Mehmet Özcan / Analiz
Irak’ta Amerikan işgalinde olduğu gibi işgal sonrası da neredeyse bombanın patlamadığı, kaosun yaşanmadığı günler olmayadursun, ülkeye bir de iç savaş eklendi. Musul ve çevresinin IŞİD`in de aralarında bulunduğu Maliki’ye muhalif kesimlerin eline geçmesi ve Bağdat’ın kapılarına dayanması işin rengini tamamen değiştirdi.
İşgalle parça parça türeyen grupların din ve alan mücadelesi verdiği ülkede bir de Maliki yönetiminin zalimane tutumu özellikle de Sünni kesimin yaşadığı Musul boyunda halkın isyan etmesine sebep oldu. İsyanın Maliki yönetimine olduğu bölgelerdeki elde edilen başarının arkasında ise sadece çokça pohpohlanan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) yok. Bu mücadelede, aşiretlerden tutun da ABD işgalinin başlaması sonrası direnişe geçtikten sonra pasifize edilen birçok grup bulunuyor. Ancak bu isyanda motor gücünü, teşkilatlı yapısıyla daha ön plana çıkan IŞİD’in yapıyor olmasından, muhatabın IŞİD olduğu anlamı çıkarılsa da gerçek bu değil. Ve şu da ilerleyen aşamalarda daha net görülecektir ki halk tabanı olmayan ve korkuyla gücünü pekiştiren hiçbir hareketin ömrünün uzun olmadığı bir kez daha iyi görülecektir.
IŞİD’in de içinde bulunduğu ancak aşiretlerin sayıca daha etkin olduğu bu hareketin Bağdat’ın kapılarına dayanması anlaşılabilir belki. Çünkü buna ister bir isyan deyin, ister bir direniş, isterseniz de bunu arkasında farklı devletlerin olduğu oynanan bir oyun olarak görebilirsiniz. Ancak IŞİD’in Kerbela, Necef gibi beldeleri tehdit etmesi, Şii Müslüman kardeşlerimize yönelik katliamı arzuluyor olmaları hiçbir şekilde İslam’la bağdaşmayan, kabul edilemez bir adım olmakla birlikte engel olunması için gereken her neyse derhal önleyici tedbirler alınmalıdır.
Diğer yandan Bağdat ve çevresindeki Şii bloğu da gönüllü savaşçılar toplayarak ölüm kalım savaşına hazırlanıyor. Sünni ve Şii kesimin aşırı grupları öncülüğünde dinmesi uzun sürecek ve ağır travmalar yaşatacak savaşa girişmesi İslam dünyasında büyük acıların yaşanmasına yol açacaktır. Bunun için Batı’nın, İslam dünyasında Şii-Sünni çatışmasını başlatacak ateşin fitilini yakmaya çalıştığı gerçeği hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir.
Musul’un el değişmesi sonrası ABD Başkanı Barack Obama, Irak’a kara harekâtı dışında kalan bütün seçeneklerin masada olduğunu belirtmiş ardından da Basra Körfezi’ne bir uçak gemisi yollamıştı. ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry de Obama sonrası yaptığı açıklamada, IŞİD`e karşı mücadelede İHA saldırılarının Irak için çözüm olabileceğini ileri sürüyor. Peki, bu ne demek oluyor? Açıklayalım, bunun anlamı; birincisi, Pakistan ve Yemen modeli bir savaş stili… Yani, bir ülkeyi işgal etmeden ancak yönetiminin başına kim gelirse gelsin ülkeyi kendine mecbur bıraktırmak ve insansız hava araçlarıyla ülkenin hedef tahtası bölgesindeki yerleri canının istediği her zaman, mekân farkı gözetmeksizin vurabilmek. Bu da şu demek oluyor; Amerika için risksiz, masrafsız bir kazanım. Ama o ülkenin Müslüman halkı için ölüm olmaktan başka bir seçenek bırakmıyor… İkincisi; Irak’ta kalınan 8 yıllık kahrolası işgal ve yıkımdan sonra Amerika’nın bu İslam topraklarına hâlâ bir özlemle yaklaşma arzusuyla hareketini görmezden gelip kendilerine yardım edilmesini isteyen kukla yöneticiler var ki bunları anlamak mümkün değil. Köleler bile özgürlükleri sonrası karşılaştıkları tehlike karşısında ölümü köleliğe tercin ededururken, zincirleri şer güçlerine bağlı bu yöneticilerin zilleti tercih etmeleri anlaşılır gibi değil. Hastalıklı bu kişiliklerden biri de Irak Meclis Başkanı Usame Nuceyfi.
Bağdat’a yönelik tehdit sonrası yaptığı açıklamada Nuceyfi, ABD`den müdahale talebinde bulundu ve muhaliflerin ilerlemesini “yabancı işgali” olarak nitelendirdi.
Diğer bir örnek ise İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 14 Haziran Cumartesi günü yaptığı açıklama. O da, Irak’a herhangi bir dış müdahalede bulunulmasına kesinlikle karşı olduklarını belirtmesine rağmen krizin çözümü için ABD ile çalışabileceklerini söylemişti.
Her şeyden önce şunun iyi bilinmesi ve hafızalara kazınması gerekir ki; Irak da, Suriye de, Afganistan da ve İslam medeniyetimizin hükümranlık sürdüğü kısacası tüm beldeler, İslam ümmetinin ortak paydalarıdır. Bu beldeler üzerinde söz sahibi olması gereken ana unsurlar da Müslümanlardır. Hiçbir şekilde Batılı, haçlı, siyonist zihniyetli şer ittifakın yönetme, yönlendirme hele ki müdahalesi söz konusu olamaz, olmamalı! An itibariyle İslam dünyasının bölünmüşlük hali göz önünde bulundurularak şöyle denilebilir; bugün sorunun meydana geldiği bölge Irak ise, bu toprakların sahipleri konumunda olan ülkenin dinamik yapıları, aracılar vasıtasıyla bir araya getirilebilmeli. Ve devam eden sorun ülkenin tek parça kalmasıyla çözüme kavuşturulabiliyorsa tüm kesimlerin hakkı verilmeli. Yok, eğer bu mümkün değilse Irak’ın Kürt, Sünni ve Şii bölgesi diye üçe bölünmesi ülkenin tüm dinamiklerine kazanç sağlayacağı gibi Batı’yı da hüsrana uğratacaktır.