Sene 2000’miydi 2001’miydi pek hatırlamıyorum Müslümanlara yönelik cadı avının en fazla kızıştırıldığı yıllardan biriydi işte. Dicle Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi’ndeyiz. Hiçbirimizin okulu bitirme gibi bir umudu yok. Öyle memur olup takım elbiseyle daireye gidip geleceğiz, yok öyle bir şey! Gerçi bunlar aklımızdan geçmiyor değildi ama sadece ve sadece tatlı bir hayal. Öğrenci arkadaşlarımızdan kimi cezaevinde, kimi firari... Geriye kalan biz iki üç kişinin de ne zaman cezaevine düşeceği belli değil. Her gün bir arkadaşımız yakalanıyor, her şey her an olabiliyordu.

Polis baskın başı para mı alıyor ne; aile evi, öğrenci evi, örgüt ya da cemaat evi demez basıp gördüğü herkesi götürüyor, bulduğu her şeyi alıyordu.

Fakültenin binasını dolandığımız, tuvaletlerinde saklandığımız, polis bir merdivenlerden çıkarken bizim diğer merdivenlerden indiğimiz, koridor ve sınıflarda polisle saklambaç oynadığımız, kemiğin bıçağa dayandığı yıllardı. İşin asıl zor tarafı, polisle bütün bu oyunu oynarken saklambacı sınıf arkadaşlarına fark ettirmemekti. Gözyaşlarını içine akıtmak da diyebilirsiniz buna. Uzun süre derslere girmiyoruz ama sınavlara girmemiz lazım. Sınav zamanı, polis tarafından aranmayan bir arkadaş önden gider etrafı kolaçan eder havada polis kokusu yoksa aranan arkadaşlar da sökün ederlerdi. Hani, Muco da (sivil polis) işini bilmeyen biri değildi. Biz içerdeyken o da gelir sınıfın kapısını tutar sınavdan çıkışımızı beklerdi. Bu durumda bile yakalandığımız olduğu gibi çokça kurtulduğumuz da oldu. Takım elbisesiyle göreve başlamanın sadece tatlı bir hayal olduğu bu yıllarda bir arkadaşın şu sözünü hiç unutmayacağım. O, hepimizden daha mazlum, hepimizden daha fakirdi. Bu mazlumiyet içindeki şu mazlumane söz nasıl unutulsun: “Başka bir şey istemiyorum, sadece annemin dişlerini yapacak kadar çalışsam bana yeter.” Ben de onun mazlumane ve fedakârane arzusu karşısında ona şöyle dedim: “Merak etme, inşallah annene olan bu bağlılığın ve vefa duygun sebebiyle sen göreve başlayacaksın ve inşallah çilekeş annemin diş takımını yapacaksın.” Şükürler olsun kardeşimiz şu an itibariyle cezası yerel mahkemede onanıp Yargıtay’a gitmişse de henüz takım elbisesi üzerindedir.

Sahi bunları niçin anlatıyorum, konumuz bu değildi ki... Ha evet bir kapışmadan, meleklerden bahsedecektim. Hemen belirteyim ki melek falan görmedim; O söyledi, ben onun yalancısıyım. Hasılı polislerle köşe kapmaca oynadığımız o günlerde solcularla fiili bir sükûnetimiz söz konusuydu. Galiba onlar, bizlere gerek yok, polisler zaten onların işini bitiriyor havasındaydılar. Her nasıl olursa olsun sulh güzeldi, ne onlar bize ne bizler onlara karışıyorduk. Fakat o gün bu barış bir miktarlığına kesintiye uğradı.

O gün hangi sebepleydi bilmiyorum okula geç geldim, birinci dersi kaçırdım. Zilin çalmasına az var, sınıf kapısında dersten çıkacak arkadaşları bekliyorum. Zil çaldı kapı açıldığı gibi bizim arkadaşla birkaç komünistin yekdiğerinin yakasını tutmuş bir halde kapıdan çıktıklarını gördüm. Solcu, içkiye tavırları sebebiyle Müslümanları gericilik ve yobazlıkla itham edip işi arkadaşa fiili saldırıya kadar götürmüş.

Aslında sınıfta sayımız fena sayılmazdı, ama kimi cezaevinde kimi de firari... geriye toplamda üç kişi kalıyoruz. Ha, bazı arkadaşlarımız daha da vardılar ama onlar üniversitenin kızlı erkekli liberal havasında davayı bırakıp daha romantik davalara sarılmışlardı. Ne diyelim Allah hidayetten sonra istikamet de versin. İnşallah tekrar evlerine dönerler. Şükürler olsun dönenleri de gördük. Kesin dönecekler yeter ki biz sabit durabilelim.

El- hasıl onları öyle görünce olan oldu. Biz Kürtler kavgada çokların çok, azların da az zarar gördüğünü anlatmak için “Jı pıra pır, ji hındıka hındık” deyimini kullanırız. Galiba bizde de öyle oldu. Nihayet ayrıldık. Okul dönüşü birkaç mütedeyyin arkadaşla şehre dönüyoruz. Bunlardan Milli Görüş’ten olan arkadaşın söyledikleri beni çok şaşırttı. Hep diyorum ya ben görmedim o söyledi, diye. İşte “O dediğim arkadaş bu arkadaştır. Söylediği aynen şu: “Yahu nasıl oldu da siz bir anda orada o kadar toplanabildiniz? Ben o an için, o öyle bilsin diye bir şey söylemedim. Zor günlerdi, madem ki öyle bir görüntü oluşmuş, bunu doğrusunu söyleyerekten bindiği dalı kırmanın bir anlamı yoktu. Ama artık söyleyeyim: Biz sadece iki kişiydik.

Sakın Kutlu Doğum etkinliği yüzünden D. Üniversitesi’nde vuku bulan ve gelip geçmiş bir olay üzerinden milleti kavgaya ajite etmek istediğim anlaşılmasın. Bunlar basit meseleler gelir geçer. Bugün barış savaştan daha güçlüdür. Onu tekmeleyen mağlup olur. Benim demek istediğim, o gün ben gerçekten melek görmedim ama o öyle söylüyor. Yoksa vardılar da ben mi görmedim, işte onu bilmiyorum. Neden olmasın, yeter ki yüce Mevla ile aramız bir karış olsun.

SAİT BURAK
1NOLU F TİPİ KAPALI CEZAEVİ – İZMİT / KANDIRA