ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

Her kavram, ait olduğu kültür içinde anlam kazanır. Bizde “aydın” kavramı Batı’da olduğu gibi Fransız İhtilali ile gelen değerleri savunan, bilgi ehli anlamında değildir. Sol ve liberal kesimlerin “aydın” olmayı “solcu” veya “liberal” olmakla eş anlamda kullanmaya çalışmaları ve buna İslamî kesimlerden sadece onların dünyasında akredite olmuş isimleri eklemeleri ise bir işgüzarlıktır, bir kavram işgalidir.

İslam dünyası için “aydın”, ilmi ile amil kişidir. Onu entelektüelden ya da aksiyoner olmayan medreseli akademisyenden ayıran, entelektüelin ve aksiyoner olmayan medreseli akademisyenin bilgi yüklenmesi ama bilgisinin kendisine bir sorumluluk yüklediği görüşüne katılmamasıdır.

Entelektüel için ve aksiyoner olmayan medreseli akademisyen için bilgi sadece bilmek için vardır. O sadece, kendisinden bilgi talep edene ve hatta o bilgi karşılığında kendisine bir ücret ödeyene bilgi verir. Bilgisi onu coşturmaz, hele hele galeyana hiç getirmez. Onun bilgisi usludur, çıkara göre vaziyet alır, yerinde durmayı bilir.

Halbuki ilmi ile amil olan alimin ve aydının bilgisi hareketlidir. Sahibinin yerinde durmasına izin vermez. Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa’nın “Ey aklım ya sen olmasaydın ya ben, ikimiz bir arada geçinemiyoruz” dediği söylenir. Aydının bilgisi de o akıl gibidir. O geliştikçe aydın kendi sorumluluğunun arttığına inanır, aydın onu harekete dönüştürmek zorundadır.

Aydın, kendisini toplumunun durumundan sorumlu tutar ve o durumu düzeltmeyi kendisi için bir görev bilir. Bu yönüyle İslam aleminde gerçek bir aydın Hz. Peygamber’in (S. A. V.) varisidir.

İslam aleminde gerçek anlamda “alim” sadece “alimdir.” Ona ayrıca bir sıfat bulmaya gerek yok. Medreselerde ilim tahsil etmiş ve ilmiyle toplumu aydınlatan kişiler alimdir ve bu sıfat onlara yeter. Asıl problem, medresede ilim görmemiş ama Müslümanların problemlerine çare arayan ve bu konuda geniş bir bilgi gereksinimine sahip olan kişilere ne deneceği ile ilgilidir? Ya da hem medrese okumuş hem de Batı’yı, Batılıları bilen kişiler? Onlara sadece “alim” demek kimi zaman bir tarif problemi oluşturuyor.

Hanili Salih Bey ya da öz ismi ile Salih Bege Heni, “alim”dir. Bu, onun için üstünlük olarak yeter. Ama aynı zamanda gerçek bir aydındır. Daha doğrusu “aydın” olma yönüyle kendi kuşağı alimlerinin çoğundan ayrılır.

Örnek bir aydın bulmak kolay değildir. İslam aleminde yetişmiş çok aydın yok. Hanili Salih Bey, o az yetişenlerden ve üstelik dört dörtlük bir aydın… Kimi aydınlara, daha çok mütefekkirliğe (düşünürlüğe) yakındır, kimileri de mütefekkir olmaktan çok bir hareket adamıdır. Salih Bey ise…Hem medresede okumuş; “ulum- u Arabiye, ulum-u diniye-i aliye” ikmal-i tahsil etmiş hem de kitap, dergi ve gazeteler üzerinden çağın fikirlerini takip etmiş.

Hem koca bir kıyamı mahkeme sorgusu hassas bir ortamda terimlerle ifade edecek kadar derin bir ilme sahip hem de kıyam sırasında “Mücahidin Reis-i Ewel”, yani bir numaralı askeri komutan olacak kadar hareket adamıdır.
29 Haziran onun Şeyh Said Hazretleri ve diğer ulema ve suleha ile beraber darağacına gönderiliş yıldönümüdür.
Kıyamın mesajı, kıyamın ruhu onun mahkemeye verdiği ifadede saklıdır. Şeyh Said Hazretlerine göre o ilmen dört ayağa mukabil bir umdedir (dayanaktır); şayan-ı itimattır (güveni hak edecek bir üstünlüktedir). Salih Bey’in kendisini de darağacına götüren mahkeme sorgusu sırasında verdiği ifade başlı başına bir tez konusudur. Bu yazıda onun şehadet yıl dönümü vesilesi ile sadece bazı yönleri ele alınacaktır.

HANİLİ SALİH BEY KİMDİR?

Mahkeme başkanı soruyor, Hanili Salih Bey cevap veriyor:

-Ne tahsil ettiniz?

-Ulum-u Arabiye, ulum-u diniye-i aliye ikmal-i tahsil ettim, bazı fünunu (fen bilimlerini) kendi başıma tahsil ettim.

- Hangi lisanları biliyorsunuz?

-Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe, Zazaca, biraz da Fransızca bilirim.

-Fransızca bilir misin, Fransızca bir kitap da teşkil etmişsin?

-Tercüme etmedim, Fransızca Gülistan tercümesi vardı, onu elde ettim.

-İngilizceyi bilir misin ve görüşür müsün?

-İngilizceyi bir Ermeni mualliminden biraz okudum, konuşamam.

Ve aslında Ermenice de biliyor, bu başı sarıklı adam…Fransızcadan Sadi’nin Gülistan adlı büyük eserini okuyabilecek kadar Fransızca ve biraz da İngilizce…Ama aslında bir Arapça sarf ve nahiv alimi…İslamî ilimlerde alim…Fen ilimlerini de öğrenmiş…Farsçayı çok iyi bilir…Kendisi Zazaca konuşuyor, Kurmanci lehçesi ile şiir yazıyor…

Hani derler ya… İslamcılar ülkeyi geri götürecekti. Salih Bey ve o dönemin İslamcılarını okuduğunuzda bu gerçeğin tam ters yönde olduğunu rahatlıkla anlıyorsunuz. Ülke, gelişmesin diye İslamcıların iktidarından uzak tutuldu. Zira o günün en okkalı Batıcı aydınları Salih Bey gibilerinin yanında bir lise talebesi düzeyinde kalıyor. Salih Bey ve akranlarının ufku apaydınlık iken onların ufku, Yunan tanrılarından ateş bulup aydınlanma özlemiyle kapkaranlık duruyor.

Diyarbakır uleması hakkına arşiv belgelerini derleyen M. Şerif Korkusuz’a göre,                                                                           “23 Cemaziyelevvel 1290/19 Temmuz 1873 tarihinde Diyarbakır-Hani’nin Derikam Mahallesi’nde doğmuş,(ailesine göre ise 1868-1869 yıllarında doğmuş). Hani’de müderris ve Nakşibendî-Hâlidî meşayihinden olan dayısı şeyh Mâruf Efendi’den ve başka müderrislerden mebâdi-yi ulûmu bi’t-tahsil ikmâl-i nüsah ederek, Balıklı Camii imamı Molla M. Zeki Efendi’den icâzetnâme almıştır. Evvelâ analisanları olan Kürtçe ve Zazaca dışında Arapça, Türkçe ve Farsça öğrenmiş, sonradan iyi derecede Fransızca öğrenmiştir. Diyarbekır’de, Ergani’de muallimlik ve müderrislik yapmıştır. İttihat-Terakki idaresini eleştiren ‘Mevlid-i Hürriyet’ adlı bir risâlesi vardır. Bir ara okuyup diploma aldığı Hani Rüşdiye mektebinde Ziya Gökalp’in devre arkadaşı olmuş, Ziya Gökalp’in daha sonraki dönemlerde geçirdiği fikri/akidevi değişikliklerde onunla tartışmalara da girmiştir. Şeyh Said hadisesi akabinde tevkif edilmiş ve Şeyh Said ile birlikte idâm edilmiştir.”

Salih Bey de pek çok İslam alimi gibi yetim büyümüş. Babası Said Bey, daha kendisi 6-7 yaşlarında iken vefat edince anne tarafından dedesi Şeyh Ahmet Efendi tarafından yetiştirilmiştir. Salih Bey’in, babasının defni sırasında ağladığını gören dedesi Şeyh Ahmed Efendi’nin ona “Ağlama Salih ağlama, eğer Allah dilerse nasıl ki Mısır kılıçlar arasında meşhurdur, benim Salih’im de mahşer gününde beyler arasında meşhur olacaktır” dediği rivayet edilir.

BİLEN, YAPAN VE YAPTIĞININ SORUMLULUĞUNU ÜSTLENEN BİR AYDIN

Şeyh Said ailesinden Abdulilah Fırat Bey, Şeyh Said ve arkadaşlarının mahkeme süreci ile ilgili çok bilinmeyen bir bilgi aktarıyor:

Şeyh Said, daha az zayiat verme hassasiyetiyle, arkadaşlarına hanginiz ifadeye çağrılsanız bütün sorumluluğu bana yükleyin, diyor. Herkes, kabul ediyor. Ancak Şeyh Said Efendi’nin avamdan bir hizmetkârı ve Salih Bey hariç… Biri avam, biri alim o iki kişi Şeyhim biz her emrine uyarız, ama sana kıyam sevabımızı vermeyiz, diyorlar ve kendi eylemlerinin sorumluluğunu yüklenme kararı alıyorlar.

Şevket Beysanoğlu’nun Diyarbakır Tarihi’nin üçüncü cildinde yayınladığı mahkeme tutanaklarına bakıldığında da heyetin karşısına çıkan herkes “Şeyh Said Efendi, ahaliye Hükümet Şeriatı kaldırıyor, isyan edelim, tekrar Şeriatı alalım, diyordu, biz de isyana katıldık” sözleri ile özetlenebilecek bir ifade veriyor.

Oysa Salih Bey, “Sizi Şeyh Said Efendi mi kandırdı?” sorusuna karşılık “Hayır, ben, kandırılacak biri değilim, Şeyh Said Efendi olmasa idi başka birisi yapardı” der. Halkın devrimler karşısında etkilenişini örgütleyen kimdi sorusuna karşılık da “Fertleri toplayan yoktu. Her fertte bir teessür görüyordum. Ön ayak olan kimse yoktu. Bilahare Şeyh Said Efendi geldi, tesadüftür” cevabını verir.

İdam öncesinde şu şiiri bırakarak ipe başı dik bir şekilde gider:

“Gerçi enzâr-ı ahibbâdan dahi dûr olmuşuz

Rahmet-i Mevla’ya yaklaşmakla mesrur olmuşuz

Bu dünyada müflis u harâb-hâne olduksa da

Bu harâbât ile biz, ma’nada ma’mûr olmuşuz

Kul bizi zulmen mücâzât etse pervâ etmeyiz

Şüphemiz yoktur ki, İndellah’da me’cûr olmuşuz

Ehl-i Hakk’ız korkmayız i’dâmîden berdârîden

Çünki, te’yîd-i İlâhî ile mansûr olmuşuz

Sâlihim, ehl-i salâhım Dîn’e cân kıldım fedâ

Lutf-i Hâkk’la teşnegâna âb-ı Kevser olmuşuz.”

İlmi ile amil bir alime, gerçek bir aydına yakışır bir tutum…

(Şiirin geniş bir açıklaması M. Mehdi Gül Hoca tarafından İnzar dergisi 2014 Haziran sayısında yapılmıştır, açıklama için o yazıya bakılabilir.)

TOPLUMU TANIYAN BİR AYDIN

Aydın, bir iki yabancı dil bilmeli. Salih Bey çok sayıda dil biliyor. Aydın toplumunu tanımalı. Salih Bey, toplumunu avamıyla, okumuşuyla tanıyor.

Bildiği diller, onunla toplumun değişik kesimleri arasında köprü kurulması için yeterli. Ama o bunu da aşıyor. Toplumla güçlü bir bağ kurmuş olacak ki halk derin bir etki karşısında nasıl davranır, ne yapar, ne yapmaz, bunu biliyor.

Dahası, o aile aile, şahıs şahıs da toplumu tanıyor ve sınıflandırıyor. Onun için ulema var ve suleha var. Diyarbakır’da çok sarıklı var. Ama ona göre alim olarak sadece Nakip Bekir Bey var. O ulema kıyafetinde ve oldukça sulehadır.

Belli ki onun için sarıklı olmak alim olmak anlamına gelmiyor. Alimin başka sıfatlarının da olması gerekir. Suleha ise ilmen dayanak olmasa bile İslamî şuur ehli olan kimselerdir.

Salih Bey, dönemin Hakimiye-i Milliye Tevhid-i Efkar, Vakit gibi gazetelerini okuyor. Türkiye ve dünya gündeminden haberi var. Ama parası olmasına rağmen bu gazetelere abone olmuyor, onlara para vermiyor.

İstanbul, Ankara çevrelerini gazetelerden bildiği gibi Diyarbakır’ı da iyi biliyor. Modern görüşleri ile bilinen Dr. Fuad’ın Şeriatçı olmadığının farkındadır. Suleha olmaya çok uzak ve sonra İslam’a karşı bir tutum içinde olan Cemil Paşazadeler için “sulehadandır” demişsin sorusuna karşı “ Haşa!” diyor. Tarih bugün onun tespitlerini bir bir doğruluyor.

SALİH BEY’İN KIYAM ANALİZİ

Salih Bey’e göre kıyamın koşullarını hazırlayan hükümetin şer’-i şerife aykırı harekatıdır; bu harekat bir tesir oluşturmuş, bir cereyan meydana getirmiş; toplumun önderleri bu cereyana kapılmış, kıyam etmiş, halk da tabii bir galeyan içinde onlara katılmıştır.

Vakaları, hayret edici bir neden-sonuç ilişkisi içinde açıklayan bu analiz, asıl suçlu olarak Şeriata karşı harekata geçenleri ilan ediyor, halkı ise başarısızlık karşısında ceza sürecinin dışına çıkarıyor.

Salih Bey’e göre böyle bir tesir karşısında böyle bir kıyamın olması ve kendisi gibi düşünenlerin koşullar ne olursa olsun bu kıyama katılması kaçınılmazdır. Böyle bir tesir altında imkânlar ve netice üzerinde düşünmek de söz konusu değildir. “Saika-i tesir insanı bazı gayr-i makul yollara sevk eder, siz harfiyen mantiki olmasını istiyorsunuz, bizim öyle bir planımız yoktu” diyen Salih Bey, aslında kıyamı; mutlak zorunluluğun İslam’a yönelik bu kadar saldırı karşısında tepki gösterme zorunluluğu olduğu, gerisinin teferruat olduğu, buradaki büyük zorunluluk karşısında bedene ve mala gelecek zarar hesaplaması yapmanın doğru olmadığı mantığına dayandırıyor.

Bu, dikkati bir büyük zarara çekmek için kendisini feda etme halidir. O hâl zorunlu ise gerisi ayrıntıdır. Onun kendisinden sonraki nesillere büyük mesajı budur.

Haftaya Salih Bey’in Toplum Analizi…