27 Aralık 1979’da siyasetçilere iletilmek üzere askerlerden bir uyarı mektubu alan Cumhurbaşkanı Korutürk, mektubun içeriğini 2 Ocak’ta Çankaya’ya davet ettiği Demirel ve Ecevit’e açıkladı. Ne var ki mektup ortada kaldı, her iki lider de uyarının muhatabının kendisi olmadığını savunuyordu.
Aslında askerler, müdahalelerine Korutürk’ü de katmak istiyorlardı ama Korutürk bu teklifi kesin bir dille reddetti. Kenan Evren, 12 Eylül’den 20 yıl sonra şöyle anlatacaktı: “Efendim, dedim, bu iş böyle yürümeyecek. Biz ikaz edelim, siz de bizim başımızda kalın. Fakat Korutürk, ‘Ben seçimle geldim, seçim dışı bir oluşumun içinde olmam’ dedi.”
Korutürk, görev süresinin dolduğu 1980 Nisan’ında Çankaya’dan ayrıldı. Artık, askerlerle siyasiler arasında bağlantı sağlayabilecek bir figür de kalmamıştı ortada. Yerine, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil vekâlet etmeye başladı.
Aday dahi gösteremeyen partiler
Ülke, yeni cumhurbaşkanını seçecekti ama, bu defa partiler kimi siyasi hesaplarla aday dahi gösteremiyorlardı. Basın ortaya birtakım isimler atıyor, fakat hiçbiri siyasetçiler tarafından benimsenmiyordu. Bu çerçevede bir ara Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in de adı ortaya atıldı, hatta dönemin en etkili gazetelerinden birinin “halk anketi”nde açık arayla birinci bile ilan edildi.
Partiler aday göstermeyince seçim turlarına da geçilemiyordu. Nihayet, Mardin Bağımsız milletvekili Nurettin Yılmaz kendini aday gösterdi ve 25 Mart 1980’de ilk tur oylaması yapılabildi. Bu adaylık, seçilmek için üçte ikilik bir çoğunluk aranan ilk iki turun geçilmesini ve barajın salt çoğunluğa indirilmesini de sağladı.
Ne var ki bu da pratikte hiçbir işe yaramayacaktı, çünkü partiler hâlâ aday göstermiyorlardı. Sonunda, Nisan ortalarında iki partiden iki “kerhen aday” geldi: Adalet Partisi’nden (AP) eski orgeneral Faik Türün, Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) eski orgeneral Muhsin Batur.
Turlar biribirini izliyor, bazen magazin dünyasının ünlülerine de oy çıkıyor fakat Türkiye Cumhuriyeti bir türlü cumhurbaşkanını seçemiyordu.
Siyasi atmosferin boğuculuğu, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de etkisiyle yaz aylarında tahammülfersâ boyutlara ulaşmıştı. Sokaklarda her gün çatışmalar oluyor, onlarca insan ölüyor ya da yaralanıyordu.
Generaller 11 Temmuz’da müdahale kararı almış, darbenin uygulama planı olan Bayrak harekât planını birliklere göndermişlerdi.
Org. Evren’in büyük korkusu
2 Temmuz’da Demirel hükümeti Meclis’teki oylamada güvenoyu alınca müdahale tarihi ertelendi. Evren, gazeteci Cüneyt Arcayürek’e o günleri anlatırken çok korktuğunu söyleyecekti: “Kenan Paşa bana, bir ara çok korktum, dedi. Biz bunu dağıttık ama, dağıttığımız arkadaşlarımız 30 Ağustos’ta emekli oldu. Ya emekli olduktan sonra böyle böyle bir darbe hazırlığı vardı, deselerdi ne yapacaktık?”
Ne var ki Evren’in korktuğu başına gelmemiş, “iftihar ettim” dediği senaryo gerçekleşmişti: Emekli askerlerden çıt çıkmamıştı. Askerlerin kararlarını ertelemelerini izleyen günlerde Çorum olayları gerçekleşti, Nihat Erim, Gün Sazak ve Kemal Türkler’in hayatlarını kaybettikleri şoke edici siyasi cinayetler işlendi.
Bütün bunlar, siyasete müdahalenin psikolojik alt yapısını hazırlamaya hizmet ediyordu. Nitekim askerler 26 Ağustos’ta, bir daha kesinlikle ertelememe kararlılığıyla darbenin tarihini 12 Eylül olarak belirlediler.
Böylece yalnız darbenin değil, Türkiye’nin 7. cumhurbaşkanının kim olacağını belirleyecek sürecin de işaret fişeği atılmıştı.
‘Yokla bakalım ağzını’
12 Eylül’e birkaç gün kala Kenan Evren, Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil’e bir nezaket ziyaretinde bulundu. Demirel, ziyaretten önce Çağlayangil’i aradı ve “ortalıkta darbe söylentileri var, şöyle bir ağzını yoklayıver” dedi.
Ziyaretin ardından Çağlayangil Demirel’i aradı ve ona şöyle dedi: “Endişe edilmemesini, orduya hâkim olduklarını söyledi. Yalnız, size bir şey ifade ediyorsa, lüzumundan fazla sıcak davrandığını söyleyebilirim.”
Demirel bunun üzerine Çağlayangil’e, “Bugünden yarına bir şey olacak gibi görünmüyor” dedi ve telefonu kapattı. Çağlayangil’in imâsını ya anlamamış ya da anlamazlıktan gelmişti. Ne var ki darbe, “bugünden yarına” denebilecek bir zaman dilimi içinde gerçekleşecek, Türkiye’de yeni bir dönem başlayacaktı.
İzmir değil Ankara, emeklilik değil iktidar
Orgeneral Kenan Evren kıdemi gereği orduda ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmış, Ege Ordu Komutanı olmuştu. Teamüller gereği o makamdan emekli olması gerekiyordu. Fakat Başbakan Demirel’in sürece müdahalesi her şeyi değiştirdi.
Demirel, sırayı bozmak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Ali Fethi Esener’i getirmek istiyordu. Ne var ki bu amaçla hazırlanan kararname, Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından “ordudaki disiplini bozacağı” gerekçesiyle reddedildi. Kenan Evren, kendisinden kıdemli üç orgeneralin de emekliye ayrılmasıyla 30 Ağustos 1977’de beklenmedik şekilde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirildi, altı ay sonra da görev süresi uzatılmadığı için emekliye ayrılan Semih Sancar’ın yerine 7 Mart 1978’de genelkurmay başkanı oldu.
‘Devlet Başkanı, MGK Başkanı, Genelkurmay Başkanı’
12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbe ile ülke yönetimine el konuldu, Türkiye`deki bütün özgürlükler askıya alındı, yasama ve yürütme yetkilerini kullanmak üzere Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren`in liderliğinde, dört kuvvet komutanından oluşan Milli Güvenlik Konseyi (MGK) oluşturuldu.
Kenan Evren, 13 Eylül sabahı Dışişleri Bakanlığı’ndan gelip “unvanınız ne olacak” diye soran yetkiliye, unvanlarını şöyle dikte ettirecekti: “Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı.”
MGK’nın ilk işi dört siyasi parti liderini Ankara’dan uzaklaştırıp gözetim altına almak oldu.
Sıra başbakanın tespitine ve hükümetin kurulmasına gelmişti... Evren’in kafasındaki isim Turhan Feyzioğlu’ydu ama sonradan bu isimden vazgeçildi. Eski oramiral Bülent Ulusu başbakanlığa getirildi. Kabinenin en önemli ve en ilginç ismi, yılın başında ilan edilen 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’dı.
Ekim başında liderlerin Ankara’ya dönüşlerine izin verildi. Erbakan ve Türkeş tutuklandı. Bu arada olağanüstü bir baskı dönemi başlamıştı. Cezaevleri tıka basa doldu, kısa bir süre sonra da siyasi idamlar başlayacaktı.
1982 Anayasası, 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan referandumda yüzde 91.37`lik `evet` oyuyla kabul edildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi için ayrı bir oylama yapılmadı. Evren, yeni anayasanın birinci geçici maddesi uyarınca, yedi yıllık bir süre için, Türkiye`nin 7. cumhurbaşkanı sıfatını kazandı.
Böylece Evren, herhangi bir seçime girmeksizin cumhurbaşkanlığı sıfatını kazanan ilk cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Evren sonraki yıllarda yaptığı açıklamalarda, bunu istemediğini, karşısında rakiplerinin de olacağı bir seçim istediğini arkadaşlarına söylediğini fakat onları ikna edemediğini anlatacak, bu olayı “hayatımın en büyük pişmanlığı” diye anacaktı.
Seçimler ya da müstakbel cumhurbaşkanı sahnede
1983’te seçimler yapıldı, MGK’nın ters yöndeki telkinlerine rağmen seçimi Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi (ANAP) kazandı.
Meclis 24 Kasım 1983’te açıldı ama darbecilerin gölgesi hâlâ çekilmemişti. Halkçı Parti milletvekili Cüneyt Canver, parti grubunda eleştirel bir şeyler söylendiğinde, grup başkan vekillerinden Reşit Ülker’in çıkıp, “Arkadaşlar, avizelerin içinde MGK binasıyla bağlantılı mikrofonlar var, lütfen sözlerimize dikkat edelim” diye uyardığını anlatıyor.
ANAP yerel seçimleri de kazandı, fakat 1987’de, siyaset yasaklarının kaldırılması için yapılan referandumu kaybetti ve ilk siyasi yenilgisini aldı. Artık Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş bu kez farklı partilerin başında olarak yine siyaset sahnesindeydiler.
1988 Eylül’ünde Özal, yerel seçimlerin erkene alınması teklifiyle bir kez daha referanduma gitti ve teklifi yüzde 65’le reddedildi. Referandumdan bir gün sonra erken seçim kararı alındı ve ANAP 1989 Mart’ındaki bu seçimlerde sadece yüzde 21,75’lik bir oy toplayabildi. Parti artık inişe geçmişti.
Bu arada yeni cumhurbaşkanının seçimi için de zaman daralıyordu, Ekim’de seçim vardı... Kenan Evren, Özal’ın cumhurbaşkanı olmak istediğini anlamıştı. Çankaya’da bir araya geldiklerinde ona şöyle diyecekti:“Özal, ben anladım, sen cumhurbaşkanlığına soyunuyorsun, fakat hata ediyorsun... Neden dersen, ben yedi senedir buradayım ve cumhurbaşkanlığının pek bir fonksiyonunun olmadığını anladım.”
Sonrasını biliyoruz... Özal Evren’in tavsiyesini tutmayacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanlığı için Ekim 1989’da adaylığını koyacaktı.
Osmanlı döneminde doğan son cumhurbaşkanı
Kenan Evren 17 Temmuz 1917’de Manisa’nın Alaşehir ilçesinde doğdu. Maltepe Askeri Lisesi’nin ardından Kara Harp Okulu’nu ve 1949’da da Kara Harp Akademisi’ni bitirdi. Evren, Osmanlı döneminde doğan son cumhurbaşkanı oldu.
Kenan Evren ve arkadaşlarının yaptığı 12 Eylül darbesi daha önceki iki darbeden farklıydı... Gazeteci – yazar Cüneyt Arcayürek, Çankaya adlı eserinde 12 Eylül darbesinin devlet arşivlerinden yararlanarak hazırladığı bilançosunu verirken, 229 kişinin öldüğünü, bunlardan 144 ölümün şüpheli olduğunu söylüyor. Kitapta yer alan listeye göre; darbe sırasında 7 bin kişi idamla yargılandı. 517 kişi ölüm cezasına çarptırıldı, bu cezaların 50’si infaz edildi. Asılarak idam edilenlerden 18’i sol, 8’i sağ görüşlüydü. Darbe süresince 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri tarafından yargılandı, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
Evren Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldıktan sonra Marmaris’e yerleşti ve resim yapmaya başladı.
Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi’nin hayatta kalan diğer üyesi, eski Hava Kuvvetleri komutanı Tahsin Şahinkaya Haziran 2014’te, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkeme, rütbelerinin sökülmesine ve “er” statüsüne indirilmesine de karar verdi.
Al Jazeera