ANKARA - AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Şahin, Başbakan Erdoğan`ın tüm AK Parti milletvekillerinin imzasıyla cumhurbaşkanı adayı gösterildiğini bildirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
AK Parti`nin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiği Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın, 22 yaşında Milli Selamet Partisi`nin (MSP) Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanı olarak başladığı siyasi hayatı, partilerde aldığı görevler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve 2003-2014 yıllarında kesintisiz Başbakanlık göreviyle devam etti.
Lise ve üniversite yıllarında Milli Türk Talebe Birliği öğrenci kollarında aktif görev alan Recep Tayyip Erdoğan, 1976`da 22 yaşındayken MSP Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı`na ve aynı yıl MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı`na seçildi.
Erdoğan, 1980 yılına kadar partideki görevlerini sürdürürken, siyasi partilerin askeri darbeyle kapatıldığı 12 Eylül 1980 döneminde, özel sektörde bir süre müşavirlik ve üst düzey yöneticilik yaptı.
Refah Partisi`nin 1983 yılında kurulmasıyla siyasete geri dönen Erdoğan, 1984 yılında Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı ve Refah Partisi MKYK üyesi oldu.
Refah Partisi tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı`na aday olan Erdoğan, 27 Mart 1994`te gerçekleştirilen yerel seçimlerde 25,19 oy oranıyla seçimi ilk sırada tamamlayarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.
Erdoğan, 12 Aralık 1997`de Siirt`te vatandaşlara hitap ederken okuduğu Ziya Gökalp`e ait bir şiir nedeniyle yargılandı ve hapis cezasına mahkum edildi. Aldığı ceza nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine de son verilen Erdoğan, Pınarhisar`da 4 ay cezaevinde kaldı.
AK Parti Dönemi
Pınarhisar Cezaevinden 24 Temmuz 1999`da tahliye olan Erdoğan, siyasi çalışmalarına devam ederek 14 Ağustos 2001`de Adalet ve Kalkınma Partisi`ni (AK Parti) kurarken Kurucular Kurulu tarafından da AK Parti`nin Kurucu Genel Başkanı seçildi.
Genel seçimler
Erdoğan, partisinin girdiği ve 34,6 oyla birinci olmayı başardığı ilk genel seçim olan 3 Kasım 2002 seçimlerinde, hakkındaki mahkeme kararı nedeniyle aday olamadı.
Milletvekilliği adaylığının önündeki engelin yasal düzenlemeyle kaldırılması sonrasında Erdoğan, 9 Mart 2003`te Siirt’te yenilenen seçimlere katılarak 22. Dönem Siirt Milletvekili oldu ve TBMM`ye girdi.
Erdoğan, 15 Mart 2003 yılında kurduğu 59. Hükümetle Başbakanlık görevini Abdullah Gül`den devraldı.
AK Parti`nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden 46,6 oy alması sonrasında 60. Hükümeti, 12 Haziran 2012`de gerçekleştirilen genel seçimlerinden de 49,8 oy alması sonrasında 61. Hükümeti kuran Erdoğan, 3. kez Başbakanlık koltuğuna oturdu. Erdoğan, böylece partisinin başında girdiği üç seçimde de oyunu artırmayı başardı.
Yerel seçim
AK Parti, Erdoğan liderliğinde girdiği, 28 Mart 2004 yerel seçiminde yüzde 40,2, 29 Mart 2009 yerel seçiminde yüzde 38,6 ve son olarak da 30 Mart 2014 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerden 45,5 oy aldı.
Referandumlar
Erdoğan ve AK Parti, 2001 yılından itibaren 3 genel ve 3 yerel seçimi birinci sırada tamamlarken bu dönem içerisinde iki referandum da gerçekleştirildi. Erdoğan`ın öncülük ettiği, 21 Ekim 2007`de gerçekleştirilen referandumda yüzde 69 ve 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan diğer referandumda da yüzde 58 oranıyla başarı sağlandı.
Çok sayıda reforma imza attı
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iktidara geldiği 3 Kasım 2002`den bu yana Türkiye`nin siyasi, sosyal, ekonomik, yargı ve demokratik yaşamını güçlendiren ve geliştiren çok sayıda reforma imza attı.
AK Parti iktidarlarında, darbe ürünü olan 12 Eylül Anayasasında yapılan değişikliklerle; hukukun üstünlüğü esas alınarak, demokrasi güçlendirildi ve askeri vesayet kaldırılarak sivilleşme sağlandı. Anayasa Mahkemesi`nin yapısının değiştirilmesinin yanı sıra demokrasi alanında gerçekleştirilen değişim ve dönüşümler şöyle:
"- Olağanüstü Halin Kaldırılması,
- Devlet Güvenlik Mahkemelerinin ve Özel Yetkili Mahkemelerin Kaldırılması,
- Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi`nin Başlatılması,
- Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı`nın Kurulması,
- Vatandaşlıktan Çıkarılanlara Haklarının İadesi,
- Yerleşim Birimlerine Eski İsimlerinin İadesi,
- Cumhurbaşkanının Halk Tarafından Seçilmesi,
- MGK Genel Sekreterinin Sivil Olmasının Önünün Açılması,
- Askeri Yargının Yetki Alanının Daraltılması,
- EMASYA Protokolü`nün Kaldırılması,
- YAŞ Kararlarına Karşı Yargı Yolunun Açılması,
- 12 Eylül Darbecilerini Yargılama Yolunun Açılması,
- İşkenceye Sıfır Tolerans Politikası,
- Azınlıklara Ait Cemaat Vakıflarının Mülk Edinmelerinin Kolaylaştırılması ve Özgürlük Alanlarının Genişletilmesi,
- Anayasa Mahkemesi`ne Bireysel Başvuru Hakkı Getirilmesi,
- Kamu Denetçiliği Kurumu`nun Kurulması,
- HSYK`nın Yapısının Demokratikleştirilmesi,
- Anayasa Mahkemesinin Daha Demokratik ve Çoğulcu Bir Yapıya Kavuşturulması,
- Denetimli Serbestlik Uygulamasının Kapsamının Genişletilmesi,
- Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi, Geliştirilmesi ve Yayını İmkanı."
Erdoğan`ın başbakanlığı döneminde siyasi haklar genişletilirken, nefret suçu ve ayrımcılıkla daha etkin mücadele edilmesinin yanı sıra yaşam tarzına saygıya güvence getirildi. Toplantı ve gösteri hakları tanınması, özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim imkanı, üniversite adının değiştirilmesi, yer isimlerinin iadesi, kişisel verilere yasal güvence, kolluk gözetim komisyonunun kurulması ve yardım toplamadaki kısıtlamalar bu dönemde kaldırıldı.
Kamuda başörtüsüne özgürlük
Kamuda kılık kıyafet özgürlüğü sağlanması, ilkokullarda öğrenci andı okunması uygulamasına son verilmesi, Mor Gabriel Manastırı arazisinin iade edilmesi ve Roman vatandaşların yaşam koşullarının iyileştirilmesi yine bu dönemde gerçekleştirildi.
Nefret suçu ve ayrımcılıkla etkin mücadele için nefret saikiyle işlenmesi durumunda TCK`daki suçların cezaları artıyor, ayrımcılık suçunun kapsamı genişletiliyor ve caydırıcılığı artırılıyor, Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu oluşturuldu.
Yaşam tarzına saygının TCK ile güvence altına alındığı çalışmada, TCK`da kişilerin bireysel ibadetlerinin ve inanç gereklerinin engellenmesine yaptırım getirildi.
Çözüm süreci
Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için hazırlanan kanun tasarısı ile çözüm sürecinin hukuki alt yapısı sağlandı.
"Bu davanın bayraktarlığını, sancaktarlığını, hizmetkarlığını yapmış ve ahirete intikal etmiş her bir kardeşime, Rabbim rahmet etsin, onlardan razı olsun. Çıktığımız bu kutlu yolculukta, Rabbim ayaklarımızı doğruluk üzere sabit kılsın. Yara Rab, sen ki kullarının hareketlerini takdir ettin, senin iznin olmadıkça hiçbir şey hareket etmez, bizim hareketlerimizi doğruluk üzere kıl. Ya Rab, bizim göğsümüzü genişlet, hayır işlerimizi kolaylaştır. Bugün sana, yarattıklarına, yani halka hizmet için bir güzel yolculuğa hazırlanıyoruz. Bizi, kibirden muhafaza eyle ya Rab. Bizi hasetten, muhazafa et Ya Rab. Bizi haksızlıktan, adaletsizlikten zulümden beri eyle Ya Rab. Bizi, ailemizi, bütün yol arkdaşlarımızı, yolların tuzaklarından koru Allahım."
Başbakan Erdoğan, "Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek mücadeleye soyunduk. Kudüs fatihi Selahattin Eyyübi gibi zaferin kılıç ve kalkanla değil Allah katında olduğuna inandık. Endülüs fatihi Tarık Bin Ziyad gibi arkamızda gemileri yakarak yolculuğa çıktık. Sen ki her şeye gücü yetensin, bu mübarek günde dileğimiz de odur ki bu milleti bir kez daha zaferle müjdele Ya Rab. Bugün çıktığımız kutlu yolculuğun Türkiye için milletimiz için insanlık için hayırlar vesile eyle Ya Rab, amin, amin, amin" ifadelerini kullandı.
"Tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum"
"Her birinize sonsuz teşekkür ediyorum. Bu anlamlı günde, bu güzel buluşmada heyecanımızı bizlerle paylaşan siz değerli yol arkadaşlarımı yürekten selamlıyorum, sizin şahsınızda Türkiye Cumhuriyeti`nin tüm vatandaşlarını, aziz milletimi, bizim bu heyecanımızı paylaşan yer yüzündeki tüm dost ve kardeşlerimi selamlıyorum" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Şahsımı, Türkiye Cumhuriyeti`nin 12. cumhurbaşkanlığı için aday gösteren tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Uzun ince bir yoldayız gidiyoruz gündüz gece, bilmiyorum ne haldeyiz gidiyoruz gündüz gece. Bireyselleştiriyorum, dünyaya geldiğim anda yürüdüm aynı zamanda, İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece, düşünülürse derince, uzak gözükür gelince, yol bir dakka miktarınca gidiyorum gündüz gece, Şaşar Veysel iş bu hale, gah ağlayan gah gülen, yetişmek için menzile gidiyorum gündüz gece."
"Ne o gözleri ne de o gözlerin küçük sahibinin verdiği mesajı bir an olsun aklımdan çıkarmadım"
Erdoğan, 1994 yılında İstanbul`da yerel seçimler için gece gündüz koştururken İstanbul`un her semtine, her sokağına ulaşmaya çalışırken, manşetlerin şevklerini kırmasına müsaade etmediklerini, tehdit telefonlarına aldırmadıklarını belirterek, şunları kaydetti:
"Birileri, günler öncesinde zaferlerini ilan ederken, biz Allah`ın takdirine inanıyor, milletin takdirinin farklı olduğunu hissediyor, hiç hız kesmeden koşturuyorduk. İstanbul`un yoksul mahallelerinden birindeydik, kalabalığın içinden 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu, yanıma geldi. Elinde bir şey vardı, elini uzattı, elini tuttum, `bunları annem gönderdi` dedi. `Annem, seçildikten sonra sakın bizi unutmasın` dedi. İki tane bileziği elime tutuşturdu. Daha ne olduğunu anlayamadan kendisi de o ince bileğindeki oyuncak bileziğini çıkardı, onu da elime tutuşturdu. Ben daha bir şey söyleyemedim, bayağı uzak kalabalığın içinde kaybolup gitti. O bilezikler İstanbul`da Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamında hep karşımda oldu. Ben asıl o gözleri unutamadım. Aradan 20 yıl geçti, 7-8 yaşlarındaki o çocuğun gözlerindeki parıltıyı, heyacanı unutamadım. Pınarhisar Cezaevinde yatarken karşımda hep o çocuğun bakışları vardı ve o elime tutuşturduğu, annesinin gönderdiği iki bilezikle, bileğinden çıkardığı oyuncak bilezik… AK Parti`yi kurarken gözümün önünde o çocuğun gözleri vardı. Ankara`da Başbakanlık görevini yüklenirken karşımda hep o masum gözler vardı, attığım her imzada o gözler, karşımdaydı. Gece yorgun başımı yastığa koyarken, sabah uyanınca o masum çocuğun gözlerindeki heyecan, o umut, parıltı, o beklenti hep karşımdaydı. Ne o gözleri ne de o gözlerin küçük sahibinin verdiği mesajı bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Annesi, `seçildikten sonra bizi unutmasın` demişti ya… Allahıma hamd olsun, o büyük emaneti, büyük mesajı hiçbir zaman unutmadık, unutmadım."
"İslam coğrafyasını hiç bir zaman unutmadık"
"Biz siyaseti işte o temiz yürekler için yaptık" diyen Erdoğan, "Vatanı için toprağı için bayrağı için canını veren şehitlerimizi hiçbir zaman unutmadık ve siyaseti onlar için yaptık. 20 yaşındaki yavrusunu, ciğerini, yüreğinin parçası aslanını askere gönderen ay yıldızlı tabut içinde şehit bedeni teslim alan, boynunu yere eğip, `vatan sağolsun` diyen o kahraman yürekli, anne baba yüreklerini hiçbir zaman unutmadık. Siyaseti onlarla beraber, onlar için yaptık. İstanbul`un işgal edildiğini duyunca sofrasında yiyecek ekmeği dahi yokken kolundaki bileziği, parmağındaki yüzüğü çıkarıp Türkiye Müslümanları`na gönderen Pakistanlı kadını hiçbir zaman unutmadık. İslam coğrafyasını hiç bir zaman unutmadık ve siyaseti hep onlar için yaptık" şeklinde konuştu.
"Biz siyaseti maden ocaklarında alınteriyle helal rızık kazanma peşindeki işçi kardeşlerimiz için yaptık" ifadesini kullanan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Biz siyaseti İstanbul Sultangazi`deki, Ankara Altındağ`daki, Diyarbakır Benusen Mahallesindeki Türkiye`nin tüm kenar mahallelerindeki yoksullar için yaptık. Dicle`nin kenarında koyunları kurtlar kapıyordu, Dicle`nin kenarında kaybolan koyunların hesabını sormak o büyük emaneti omuzlamak için siyaseti yaptık. Diyarbakır Cezaevindeki işkencelerin, Mamak Cezaevindeki zulmün, Metris`teki adaletsizliğin hesabını sormak için siyaset yaptık. Başörtülü olduğu için üniversite kapılarından döndürülen, boynu bükük, gözü yaşlı kızlarımız için bu siyaseti yaptık. Cezaevinde evladını ziyarete giden Kürtçeden başka bir dil bilmeyen, anadilini konuşması yasak olan evladıyla sadece bakışarak sohbet etmek zorunda kalan, ciğeri yanık anneler için siyaset yaptık.
Yoksul olduğu için insan yerine konulmayan adam gibi adamlar için siyaset yaptık. Okulda, hastanede, mahkemelerde, hükümet konaklarında itelenen o temiz yürekler için siyaset yaptık. Gurbette unutulan vatandaşlar için balkanlarda terkedilmiş kardeşlerimiz için Ortadoğu`da, evet, mağdurlar için Filistin için Mısır için Suriye için Irak için Somali için Afganistan`ın mazlumları için siyaset yaptık. Biz siyaseti ikbal için yapmadık, biz siyaseti makam için mevki için rütbe, paye için yapmadık. Biz siyaseti Allah için yaptık, biz siyaseti millet için yaptık. Biz siyaseti vatan için bayrak için istiklalimiz ve istikbalimiz için yaptık. `Seçildikten sonra bizi unutmasın` diyen tüm unutulmuşlar, tüm terkedilmişler, kimliği, kültürü, hakları, özgürlükleri tüm elinden alınmışlar için siyaset yaptık."
"Bize demokrasiyi, eşitliği, devlet nazarında insan olmayı dahi yakıştırmadılar"
Başbakan Erdoğan, ilk gençlik yıllarından itibaren kendilerini anlamayanların ve anlamak istemeyenlerin tahkir edici sıfatlarıyla, kendilerini denklemin dışında tutmak istediklerini belirterek, şunları söyledi:
"İmam hatipte okuyoruz` diye bizi tahkir ettiler, `sizden ancak ölü yıkayıcısı olur` dediler. Allah`ın selamını veriyoruz diye bize `mürteci` dediler, namaz kılıyoruz diye bize `gerici` dediler. `Bu milletin içinden geliyoruz` diye, bakıyorsun ki evine ayakkabısını çıkararak girenlere, sofraya oturarak, diz kırarak yemeğinin başına geçenlere, evet, farklı gördüler ve `gerici` dediler. `Bu toprakların değerlerini savunuyoruz` diye bize farklı gözle baktılar. İnancının gereği başını örten eşlerimize, kızlarımıza, bacılarımıza hayatı dar ettiler. Mücadelemiz yükseldikçe saldırılarını ve hakaretlerini daha da artırdılar. Kimi zaman partimizi kapattılar, kimi zaman `şiir okuduk` diye hapsettiler, `muhtar bile olamaz` diye manşetler attılar, `başbakan olamaz` dediler, `cumhurbaşkanı seçemezsiniz` dediler, bize demokrasiyi, eşitliği, devlet nazarında insan olmayı dahi yakıştırmadılar. Bugün nasıl ki Mısır`da, Suriye`de, Irak`ta demokrasiyi insanlardan esirgiyor ve bir hak olarak görmüyorlarsa, 10 yıllar boyunca da bize demokrasiyi hak olarak görmediler."
"Biz, başkalarının bize ne dediğine, bizi nasıl tarif ettiğine bakmadık" ifadesini kullanan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
"Biz başkalarının kaplarında ve kalıplarında eriyenlerden olmadık. Yaranmanın, kendimizi kabul ettirmenin, onların istediği gibi standart vatandaşlar olmanın derdine düşmedik. Diklenmeden dik durduk, ağır başlı olduk, soğukkanlı olduk, sabrettik. `Allah`ın yardımı ne zaman` diye soruların sorulduğu dönemlerde, `Sabredin Allah`ın yardımı yakındır` diyenlerden ve buna gönülden inananlardan olduk. Yenilgi, yenilgi büyüyen bir zafer olduğuna inandık, göklerin üstünde bir karar olduğuna inandık, her yenilgiyle daha da bilendik. Onlar itelediler, onlar tahkir ettiler, dışladılar biz daha da azmettik. Her darbeyle daha da güçlendik. Tüzüklerle, manşetlerle çarpışarak, darbelere göğüs gererek büyüdük. Kriterimiz her zaman hak oldu. Kimin ne dediğine değil, Hak`kın ne dediğine, adaletin ne dediğine, milletin ne söylediğine baktık. İşte onun için Yunus Emre`nin şu muhteşem dizesini yüreğimizin, hafızamızın ve siyasetimizin en mutena, en müstesna yerine yazdık, `Yaradılanı severim, yaradandan ötürü`. Şeyh Edebali`nin Osman Gazi`ye nasihatını ilke edindik, `İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın` dedik."
"Bu güzel ülke bizi sevenler kadar sevmeyenlerin de ülkesidir"
Erdoğan, 77 milyon vatandaşın her bir ferdini kendi nazarlarında sadece insan, yaratılmışların en şereflisi olarak gördüklerini belirterek, şunları kaydetti:
"Bizi sevmeyenleri de sevdik, bize oy vermeyenlere de ayrım yapmaksızın hizmet götürdük. `Türk` demedik, `Kürt` demedik, `Müslüman` demedik, `Hrıstiyan` demedik, `Musevi` demedik, `Sünni` demedik, `Alevi` demedik, insana insan olduğu için değer verdik. Nerede insan varsa, nerede nefes alıp veren bir can varsa oraya ulaşmanın derdi, kaygısı, mücadelesi içinde olduk. Bu büyük ülke, bu Türkiye, bize oy verenler kadar vermeyenlerin de ülkesidir. Biz Türkiye`yi onlar için de büyüttük, bu güzel ülke bizi sevenler kadar sevmeyenlerin de ülkesidir. Bu güzel ülkede hakları, özgürlükleri, kazanımları biz 77 milyon için büyüttük. Türk`ün meselesi ne kadar bizim meselemizse ``Kürt`ün, Gürcü`nün, Arap`ın, Boşnak`ın, Roman`ın velhasıl meselesi de o kadar bizim meselemizdir` dedik ve bunun gereğini hakkıyla, layıkıyla yerine getirdik. Müslümanın meselesini çözmeye çalıştığımız kadar gayrımüslimlerin, azınlıkların sorunlarını çözmeye çalıştık. Sünninin sorunlarını kendimize dert edindiğimiz kadar, Alevinin sorunlarını da kendimize dert edindik. Yoksulun, yolda kalmışın, garibin gurebanın, mazlumun, mağdurun etnik kökenine, kimliğine, inancına, mezhebine bakmadan elinden tutmanın, ona yarın olmanın, ona yol arkadaşı olmanın samimi mücadelesi içinde olduk."
Siyasete başladıkları günden itibaren yeni ve büyük bir Türkiye`nin hayalini kurduklarını söyleyen Başbakan Erdoğan, "77 milyonun dost ve kardeş olduğu bir Türkiye hayal ettik. Üreten, yatırım yapan, ihraç eden, 77 milyonun hep birlikte kazandığı bir Türkiye hayal ettik. Sofralara bereketin, hanelere huzurun, 780 bin kilometrekareye barışın hakim olduğu bir Türkiye hayal ettik. Belli kesimlerin, belli zümrelerin değil herkesin kimliğiyle, kültürüyle, diliyle, inancıyla, yaşam tarzıyla varlığını sürdürdüğü, hem de özgürce sürdürdüğü herkesin birbirine saygı duyduğu bir Türkiye hayal ettik" diye konuştu.
Erdoğan, "Diğer siyasi partilere bakıyorsunuz, onlar lokal, mevzi. Kimisi belli bir etnik unsurun, bir diğeri farklı bir diğer etnik unsurun, bir diğeri de kumsalların partisi olarak kalmış ama AK Parti her yerde var" dedi.
Ayrımcı olmadıklarını, inkar etmediklerini, reddetmediklerini, asimilasyon yoluyla hiçkimseyi kendilerine benzetmenin peşinde olmadıklarını ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:
"Onlar kutuplaştırdılar, biz birleştirmenin mücadelesini verdik. Onlar ayrıştırdılar, biz kardeşliğin müadelesini verdik. Biz, başı dik bir Türkiye hayal ettik. Özgüveni yüksek bir Türkiye hayal ettik. 200 yıldır özgüveni hırpalanan, hem içeriden hem dışarıdan iteklenen tartaklanan ve yağmalanan bir Türkiye`den kendi ayakları üzerinde duran bölgesinde ve dünyada `Ben de varım` diyerek iddia sahibi olan bir Türkiye hayal ettik. 200 yıldır sistemli şekilde bizim özgüvenimizi kırmak istediler. Bizi tarihimizden koparmak istediler, bizi ecdadımızdan koparmak istediler, bizim boynumuzu bükmemizi istediler, iddialarımızdan vazgeçmemizi istediler. Herkesin karşısında elpençe divan durmamızı istediler. Bir bir kalıba girmemizi istediler. O kadar ileri gittiler ki Türkiye`de gündem belirlemek, Türkiye`yi azarlamak, Türkiye`ye kibirle parmak sallamak istediler. İşte biz, siyasi tarihimiz boyunca cesaretle, korkmadan, çekinmeden `Siz, kimsiniz` sorusunu sorduk. Evet, siz kimsiniz? İçeride ve dışarıda, siz kimsiniz? Bize tepeden bakma, bize kibirle bakma cüretini nereden buluyorsunuz? Size bu hakkı kim veriyor?
Biz, halkız. Biz, Alparslan`ın, Kılıçarslan`ın, Süleyman Şah`ın, Ertuğrul Gazi`nin, Osman Gazi`nin torunlarıyız. Biz, Fatih`in, Kanuni`nin, Yavuz Sultan Selim`in mirasçılarıyız. Gazi Mustafa Kemal`in, Adnan Menderes`in, Turgut Özal`ın, Necmettin Erbakan`ın hatırasını muhafaza edenlerdeniz. Biz, destanlarını kanla, cesaretle, kahramanlıkla yazmış şehitlerin takipçileriyiz. Biz, ilmiyle sanatıyla, devlet yönetimiyle, medeniyet inşa etmiş, medeniyetlere istikamet çizmiş bir milletin mensuplarıyız. Siyasi tarihimiz boyunca bu şuuru yüceltmenin ve yükseltmenin mücadelesini verdik. Unutturulmak istenen bir medeniyeti yeniden diriltmenin, yeniden inşa etmenin, dizlerinin üzerinde yeniden yükseltmenin mücadelesini verdik. 200 yıl boyunca yüzüstü sürünen bir medeniyetin yüzünü ağartmanın mücadelesini verdik. Allah`a hamdolsun, bunu da başardık. Bu ülkenin gençlerine özgüven aşıladık, bu ülkenin çocuklarına aydın bir gelecek umudu aşıladık. Bu aziz millete hayal gibi görünen seviyelerin ulaşılabilir olduğunu gösterdik. Biz, bir çığır açtık. Biz, bir kapıyı araladık. İnşallah, arkamızdan gelen nesiller, bu kapıdan geçecek, kadim medeniyet sancağımızı çok daha yüksek burçlara dikmenin mücadelesini verecekler."
"İnönü, askerler tarafından kuşatılmış, tehdit altında bir meclis tarafından cumhurbaşkanı seçildi"
Erdoğan, 2007`de Türkiye`nin 11. cumhurbaşkanını seçmeye hazırlanırken karşılarında bir kez daha vesayetin ve statükonun soğuk yüzünü bulduklarına işaret ederek "Bize, yani milletin partisine cumhurbaşkanı seçtirmek istemediler. Ortaya koydukları akıl almaz bahanelerle, hukuku katleden hiçe sayan yorumlarla cumhurbaşkanı seçimini bir kaos ve krize seçirmek istediler. Statüko partileri, vesayet partileri, bu kriz ve kaos sürecine, her zaman olduğu gibi destek verdiler" dedi.
Yaptıkları Anayasa değişikliğini halkoylamasına götürdüklerini anlatan Erdoğan, Meclis`in 11. cumhurbaşkanını seçmesinin önündeki engeli kaldırdıklarını ve sonraki cumhurbaşkanlarının halkın oyları ile seçilmesine ilişkin düzenleme yaptıklarını dile getirdi. Erdoğan, "Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, demokrasimiz adına çok büyük bir dönüm noktasıdır. Cumhurbaşkanının Meclis tarafından değil halkın bizzat kendisi tarafından seçilmesi basit, teknik bir değişiklik değildir. Bu, sadece yöntemin değişmesi değildir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, bir tarihin, vesayetler tarihinin bu ülkede kapatılmasıdır, bunu böyle bilelim" dedi.
Atatürk`ün ölümünden bir gün sonra 11 Kasım 1938`de askerlerin TBMM`yi kuşattığını anlatan Erdoğan, "İsmet İnönü, askerler tarafından kuşatılmış, tehdit altında bir meclis tarafından cumhurbaşkanı seçildi" dedi. 1950`de Demokrat Parti`nin iktidara gelmesiyle Celal Bayar`ın cumhurbaşkanı seçildiğine işaret eden Erdoğan, "Bu ilk sivil cumhurbaşkanını 1960 yılında derdest ettiler, idama mahkum ettiler, yaşı büyük olduğu için idam edemediler" diye konuştu.
1961`de dönemin partilerinin telkini ile cumhurbaşkanı olmak isteyen Ali Fuad Başgil`in Ankara`da cumhurbaşkanlığı için adaylığını açıklayacağı sırada Başbakanlığa çağırıldığını bildiren Erdoğan, şunları söyledi:
"Başbakanlık iki generali, Ali Fuad Başgil`e cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmesini kendisine söyler. Eğer aday olursa Meclis açılmadan dağılacağını, seçimlerin iptal edileceğini, askeri idarenin devam edeceğini söylerler. Hatta bir general, cumhurbaşkanlığı için aday olmaya hazırlanan Ali Fuad Başgil`e şunları söyler: `Bil ki sen, cumhurbaşkanı olursan, ne top atılır, ne tören yapılır. Senin jipin hazır. Koyacaklar seni bir jipe, yukarıda bir yere götürecekler, orada akıbetin meçhul. Belki Etlik`te mezarını bile hazırlamışlardır.` O gün Başgil`in yanında olanlar, Devlet Lisan Okulu`na götürülerek kendisi için kazılan mezarın göterildiğini de anlatıyorlar. Bu şekilde tehditle Ali Fuad Başgil`in aday olması önlenir. Yerine 27 Mayıs darbesini yapan Cemal Gürsel aday olur. Seçilir ve asker üniformasıyla yemin eder. Tıpkı birilerinin seçildiği gibi ülkemizde, Mısır`da, şurada burada..."
"Cumhurbaşkanının siyaset dışı olmasını savunmak, bir defa siyaseti inkar etmektir"
Cumhurbaşkanlığı makamının siyasi iktidar karşısında devlet iktidarını temsil eden bir konum olarak şekillendirildiğini vurgulayan Erdoğan, "İsmet İnönü, ardından 1960 darbesini yapanlar, cumhurbaşkanlığı makamını halkın karşısına ceberrut devlet olarak koydular. İşte, Cumhuriyet Halk Partisi bu. Ya bunlar kendi geçmişlerini bilmiyorlar ya da akşam başka, sabah başka devam ediyorlar" dedi.
Türkiye`de hemen her cumhurbaşkanlığı seçiminin olay olduğunu, her seçim sırasında vesayet ve siyasetin karşı karşıya geldiğini, çok azında siyasetin kazandığını belirten Erdoğan, sivil siyasetin cumhurbaşkanı seçmesine, sivil sişasetçilerin cumhurbaşkanı olmasına hiçbir zaman hoşgörü ile bakılmadığını ifade etti. Özal`a yapılanları çok iyi hatırladıklarını dile getiren Erdoğan, 2007`de Meclis iradesinin nasıl ipotek altına alındığını bizzat yaşadıklarını bildirdi. Erdoğan, şunları kaydetti:
"Biz, bunun karşısında dimdik durmasaydık, milletimiz de yüzde 47 oy oranı ile bize muazzam bir destek vermemiş olsaydı o zaman da yine vesayet kazanacaktı. 10 Ağustos`ta sadece 12. cumhurbaşkanı seçilmeyecek, 10 Ağustos`ta cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile aynı zamanda kara bir dönem, vesayetler dönemi de kapanmış olacak. Siyasi iktidarın karşısında duracak, halka karşı devleti temsil edecek cumhurbaşkanı seçmiyoruz. Halkın seçtiği, halktan bir cumhurbaşkanı göreve gelecek, fark bu. Şu anda çatı ne diyor? Cumhurbaşkanının siyaset dışı olmasını savunuyor. Cumhurbaşkanının siyaset dışı olmasını savunmak, bir defa siyaseti inkar etmektir. Cumhurbaşkanının siyaset dışından olmasını savunmak, işte İsmet İnönü`nün, Cemal Gürsel`in yaptığı gibi vesayeti savunmaktır. Şu anda eski Türkiye`nin parametreleri ile hareket eden millet karşısında devleti temsil edecek cumhurbaşkanı arayan muhalefet partileri, en başta kendilerini inkar ediyorlar, siyasetin içindeymiş gibi görünüp, siyasetin dışında duruyorlar. Siyaset dışı bir cumhurbaşkanı ile eski Türkiye`nin ruhunu geri çağırabileceklerini zannediyorlar. Cumhurbaşkanı tarafsız olsun, derken esasen cumhurbaşkanının devletin tarafında, milletin karşısında durmasını istiyorlar. Bu dönem artık kapandı. Millet meseleye el koydu. Meclis`i seçin, Hükümeti belirleyen millet, 10 Ağustos`tan itibaren inşallah cumhurbaşkanını da doğrudan seçecek, kendi hür iradesi ile belirleyecek."
AA