlerinin çatılarına ve değişik yerlere yuva yaparlar) Yusufların yakınları olan kumru kuşu karşı çatıya kondu. Onu her gördüğümde hayalen konuşur sohbet ederim. Karşımda yusufçuk kuşunu görünce istemsiz: “Senden de daha zayıf bir haldeyim öyle değil mi?” diye sordum. Yusufçuk bana doğru uçup pencereye kondu kısa bir süre beni süzdükten sonra karşıma dikilip durdu. Hayalen konuşmaya başladı:

-Ey Yusuf, sen kimsesiz ve çaresiz değilsin! Güçsüz kuvvetsiz de değilsin! “Nasıl?” dedim. Dedi ki:

-Sen LAİLAHE İLLALLAH dedin. Böylece bütün mabutları, (güç, para, kadın, çocuk, nefis) Rableri, (terbiye edip eğitme, ayar çekip düzeltme hakkına sahip olduğu iddiasında bulunan) Melikleri, (hücum, idare sevk ve yönetme yetkisini kendinde gören) ve ilahları (tüm teveccüh ve alakanın, saygı ve ta’zimin her tür övgü ve senanın kendisine edilmesinin gerektiğini söyleyen) gerçek aşka ve sevgiye layık olmayanları, senden hiçbir hayır ve şerri defetmeye güç yetmeyenleri batıp gidenleri inkâr ettin. Yani yalnızca Allah (c.c)’a kul olduğunu ilan ve ikrar ettin. Böylece sarsılmaz sağlam bir dayanağa kopmaz kırılmaz bir ipe sarıldın. Allah (c.c)’a iman ile bütün kâinatın bir tek sahibi olduğunu kabul ettin. İbrahim (a.s) gibi “Hiçbir güç ve kuvvete sahip olmayan ilahlara tapan mı yoksa kâinatın sahibi Allah (c.c) ‘a iman eden mi korkmaya daha layıktır.” dedin. Bak bütün mahlûkat Allah (c.c)’ın mücessem bir ayetidir. Gökte melekler, yerde tüm mahlûkat Allah(c.c) adına hareket eder, Onun (c.c) hesabına çalışır, Onun (c.c) izniyle işler. Öyleyse yerdeki karıncadan, daldaki yaprağa, dağdaki ağaçtan, deryadaki balığa, yerdeki yılandan, gökteki yıldıza ta Arştaki meleklere kadar hep sana dost ve yarendir. Allah (c.c)’a kulluk menzilinde sana yoldaştır. Sen kuvvetsiz değilsin çünkü sırtında bir kâinat var Yusuf. “Peki ya bu gam” dedim.

Deki ki; -Sen “LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAH” dedin. Bunun ne yüce bir dayanak ne ulvi bir güç, ne bükülmez bir bilek olduğunu bilir misin?

-Söyle dedim.

Dedi ki;

-Bu öyle bir güç, öyle bir kuvvettir ki, ona iman edenin gözünde bütün Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller, Şahlar, Büyük Şeytanlar ve yavruları topal sinek hükmüne düşerler. Bütün imkân ve şaşaalarıyla beraber bir hiç hükmündedirler. Kimi, dalgalara mağlup olur boğulur da, kimi bir sinekle Cehenneme sürüklenir.
Ümmetin hali ya dedim. Dedi ki;

-Nuh (a.s)’u gemide kurtaran, İbrahim (a.s)’e ateşi serin ve selametli kılan, Musa (a.s)’ya Nil’i boyun eğdiren, Resulullah (a.s)’a Cebrail (a.s)’i yardımcı eden, her çağda Mümin kullarına zaferleriyle yardım eden sizi bu halde bırakır mı? Yeter ki sorumluluklar bilinsin, kardeşlik dirilsin. Ne zaman müjde vuslat yakın mı? Dedim

Sen dedi ey yusuf
Kâinata dön de bak
Hepsi dosttur dost sana
Âmin derler duana

Ufku gözle binazar
Ayetler milyon hezar
Üzülme sen bin sevin
Daim olsun hep virdin

Düşman olsa bin Nemrut
Ondan fazla ceberut
Hepsine yeter bir kun
Cehennem yer feyekun

La havle çok zayıftır
Vela kuvvete hiçler
Müjdeler iman zafer
Düşmesin gönle keder

Sonra bana gülümseyip uçup gitti kumru kuşu. Hayal dünyasından hakikate dönünce bütün acziyet ve güçsüzlüğüme rağmen iman nimetiyle ne yüce bir güce dayandığımı anladım ve şükrettim. Rabbime sonsuz hamd ve senalarda bulundum. Bazen küçük mahlûkatlar da büyük hakikatlerin görülmesine vesile olabiliyor. Kâinatı bize dost kılan, onları hizmetimize veren Allah (c.c)’a sonsuz hamdu senalar olsun.
Selam ve dua ile

Akan Ayçoban
F Tipi Cezaevi Sarıçam / Adana