İntikam hissi, nefsin alkışladığı ama aklın “ağır ol!” dediği bir dürtüdür. Fert ve toplum bünyesinde meydana getirdiği tahribatı görüp de onda hızlanmak gerçekten akıl kârı değildir. Bu yüzden af alicenaplığı ile toplumun enerjisi yıkımdan alınıp imara kanalize edilmeye çalışılmıştır.

Adaletin toplumsal kurumlarla sağlandığı bir yerde hislerin önünü alıp affetmek, ya da hiç olmazsa intikamını (hakkını da diyebilirsiniz) yasal organlar eliyle almak ne güzel! Ama adaletin cari olmadığı, affında zalimin küstahlığını artırdığı yerde ne yapmalı? Bu durumda kişi hakkını korumazsa, intikamını almazsa ya zalimin fiili zulmüyle ya da intikamı alınmamış haklarının kırdığı gururunun inlaneleriyle veremden terki dünya olacaktır.

İşte size bir örnek: Eşeğinin üzüntüsünden ölen kadının hikayesi… Bu, kitabî hikayelerden değil, bizim komşu köyün hikayesi. İnsan eşek için de ölür mü demeyin, adi bir ölümdür diye de düşünmeyin. Ben kesinlikle şerefli bir ölüm olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi olay gerçek ve bizim komşu köyde geçiyor. Bahsi geçen köye kimsesiz bir karı-koca sığıntı gibi yerleşir, köyün çobanlığını yaparlar. Bir gün bunların eşeği köyün ileri gelenlerinden birinin tarlasına girer. Tarla sahibi tabancasını çıkarır, eşeği vurur ve öldürür. Sığıntı aile hiçbir şey yapamaz. Hakkınızı koruyamadığınızı, gururunuzla, haysiyetinizle pervasızca oynandığını düşünün. Gerçekten zor durum!.. Derler ki çobanın karısı bunu içine atar, günden güne erir ve sonunda ölür. Adaletin olmadığı yerde intikamını almamak ya da alamamak böyledir işte. Böylesi durumlarda elini kaldırıp dur demek, gerekirse intikam almak haysiyeti kurtarır, kişinin kendisine saygısını korur, hayatı şereflice sürdürmenin önünü açar.

Niyetimiz kimseyi birbirine düşürmek değildir. Sadece intikamın böyle bir tarafının da olduğunu gösterip konumuza giriş yapmaktır. Kaldı ki biz acıdan intikam aldığımızda Kürtçe tabirle hiçbir xırûcur (hırgır) yaşanmayacaktır.

Alınmamış hakların gururda bıraktığı incinme gibi acılarda ruhta, moralde yaralar açar. Adı üstünde acı, daha ne söylenebilir ki? Tek kelimeyle acıtıyor işte. O, ortadan kaldırılmadığı, en azından dayanılabilir seviyeye indirilmediği zaman sonunun nereye varacağı belli olmaz. Bu yüzden ondan intikam almak şart. Bunu başardığı zaman insan, hakkını almış kişinin psikolojik rahatlığını yaşayacak, acıyan bir tarafına karşılık diğer tarafını mutlu kılacak yani dengeyi sağlayacaktır.

Kişinin acıdan intikam almakla sağladığı bu denge çok mühimdir. Zira hayat denge üzerine kurulurdur ki Mevlamız: “… O dengeyi koydu, sakın ola ki dengeyi bozmayın.” buyurmaktadır. Bizim, bizden bağımsız çalışan tarafımız, yani vücudumuz bu denge hususunda acayip hamarattır. Bir kolumuz problemliyse diğer kolumuz güçlüdür. Duyularımızda da durum böyledir. Bir duyumuz zayıfsa diğerleri dengeyi sağlama adına daha kuvvetlidir. Âmaların bu konudaki becerileri dudak uçuklatacak cinstedir mesela.

Gayri iradi tarafımız olan vücudumuzda denge Rabbimizin lütfuyla böyle tıkırındayken iradi tarafımız olan moral alemde bu dengeleme işi bize bırakılmıştır. Peki, bunu nasıl başaracağız?

Ruhumuza, moralimize acıdan yana her bir darbe geldikçe moral kuvvetlere sevinçten, mutluluktan bir gıda bulup göndermekte elbette. Yoksa acıyla bozulan moral dengemiz depresyonik durumlara kadar götürebilir bizi. Bu gıda da, bulabilmek isteyenler için her yerde vardır. Şimdi bunu cezaevi örneği üzerinde biraz somutlaştırmaya çalışalım:

Hakikat şu ki cezaevine düşmekle kişi acıdan yana bir darbe alır; moral denge bozulur, üzüntüden yana meyleder. Doğru bilinen meşhur bir yanlış da sigaranın üzüntüyü hafiflettiğidir. Bu tutuklunun sigaraya da başladığını düşünelim. Zararlı bir şeyde hayır var mı? Terazinin acılar kefesi daha da aşağıya sarktı mı? Sarktı. Bu kişinin, en büyük sermayesi olan hayatının saat ve dakika pırlantalarıyla bir sürü televizyon dizi ve programını da satın aldığını varsayalım. Ruh terazisinin acılar tarafındaki alaborayı artık varın siz tahmin edin. Evet şunu kesinlikle iddia ediyorum ki ciğerden yükselen ahların büyük çoğunluğu ve en uzun soluklular; boş geçen, haramla geçen ömür karşısında vicdanın insana yaptığı itirazların yankılarıdır.

Bir de olayın tersinden cereyan ettiğini farz edelim. Sigara içen bir kardeşimiz zindana düştüğünde sigarayı bırakıyor. Bu bir intikamdır ve moral terazisindeki etkisi de aşikârdır. Bu kardeşimizin zamanı iyice süzüp mücevheratını aldıktan sonra mazi deryasına bıraktığını da düşünelim. Bu kazançlarla moral terazisinin üzüntü-sevinç dengesinin nasıl bozulacağı ortadadır. Artık sevinç kefesinin ne kadar ağır basacağı, kişinin elde ettiği mücevheratın değerine bağlıdır.

Kim bir adım öne çıkıp Üstad Bediüzzaman ve Seyyid Kutup’un zindan acısından tam bir şekilde intikam almadığını söyleyebilir.

Risale-i Nur, Fizzilal terazinin mutluluk kefesine konduğunda acıdan eser mi kalmıştır dersiniz? Teraziye gelmediklerinden ferdi ibadetlerini ise saymıyorum. Görüldüğü üzere ruhumuzdaki sevinç veya üzüntü fırtınaların sebebi için psikolojik, sosyolojik analizlerde, felsefik yorumlarla kafayı şişirmeye hiç de gerek yok. Her şey mahalle bakkalındaki Ali dayının terazisi kadar sade.

Acıdan yana ruhun bir ok aldığında sen de iyilik tirkeşinden bir ok alıp intikam namına acıya nişan alıyor musun? Moral terazinin sevinç kefesine güzellikten yana bir şey koyuyor musun?

Bu konuyu bir de nebevi sirete götürelim. Nebiyi Zişan’ın moralmen daraldığında ne söylediğini hatırladınız mı? İşte sözün özü:

“Ey Bilal kalk da (bizi namaza çağırmakla) rahatlat.” Rabbim bize bizi rahatlatacak ameller nasip etsin. (Amin)

Sait Burak
Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi