Hüseyin Kaya / Doğruhaber Yorum

90’lı yıllardan sonra kirli yapılar daha yoğun bir faaliyet içerisine girdiler.

Bir taraftan Perinçek ve Küçük gibileri kaos ve çatışmanın artması için yoğun bir mesai sarf ederken, öte taraftan devlet M.

Ağar kimliğiyle açıkça “rutinin dışına çıktığını” ilan edebiliyordu.

Öldürmeler, kaçırmalar, adam devşirip kirli işlerde kullanma faaliyetleri…

Müslümanlar da bu kaos ortamında çok zararlar gördüler. Çok sayıda mazlum şehid olurken, sakat kalanlar ve muhacirler de oldu. Bu kirli savaşta kendini savunmak isteyenler de zindanlara atıldı.

İşkencenin normal bir sorgu usulü olduğu dönemde yargı da ideolojik tutum takınarak Müslümanlara karşı insafsızca kararlara imza attı. 28 Şubat kirli süreci ve 2000’li yılların yoğun zulüm günleri… Sonra uyum yasaları çerçevesinde çok şey değişti; ama mazlum Müslümanlar her zaman görmezden gelindi.

Yasalar değişti, yargılamalar değişti; ama kimse o zulmü görmek istemedi.

Adaletsiz kararlar yetmezmiş gibi mazlum Müslümanlar ailelerinden uzakta cezaevlerine gönderildiler.

Kimi anneler çocuklarını göremeden, hasretle verdi son nefesini. Yürekler yandı, taşlar eridi; ama elinde güç kuvvet bulunduranlar yine görmedi.

Kanunlar çıkardılar, darbecileri, kirli savaşın aktörlerini cezaevlerinden çıkardılar, ama “ayarlanmış adalet” mazlumları yine görmedi. Sürgün edildikleri yerden dönmek istediler, uzun süre cevap bile verilmedi. “Tamam” dediler bazılarına çok sonra.

Ama bu kez de para istedi devlet.

Kendisi zorla götürmüş, zulmetmiş, ailesini de mağdur etmişti; ama mağdurun istediği bir yere gitme talebi için para istiyordu devlet.

Zulüm üstüne zulüm…

Başka bir şey söylemeye gerek var mı?