‘’And olsun ki Yusuf ve kardeşler (in kıssası)’nda, soranlar için (çok büyük) ibretler vardır.’’ (Yusuf 7)
‘’Nihayet (Yusuf’un) gücü kemâle erince, (biz) O’na hikmet ve ilim verdik. İşte iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.’’ (Yusuf 22)
Biz mahpusların piri Hz. Yusuf (as)’tur. Bundandır ki Yusufi derler Hakk yolunda haksız ve zulmen zindanlara atılan, gömlekleri sırtlarından yırtılanlara. O rüyayı gördüğümüz gün düştü Yakuplarımızın bağrına büyük acı. “Yusuf’um rüyanı anlatma, muhakkak şeytan insanın en büyük düşmanıdır” demişlerdi. Evet, bizler Yusufileriz, sırtımızdan yırtılan gömleğimizle beraber parçalandı bedenlerimiz. Aylarca vahşice işkencelere uğratıldık. Bedenlerimiz dişlendi, pençelendi kurt tabiatlı cellatlarca. Yusuf iken Bilal’i hatırladık “Ehad” çığlığıyla, Habbab misali söndürdü bedenimiz kor ateşleri. Bize şahitlik edecek adalet sahipleri olmadı mahkeme salonlarında. Hep yüzümüze okundu zulüm dolu kararlar.
Suçsuzluğumuz bilindiği halde gönderildik modern zavira zindanlarına. Bizim bir tek zaviramız yoktu, yüzlerceydi. Yüzümüzde tebessümle sürgünler yaşadık diyar diyar. Bileklerimizdeki kelepçeler elleri bağlı Yusuf’un yolculuğunu hatırlattı bizlere. Bizleri unutanlar bir tek rüyalarını yorumladığımız zindan arkadaşlarımız olmadı. Hüküm sahibi melikler unuttular bizleri. On yıllar geçirdik bazı yıllardan çok. Kimimiz kırkın yarısını geçkin ömür tükettik buralarda.
Bizler Yusuf idik ak saçlı, beli bükülmüş Yakuplara. “Yusuf’um!” demişlerdi. On bir yıldız, ay ve güneş bahsinden sonra. Hayat ne de yaşanmaz olmuştu o günden sonra Yakuplara. Hep kurtlar gezer olmuştu Yusuf kokan sokaklarda, evleri gizlice gözetlenmişti kan çanağı canavar bakışlarla. Yıllar yılı hasretimizle tutuştu Yakuplarına yüreği, zahmetli yolları aşındırdılar dermansız bacaklarla, titreyen ellerle, zayıf kollarla sardılar bizleri kifayetsiz saatlerde. Gözleri hep yaşlıydı, bedenleri yaşlıydı onların. Belki kurtlar parçalamamıştı Yusuf’larını ama sırtlanlar çevrelemişti. Diş izleri duruyordu dokunmaya kıyamadıkları bedenlerimizde. Kenan’ın kuyularına düşmedik. Zaten bizi çekemeyenler hâsud kardeşlerimiz de değildi. Oysa kuyu misali beton bloklar Yakuplardan ayırdı bizi. Her görüşte gözlerine aklar düşerdi ardımızdan bakarken. Ne zaman gelecekti gözleri açan gömleğimiz. Daha ne kadar bekleyecekti gözü yaşlı, gönlü buruk Yakuplarımız.
Yakup yürekli annelerimiz vardı bizim. Yakuplardan daha yanık Yusuflara daha meftun... Korlar düştü yüreklerine gömleklerimiz yırtılalı beri, hiç dinmedi gözlerindeki yaşlar. Hep hasretle kederle yüklüydü gönülleri. Ne de titrerlerdi üzerine Yusuflarının, ellerine bir diken batması canlarından can götürürdü. Nazik bir gül gibi koklar, dokunmaya kıyamazlardı. Bütün ömürlerini onlara fedaya hazır yürekleri vardı. Oysa şimdi gözlerinden sakındıkları Yusuflarını sırtlanlar kuşatmış etlerini dişliyorlardı. Buna yürek nasıl dayanırdı? Hasretin ağır yükünü taşımaya mecalleri kalmayan annelerimiz bir bir düştüler bağrına toprağın. Göçüp gittiler son bir kez görmeden, bağırlarına basamadan Yusuflarını. Yusuflarına yakın olmaları çok görülmüştü. Yavrularının kokusuna hasret göçtüler. Acılarını, kederlerini, hasretlerini ve şikâyetlerini beraberlerinde ulu dergâha sunmak için götürdüler. Son nefeslerinde hep Yusuflarını sayıkladılar isimlerini ezberlercesine resimlerine bakarken teslim ettiler ruhlarını Rahman’a.
Biz Yusuf iken Yakup’uz hasret kavurur yüreğimizi. Kuyulardayız Yusuflarımızdan ırak. Her kederli haberle düşer gözlerimize aklar. Kurtlar sarmış dört bir yanını Yusuflarımızın, bizim ellerimiz bağlı çırpınırız kafesteki kuş misali. Bir tek sığınağımız herkesten uzak uzletteyiz, ellerimiz duada “Ya esâfa âlâ Yusufe” deriz. İstemsiz dökülür dudaklarımızdan “Eşku bessi ve huzni illallah” kelamı. Yüreğimiz hasretle kavrulur şikâyetimizi, hüznümüzü Yaradana arz edince sırtımız yükün ağırlığından bükülür de sabr-u cemildir bize düşen deriz.
Bir de gözümüzün nurları vardır. Yusuflarımıza bacılar. Yüreğimize kor düşürür onların çektiği acılar. Yakupları var da yetim yaşar taze canlar ne çabuk biter onlara bizimle geçen zamanlar. Gözleri yaşlı ayrılırlar. Bakarken ardımızdan. İffet timsalidirler gözümüze aydınlık, onlar her hüzünlendiğinde bizler gizli gizli ağladık. Yakup’sız yaşadılar yaralı yürekle. Bayramları yaşlı gözlerle karşıladılar bizsiz. Bu büyük acılar minik canlara tarifsiz. Yakupların şefkatinin özlemindeler. Yedisinde görmediler on yedisinin hayalindeler.
Bizler Yusuf iken Yakupların dertleri kat kat. Nice badireler atlattık. Ne cenderelerden geçtik sevdamız uğruna. Şikâyetimizi, hüznümüzü Rabbimize arz ettik. “Nihayet müjdeci gelince, onu yüzüne koyunca hemen görür hale geri geldi” bize ise düşen sabr-u cemildir.
Selam ve dua ile.
Akan Ayçoban
F Tipi Cezaevi Sarıçam / Adana