Balyoz Davası ve Hizbullah Kararları Yaklaşık 15 gün önce balyoz olarak bilinen ve aralarında üst düzey komutanların da olduğu bir davadan yüzlerce hükümlü sanık bir an da tahliye edildi. Sanırım bu Türkiye`nin yakın tarihinde ilk defa yaşanan bir hadise idi. Oysaki Ergenekon süreci ile ortaya çıkan tabloda öyle bir hava yansıtıldı ki artık Türkiye`de muktedirlerinde yargılanabileceği, suç işleme imtiyazlarının ortadan kalktığı şeklinde idi. Ne yazık ki gelinen süreçte ortaya çıktı ki oluşturulan hava bir serap ve ham hayallerden başka bir şey değilmiş. Çünkü normal hukuki prosedürlere göre bu şahısların ceza evlerinden çıkabilmelerinin imkânı yoktu. Ancak her nasıl olduysa şapkadan tavşan çıkaran ilizyonist misali, hükümette yeniden yargılanma diye bir şeyler ortaya çıkardı. Çıkarılmasına çıkardı da fakat davalara bakmaya yetkili kıldığı anayasa mahkemesinin bireysel başvuru hakkında İd uygulanmasına şöyle bir kriter getirdi; "bu mahkemenin bu konu ile ilgili yetkilendirilmesi 2012 Eylül ayı olduğundan bu tarihten önce karara bağlanan davalar için geçerli değildir." Her halde hükümet millete bunlara özel yasa çıkardım demeye utandığı için böyle bir yola başvurdu. Hatta balyoz davaları adalet bakanlığına kamu yararını bozma talebinde bulununca (hangi kamu yararı ise bu), Hizbullah davalarında Aslan kesilen Bekir Bozdağ çok nazik bir şekilde bu konunun anayasa mahkemesi tarafından çözülmesinin daha uygun olacağını belirtmiş, akabinde anayasa mahkemesi de mesajı almış ve bu kararları vermiştir.
Başbakan Erdoğan birkaç yıl önce Avrupa Parlamentosunda yaptığı bir konuşmada bu davalarla alakalı eleştirileri yanıtlarken, yayınlanmadan dava konusu olan bir kitap hakkında şu ifadeleri kullanmıştı; "emniyetimiz bir soruşturma yürütüyor nasıl ki bomba atmak suç ise bomba malzemeleri de temin etmek suçtur." demiştir.
Aradan birkaç yıl geçtikten sonra herhalde o bombalar mutasyona-değişime uğrayıp elma halini alınca suç unsuru olmaktan çıkmışa benziyor. Yani anlayacağınız Başbakan, Bakanlar ve onların çok kıymetli danışmanları işaret fişeğini çakıyor mahkemelerde gerekeni yapıyor, bu arada Paşaların medyadaki borazanlarını da unutmamak lazım, onlar zaten hazır kıta bekliyorlardı. Topu topu 3-4 yıl yatan adamları için öyle mağduriyet haberleri yapıyorlar ki bilmeyende Hizbullah davası sanıkları gibi 15-20 yıldır cezaevinde yatıyorlar zanneder. Bu süreç nasıl bu safhaya geldi diye baktığımızda ilk olarak Başbakanın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan`ın Star Gazetesinde ki bir köşe yazısında paralel yapıyı eleştirmek için milli ordumuza kumpas kurdular sözüyle başladı. Her ne kadar kendisi daha sonra öyle demek istemediğini falan söylediyse de ok yaydan çıkmıştı bir defa.
Aynı Yalçın Akdoğan konu Hizbullah Cemaati olunca öfke dolu ifadelerle saldırmaktan geri durmuyordu, hâlbuki Sayın Akdoğanın mağdur konumuna soktuğu dava sanıklarından "Sarı Levent lakaplı" Levent Ersöz`ün hangi zulümlere imza attığını Şırnak halkına sorsaydı sanırım her insaf ehli gibi umuyorum o da Hizbullah cemaatine değil de, bölge halkının Sarı Levent dediği Levent Ersöz`e yöneltecekti öfke ve nefretini.
Aynı şekilde Başbakan Erdoğan`ın sanırım 2009 yılı idi Batman`da yaptığı bir konuşmasında (hiç gereği yokken) isim vermeden Hizbullah cemaatini kast ederek "Birileri çıkmış İslam adında insanları öldürüyor. Bunların İslam`da yeri yoktur" mealinde sözler sarf ederek Hizbullah Cemaatini tahkir etmekten geri durmamıştı. Tabii Sayın Başbakan bugün bile devletin kimi yerlerde vatandaşını korumaktan aciz kaldığını unutmuşa benziyor ve 90`lı yılların o kaotik ortamında ise zaten devlet denen aygıt ortada yoktu. Dolayısıyla Sayın Başbakandan beklenen bu sözleri sarf ederken PKK ve Jitem tipi oluşumlar tarafından katledilen yüzlerce mazlum Müslüman`dan da bahsetmesiydi. Adalet bunu gerektirirdi, fakat Sayın Başbakan konuyu öyle bir resmetti ki sanki Hizbullah Cemaati eline silahı almış ve önüne gelen insanı öldürmüş gibiydi. Konunun en somut örneklerinden biri daha bir ay önce yaşandı. Lice`de, bir bacımızın da olduğu aile kurşun yağmuruna tutulmuş üç kişi yaralanmıştı, aradan fazla zaman geçmeden Dargeçit`in Gera Cafer Köyünün 62 yaşındaki mütedeyyin muhtarı katledilmişti, uğranan yüzlerce saldırıyı saymıyorum bile. Buna rağmen ne Başbakan`dan, ne Bakanlarından, nede danışmanlarından hiç birinin konuya dair açıklamalarını duymadık. Bir yandan bunlar İslam adına adam öldürüyorlar diyeceksiniz, öbür taraftan bu kadar saldırı karşısında ise tek kelime etmeyeceksiniz, acaba bu çifte standardın sebebi ne?
Konu Ergenekon, Balyoz vs. gibi davaların sanıklarına gelince oldukça toleranslı davranmanıza rağmen (ki bu adamlar imkân ve fırsat bulurlarsa bir kaşık suda sizleri boğmaktan çekinmeyeceklerdir) konu Hizbullah Cemaati ve mensupları olunca (ki size karşı İslam`ın bir gereği olarak oldukça itidalli davranmalarına rağmen) neden öfke ve nefret dolu açıklamalardan geri durmuyorsunuz? Mesele adam öldürmeler ise bugün bir nevi suçsuz konuma yükselen Ergenekon ve benzeri davalara konu olan Kürdistan bölgesinde ki 17 bin faili meçhulün durumu nasıl olacak? "Suçlu Ergenekon tipi yapılanmalar değilse o zaman bunların failleri kim?" diye size sorulmayacak mı? Bu kadar yakalanan bilgi, belge nasıl bir anda hiç konumuna düştü, belgelerin ıslak imzası yok dediler. O çıktı bu seferde işi bir subaya yıktılar. CD`ler çıktı dijital veriler delil olamaz türü şeyler söylediler. O zamanda adama şunu sorarlar "madem dijital veriler üzerinde oynanabilir gerekçesiyle delil kabul edilmiyor, neden Hizbullah davalarının temelini teşkil eden Beykoz`da yakalandığı iddia edilen bilgisayar çıktılarından nasıl binlerce insana ceza verdiniz? Kaldı İd Hizbullah davalarına bakan avukatların tüm ısrarlarına rağmen bu CD`lerin asıllarının olup olmadığı bugün bile ortaya konmamıştır." Hâsılı söylenecek çok şey var lakin bu seferlik bu kadar olsun.
Son olarak işin garip tarafı Sayın Başbakanın vefanın bir gereği olarak Ergenekon sanıkları tahliye edildikten sonra onlardan teşekkür beklemesiydi, ama etmediler. Balyoz`dakiler tahliye olunca, "bu sefer teşekkür etmelerini beklemiyorum, hukuk mücadelesinin kimler tarafından verildiğini bilsinler yeter" dedi. Bende diyorum ki Ahde Vefa İslam`ın bir gereğidir, dolayısıyla Allah`a ve Ahiret gününe iman edenlerden beklenen bir davranıştır. İman`ı olmayanın vefası da olmayacağına göre dışarı çıkar çıkmaz İslam`ın kanunlarına saldıran Çetin Doğan gibilerinden de elbette ki vefa beklenmez.
Selam ve Dua ile...
Ş. Sabahattin Dörtyaren / vanolay gazetesi