Abdullah KAVAN/dogruhaber
Her şey 30 Ocak 2010 tarihinde Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu’nun bir çuval belgeyle savcılığın kapısını çalmasıyla başlamıştı. Herkes, “Neler oluyor? Bu kadarı da olmaz” diyordu. Beyaz Türkler diyebileceğimiz Balyoz, Ergenekon ve Sarıkız operasyonlarının sahipleri haricinde her kesimden kişilere kumpas hazırlanmıştı. Bilhassa İslami camianın her kesiminden gruplar mağdur edilmiş, cezaevlerine atılmış ve hatta faili meçhullere kurban gitmişlerdi. Bu kişilerin önce tutuklanmaları, ondan sonra ağır cezalarla cezalandırmaları; vicdan sahibi herkesi bir nebze de olsa rahatlatmıştı.
Aradan dört buçuk yıl geçti ve her şey sil baştana geldi. Ergenekon, Balyoz hükümlü ve sanıklarının hepsi bir anda tahliye oldu. Anayasa Mahkemesinin “hak ihlali var” gerekçesiyle dışarı salıverildiler. Paralel devletin ortaya çıkışıyla birçok kişinin “delil üretme” tekniğiyle mağdur edildiği anlaşılmıştı. Ancak Ergenekon ve Balyoz davalarında % 90 delillerin gerçekliği sabittir. Belki % 10’luk bir eklemenin olduğu söylenilebilir. Bu % 10’luk oran üzerinden hepsini tahliye etmeleri gariptir doğrusu. Tahliye olan bu kişilerin önde gelenleri gazetecilere nutuklar atıyorlardı. “Adalet yerini buldu, bize kumpas hazırlayanlar yakalanmalı, bunun hesabını soracağız” gibi tehditler ve açıklamalar geliyordu. Medyanın bir kısmı da sanki bu kişiler beraat etmiş ve suçsuz gibi göstermeye çalışıyor.
Bu aşamaya gelmesinin ana nedeni “paralel devletin” mağdur ettiği kişilerin anlaşılmasıyla hükümetin çıkardığı “yeniden yargılama” haklarının önünü açmasıydı. Bu yasa ilk başta müspet karşılanmıştı ve iyi bir adım olarak görülüyordu. Fakat yasanın içerisinde bir hile vardı. 23 Eylül 2012 tarihine kadar karara bağlanmış olan dosya sahipleri bu yasadan faydalanamıyorlardı. Bu tarihten önce mağdur edilmiş kişiler ne de olsa Beyaz Türkler değildi. Mazlum, gariban şahıslara ve belirlenen tarihten önce yapılan haksızlıklar önemli değildi. Bunlar kimlerdir?
Kimler değil ki? Özellikle dindar kesimden olan yüzlerce kişi mağdur edildi. Hiçbir delile dayanmayan Sivas davasını nereye koyacaksınız? Sadece dijital verilerden oluşan binlerce Hizbullah davasına ne diyeceksiniz? Salih Mirzabeyoğlu niye yeniden yargılanmıyor? Hatta yakın tarihte olan Elazığ İhya der dosyasına bir göz atsalar. Nitekim HDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan’ın, Hizbullah, İBDA-C, El Kaide ve Umut davasından toplam kaç mahpusun bulunduğu yönündeki soru önergesine, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın açıklamasıyla, 374 hükümlü mahkûmun olduğu açıklandı. Bunun gibi yüzlerce mağdur edilmiş ve sesleri çıkmayan mazlum kişilere bu hak niye tanınmıyor. Çıkarılan bir yasanın sadece özel bir kesimi değil herkesi ve her tarihteki şahısları kapsaması gerekmez mi? Yıllarca dindar halkın içtiklerini burunlarından getirenlere bu tolerans tanınırken üvey evlat muamelesi gören dindarlara bunu reva görmeleri bizleri derinden düşündürüyor.
Balyoz ve Ergenekon tahliyelerinin bir gerekçesi de “dijital verilerin delil sayılmayacağı” kararıydı. Eğer bu söylemlerinde sadık olsalar KCK ve Hizbullah dosyalarının tümü yeniden bir yargı sürecinden geçmelidir. KCK dosyaları telefon dinlemelerinden ibaretken, Hizbullah dosyalarının tamamına yakını bilgisayar çıktılarından oluşturulmuştur. Gerçi KCK dosyalarından fazla bir kimse cezaevlerinde kalmadı. Ekseriyet çoğunluğu tahliye edildi. Fakat dijital verilerden oluşan ve müebbet ceza alan onlarca Hizbullah dosyaları ve diğerleri varken “yeniden başvuru” hakkının onlara tanınmaması çifte standartlık değil midir?
Bugünkü hükümeti devirmeye çalışan ve onu cezaevine tıkmak isteyen güç, geçmişte bu dindar kesimi cezaevlerine tıktı. Yapay ve mesnetsiz suçlamalarla onları cezaevlerinde yıllarca yatırdılar ve hala cezaevlerinde yatmaktalar. Hükümet ve Başbakanın bunları bilmesine rağmen “yeniden başvuru hakkına” tarih sınırlamasını getirmesini yeniden gözden geçirmeleri gerekir. Bu hukuk sadece beyaz Türkler için değil tüm halk için geçerli olmalıdır.