DİYARBAKIR  -  PKK`li bir grubun 26 Haziran 1992 yılında askeri elbiseler giyerek baskın yaptıkları Susa Camii katliamı aradan geçen 22 yıla rağmen halen unutulmadı. Acısı halen yüreklerde taptaze olan katliamın mağdurları her yıl düzenlenen programlarla anılırken, insanları Rabbine ibadet ederken katledecek kadar canileşen katiller lanetleniyor.

22 yıl önce işlenen katliamda dört oğlunu birden şehid veren baba Mustafa Fidancı ve katliamdan kurtulan Abdusselam Fidancı, o dönemlerde bölgede PKK’nin bu tür katliamlarına sık sık rastlamanın mümkün olduğunu ve Susa (Yolaç) Camiinde işlenen katliamın da bu katliamlardan sadece biri olduğuna dikkat çektiler.

"PKK’lilere yardım edenler korucu olarak köye geri geldiler"
Susa katliamında Mekki, Medeni, Sait ve Zeki adlı oğulları katledilen baba Mustafa Fidancı, “Olaylardan sonra Jandarma köye gelerek, korucu olmamız karşılığında ev, toprak ve para teklif etti. Biz bunu kabul etmedik. Ama katliamın gerçekleşmesinde PKK’lilere yardım eden ve katliamdan sonra köyden kaçanlar, korucu olmayı kabul etti. Bunun üzerine askerler köye gelerek, köyü terk etmemizi istedi. Bunu da kabul etmedik. Ancak askerler sinsi bir plan devreye soktu. Askerler, ‘köyü boşaltıyoruz, daha sonra tekrar köye dönersiniz’ dediler ve bizi köyden zorla çıkarttılar." dedi.

"Askerler bizi köyün dışına çıkartırken PKK’lileri köye soktu"
Askerlerin kendilerini köyden çıkartarak katliama adeta çanak tutan ve alenen PKK`ye destek verenleri köye soktuğunu söyleyen Fidancı, "Biz bunu geç fark ettik. Askerler bizi köyden çıkartıp, çocuklarımızı camide öldürenlerle işbirliği yapanları köye yerleştirdi. Biz yarı yoldan köye geri döndük, ama köyün girişinde pusuya yatmışlardı ve rastgele üzerimize ateş açtılar. Birçoğumuz yaralandı, yaralıları hastaneye kaldırdık. Asker, bizi öldürmeleri için ellerine silah vermişti. Bu yüzden elimizden bir şey gelmedi ve ilçeye yerleştik. Bir kısmımız da değişik illere hicret ettik.” diye konuştu.

Aziz İslam davası için 4 çocuğunu feda ettiğini belirten Baba Fidancı, şehit babası olduğu için Allah’a hiçbir zaman isyan etmediğini aksine her zaman için şükrettiğini de sözlerine ekledi.

Mustafa Fidancı`nın amcası çocuğu olduğunu söylediği Abdussamet Fidancı ise, olay günü yaşanan vahşeti anlatırken o günleri yaşar gibiydi.

"Yatsı ezanı okundu, kamet getirildi ve namaz için saf tuttuk"
Abdussamet Fidancı, “26 Haziran 1992 Cuma gecesiydi. Akşam ve yatsı namazı arasında Kur’an-ı Kerim okumak için camiye gittik. Yatsı ezanı okundu, kamet getirildi ve namaz için saf tuttuk. Namazın bitimiyle beraber, şehid Hüseyin bana dedi ki, “Şexo, babamla görüşmüş, babam şu an sizin evde, sen git bakalım bu görüşme neyin nesiymiş öğren” dedi. Ben de camiden çıktım ve eve doğru yürümeye başladım. Yolda birkaç kişi kolumdan tutarak, elimi bağladılar. Biri sivil elbiseli, diğerlerinin üzerinde asker elbisesi vardı. Ellerimi bağlayarak beni camiye getirdiler. Camide 13 arkadaşım vardı, içeriden sesler gelmeye başladı. ‘Biz askeriz, kıpırdamayın’ diyorlardı, ancak hakaret ediyorlardı. Bunun üzerine camidekiler, “Hem Allah’ın evine ayakkabılarınızla giriyorsunuz, hem de yaşlılara hakaret ediyorsunuz” dediler. Şehid Hüseyin ise  “Neden evlerimiz dururken bizi camide arıyorsunuz, hem burası ibadet yeridir, burada namaz kılınıyor. Buraya böyle ayak basarak giremezsiniz. Sizin hiç mi Allah’tan korkunuz yok? Diyerek onların yüzüne tükürdü." ifadelerini kullandı.

"PKK`liler camiyi basmadan önce evleri dolaşmış ve köylüleri tehdit etmişti"
PKK`lilerin asker kıyafeti giydikleri için kendilerini ilkin asker zannettiklerini söyleyen Fidancı, "Ancak hareketleri ve ayaklarında mekap marka ayakkabıyı görünce bunların PKK`li olduğunu anladık. Daha sonra herkesin elini bağlayıp, caminin dış duvarı önünde sıraya dizdiler. Hüseyin’i almak istiyorlardı, ama o direniyordu. Benim de elim bağlıydı, ancak ip gevşekti, ben de kaçmayı düşündüm. Ellerimi çözüp kaçmaya başladım, ‘Dur yoksa ateş ederiz’ dediler, ama ben kaçmaya devam ettim. Nefes nefese eve vardım, durumu anlattım. Asker kılığında PKK’lilerin camiyi bastığını ve onları öldüreceklerini söyledim. Hemen köylüleri toplayıp, yardıma gitmemiz lazım, dedim. Ama PKK`liler camiyi basmadan önce evleri dolaşmış ve kimse dışarı çıkmasın diye köylüleri tehdit etmişti. 15 dakika sonra silah seslerini duyunca, camiye koştum, gördüğüm manzara dehşetti, bunun adı katliamdı. PKK’liler bu alçakça katliamı işledikten sonra kaçmıştı, cami önünde kurşuna dizilen 13 arkadaşımızdan 9’u orada şehid olmuştu. 4 kişi de yaralanmıştı. Yaralı olan Medeni Fidancı, Fesih Çetinkaya, Mehmet Kantar ve Yasir Kantar’ı Silvan Devlet Hastanesine kaldırdık. Ancak yaralı Medeni Fidancı, hastanede şehid oldu.” ifadelerini kullandı.

"Yaralıları hastaneye kaldırmak için köylülerden hiç kimse yardım etmedi"
Yaralıları hastaneye kaldırmak için köylülerden yardım istemelerine rağmen kimsenin kendilerine yardım etmediğini belirten Abdusselam Fidancı, camiye komşu olan akrabalarının bile yardım etmekten çekindiklerini söyledi. Katliam haberini duyan Müslümanların sabahın ilk ışıklarıyla beraber köye geldiklerini söyleyen Abdusselam Fidancı, köye gelen binlerce Müslüman ile birlikte şehidleri defnettiklerini söyledi. Bazı köylülerin PKK ile işbirliği içinde olduğunu belirten Abdusselam Fidancı, katliam sonrasında bu köylülerin şehid olanların evlerini ateşe vermekle tehdit ettiğini, şehidlerin mezarlarına saldırdıklarını da sözlerine ekledi.

Susalı Sümeyye`nin dilinden Susa katliamı
"Bana sorarsanız susa köylerin en güzeliydi" diyerek Susa`ya olan özlemini dile getiren Susalı Sümeyye,  köylerinin camisi, okulu, ortasından akan deresi ve çeşmesi ile adeta bir hayat ve muhabbet yeri olduğunu özlemle anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü:

"Birbirlerine karşı saygılı ve muhabbet dolu insanları vardı. Ta ki zalimlerin zulmü köyümüze girene kadar. Bazı İslam düşmanları Kürdistan ve Kürtleri özgürlüğe kavuşturma bahanesiyle Marksist ve ateist düşünceye hizmet etmeye ve Müslüman köy halkının huzurunu kaçırmaya başlamışlardı ki, Yüce Allah Müslüman köy halkına merhamet etti ve hidayetini güzel köyümüzün güzel insanlarına ulaştırdı. Ben o zamanlar 7-8 yaşlarındaydım. Çocuk yaşta olmama rağmen o dönemde işlenen böylesi vahşice bir katliamı unutamıyorum. Hüseyin ve arkadaşları her gün olduğu gibi bu akşamda yatsı ezanının okunmasıyla bu ilahi davete icabet edip camiye gittiler. Onlar ibadetlerine düşkün oldukları gibi hayatlarının her alanında Allah’ın Resulünü örnek alıyorlardı. Öte yandan dinsiz, imansız, vicdansız ve hain örgüt boş durmuyordu. Müslümanlara yaptıkları tehditlerin bir faydasının olmadığını görünce, onları topluca katletme kararını aldılar. Toplu katliam ile Müslümanları bitireceklerini düşünüyorlardı.

"Köyümüzdeki örgüt elemanları işledikleri katliamdan sonra jandarma tarafından tespit edildiler ancak ceza almadılar"
Katliamdan sonra şehidler için kazılan kabirlerin aynen şehid oldukları gibi sıra sıra dizilmiş halde kazıldığını ve o şekilde defnedildiklerini söyleyen Sümeyye, "Artık Susa köyü sıradan bir köy değildi. Zulme uğramış, şehidler vermişti. O artık mazlum susaydı ve hep öyle anılacak. Allah ve İslam düşmanı mülhid örgüt ve yandaşları müminleri öldürmekle onları ve davalarını bitirdiklerini zan ediyorlardı. Oysa şehid Hüseyin ve Müslüman kardeşlerin kanları birçok Müslüman`ın gafletten silkinip uyanmalarına vesile oldu. Susa katliamını duyan herkes susaya akın ediyordu. Müminlerin şehadetleri hayatlarından daha çok hizmet ediyordu İslam`a. Çağrıları daha bir bereketliydi davaya. Şimdi sadece Susa halkına değil bütün Müslümanlaraydı davetleri. Kör olan gözler açılsın zalim kim mazlum kim tanınsın artık demekteydiler. Köyümüzdeki örgüt elemanları işledikleri katliamdan sonra jandarma tarafından tespit edildiler. Ancak hatırladığım kadarıyla ceza almadılar. Mübarek şehitlerin kanlarının yerde kalmayacağını biliyorlardı. Bu yüzden olsa gerek köyü terk ettiler. Çok sürmedi yaklaşık 2-3 yıl sonra devletin de desteğini alarak, devletin silahıyla korucu olarak köye geri döndüler. Onlar kirli ayaklarıyla köyü tekrar kirlettiklerinde, Susa`nın mazlumiyetini duymayan kalmamıştı." ifadelerini kullandı.

Susa katliamında katledilen Müslümanlar ve vasıfları
HÜSEYİN: İhvanına, muvahhit kardeşlerine en zor ve sıkıntılı anlarında sırdaş, dost ve ağabey olan Hüseyin… O küçücük beldede sahiplenme destanını sıratı müstakim çizgisinden şaşmadan yazan muvahhit… “muvahhit kardeşlerim” Hitabını dilinden hiç düşürmeyen muvahhit Hüseyin…

MOLLA ABDULHALUK: Zamanının çoğunu camide geçirirdi. Öyle ki saatlerce camiden çıkmadığı zamanlar oluyordu. “Bu kadar uzun süre camide nasıl kalabiliyorsun?” diye soranlara; “Hevalé min li wéderéye sebra min pé té. Ew ji Qurane…” (Benim arkadaşım camidedir onunla sabrediyorum o da Kur’an’dır) şeklinde cevap veriyordu.

MUHAMMED SAİT, MEKİ, MEDENİ VE MUHAMMED ZEKİ: Allah yoluna adanmış dört kardeş… Dört İslam davetçisi… İlmi ve ibadi anlamda yetişip yetiştirmeye çalışan dört İslam fedaisi…

MUHAMMED ALİ: Mümin dostlarının tesellisi ve sığınağı… Ali yürekli Muhammed Ali… Tüm baskılara Bilal’ca direnen Muhammed Ali.

HACI AHMET VE OĞLU MUHAMMED EMİN: “Sabredin ey Yasir ailesi size cennet vardır.” diyen Efendimiz aleyhisselatu vesselamın dizi dibinde ders almış gibiydiler…

ADNAN:  Konuşmalarını ve sohbetlerini üstadın örneklemeleriyle süsleyen, tebliğ vazifesinden geri kalmayan, daima mütebessimdi. (Fikret Özkan - İLKHA)