ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

“Sekülerleşme”, kelime anlamıyla “dünyevileşme” anlamına geliyor. Terim olarak ise sekülerleşme, kişinin günlük yaşam ve işlerinde dini dikkatte almaması, “dine uygunluk koşulu”nu aramaması anlamında kullanılıyor.

Laikleşme, sekülerleşmeden farklı bir serüveni ifade etse de iki kavram çoğu zaman aynı anlamda kullanılıyor.

“Kişiler laik olur mu olmaz mı?” tartışması ne ifade ederse etsin bir kesim kendisini laik görüyor. Dinin o kesimin hayatında kayda değer bir payı yoktur. Hatta onların bir bölümü, hayatını vahyin kılavuzluğunda şekillendirmek bir yana bilinçli olarak dine tam muhalif olarak şekillendirir. Örneğin, alkolün zararlı olduğuna inansa da sadece dinden ve dindarlardan uzak olduğunu ispatlamak için alkol kullanır; alkol kokusundan rahatsız da olsa kendisini zorlayarak alkollü yerlerde bulunur. Bunlar, açık laiklerdir.

Ama bir de “Ben asla laik değilim; hatta laikliğe karşıyım” deyip de dinin kendi hayatları üzerindeki payını neredeyse sıfıra indirenler, hayatın herhangi bir alanı ile ilgili karar verirken dine uygunluk koşulunu aramayanlar vardır. Bunlara ne denebilir?

Birkaç yıl önce bir alışveriş hikâyesi dinlemiştim. Dindar bir kişi, yine dindar olduğundan emin olduğu bir firmadan büyük bir alışveriş yapıyor. İslam hukukuna göre kendisine hile yapıldığı kanaatine varınca firma sahibine gidip “Yaptığınız İslam hukukuna aykırıdır” diyor. Aldığı cevap kendi açısından şoke edici oluyor. Firma sahibi “Biz, dindarız ama ticaretimizde İslam hukukunu esas almıyoruz. Alışverişimiz İslam hukukuna aykırı da olsa yasalara uygundur” diyor.

Görünüşüne ve günlük hayatına bakıldığında dindar görünen bu insan laik midir, değil midir?

Bu sorunun cevabı din sosyolojisi üzerine çalışanları, “gizli sekülerleşme” tartışmasına götürüyor.

“Gizli sekülerleşme”, kişilerin dindar olduklarını düşündükleri halde aslında laikleşmiş olmalarıdır; “örtük sekülerleşme” de denen bu durumda kişi söz olarak dindardır ancak kişinin eylem kararında ve eyleminin şeklinde vahyin payı ya çok azdır ya da yoktur. Din, o kişi için mukkades de olsa vahiy (Kur’an ve Sünnet) ve vahyin izahından çıkarılan hükümler onun için belirleyici değildir. Din onun zihninde hangi konumda olursa olsun onun hayatında sürgündedir. Kimi zaman, din bu durumdaki birinin hayatında bir dinsizin hayatında olduğundan bile daha etkisizdir.

Sekülerleşme üzerine çalışan bir akademisyen “Günlük namazını aksatmayan, her Ramazan’da bir ay boyunca oruç tutan biri oldukça seküler bir yaşamın parçası olabilir” derken başka biri de “İnsanlar sekülerleşirken inançlarını kaybetmedikleri gibi, namaz kılabilirler, oruç tutabilirler ve diğer dini ritüelleri yerine getirebilirler” demektedir.

Vahyi hayatını belirlemede bir kaynak olarak kabul etmediği halde anne babasına saygı duyan, komşusuyla her karşılaştığında ona selam veren, düzenli olarak hasta ziyaretinde bulunan, başsağlığına giden, emanete ihanet etmeyen, yalan söylemeyen biri mi laiktir?

Yoksa İslam’ın yeryüzüne hakim olması gerektiğini savunup anne babasına saygı duymayan, komşu hukuku konusunda duyarsız, hasta ziyaretini ve başsağlığı dileğini eziyet gören, emanet ve doğru söz konusunda serbest davranan biri mi laik?

Birinci kişi inanç olarak dinden uzak da olsa kültür olarak dinin etki alanı içindedir. Din, bir gelenek olarak onun hayatına hükmedecektir. Onun eylemlerinin ahiretteki karşılığı ne olursa olsun dünyada anlam kazandığı alan dindir.

İkinci kişi oruç tutup namaz kılsa da onun hayatında dinin rolü zayıflamıştır; bu kişi gizli sekürleşmenin etki alanındadır.

Gençlik yıllarında anne babasının İslamî hayatını hurafelerden örülü zanneden pek çok radikal kimsenin, teorik yanı aşınınca, “Annem babam benden daha Müslümanmış, bunca yıldır çalışıyorum, annem babam kadar Müslüman olamadım” demesi burayla ilgilidir. Anne babanın İslamî bilgisi zayıf da olsa inanç ve gelenek yanı sağlamdır, radikal kişi ise kendisini “devrimci” bir tutumla geleneğin dışına atmış, onun “devrimci” yanı zayıflayınca vahyin onun kararları ve dolayısıyla hayatı üzerindeki etkisi azalıyor, onun karar ve eylemleri laik kesimin karar ve eylemlerine benziyor. Geçmişte İslam için ağır bedeller verdiğini düşündüğü halde şekil ve eylemlerinde dindar insandan çok laik kesime yakın görünenlerin durumu ancak buradan bakınca anlaşılıyor.

LAİKLİK-SEKÜLERLİK TARTIŞMASI

Tarihi serüvenleri farklı olsa da laiklik ile sekülerlik pratikte kesişiyor, neredeyse aynı tercihe karşılık geliyor.

Laik hareket, Katolik kilisesine karşı isyan hareketidir. Laiklik, siyasi düzenle ilgilidir, dinle ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade eder. Ana yurtları Fransa olan laikler, dinden uzak kesimler olmaktan çok dine karşı olan bir kesimdir, dinin devlete karışmasına karşı çıkar ama devletin dine karışması gerektiğini düşünür, dini devletin tahakkümü altına alır.

Sekülerlik ise Protestanlık içinde gelişen bir dünyevileşme hareketidir. Laiklik, doğrudan dine karşı konumlanırken sekülerlik dine karşı konumlanmayı değil, kişinin dine hangi değeri verirse versin dünya işlerinde “serbest/özgür” hareket etmesini önerir.

Bunun için Batı’da dindar kesim ile laiklik arasında hiçbir ilgi kurulmazken seküler kesim ile dindarlık arasında bir ilgi kurulabiliyor. Daha doğrusu, dindar göründüğü halde kilisenin öğretilerini örneğin ticari hayatına karıştırmayan biri “seküler” olarak görülüyor. Daha anlaşılır bir ifadeyle Fransa’da kendisini laik gören birinin kiliseye yardım etmesi düşünülemez oysa seküler biri ticaretini İncil’in bütün ahlaki öğretilerine muhalif bir şekilde düzenlediği halde “sevap kazanma niyetine” bir kilise inşa edebilir.

Laiklik, daha çok devletçi bir düzenle ilgi iken sekülerlik daha çok liberal bir düzenle ilgilidir. Esasen sekülerliğin üretimi de liberalizmi yerleştirmek içindir. Zira sekülerleşme olmadan liberalizmin sadece kâra endeksli sınırsız pazar anlayışının kabul edilmesi mümkün değildir.

Bu durumda laiklikle sekülerliğin sınırı neresidir? Bu sorunun cevabını vermek kolay değildir. Sekülerlik genellikle “yumuşak laiklik” olarak görülüp kimi kesimler tarafından laikliğe tercih edilirken sekülerliği din açısından laiklikten daha tehlikeli bulmak da mümkündür.

Zira laiklik dini devlet nizamından uzaklaştırırken sekülerlik vicdanlara hapsetmekte ve yanıltıcı bir dindar tipi üretmektedir. Normalde dindar bildiğiniz bir insana karşı güveniniz oluşur. Ancak bu dindar, ticaretteki kârı söz konusu olduğunda birden “laik” moduna geçiyorsa bu mod değiştirme hızına ayak uyduramayıp onun hile girişimlerine hazırlıksız yakalanabilirsiniz.

Devletler açısından ise sekülerlik ile laiklik arasında bir doz farkı vardır. Seküler kabul edilen İngiltere’nin dini özgürlükler konusunda Fransa’dan daha yumuşak olduğu söylenir. Ama söz konusu dış politika olunca iki ülkenin tutumu arasında hiçbir fark görülmez. İkisi de İslam dünyasına karşı tutumunu İslam’ın insanlık için yararına göre değil, kendi çıkarına göre belirliyor. Hatta İngiltere dış politika kapsamında kimi zaman İslam’a karşı Fransa’dan daha sert bir tutumun içinde olabiliyor.

SEKÜLERLİK TESTİ

Sekülerizme sapan kişi iş adamı ise kârı değerlere tercih eder, yargıç ise cezalandırmada vahye başvurmayı çağın gerçeklerine aykırı bulur, bir öğrenci ise bilginin inşasında vahye başvurmaz, bir mimar ise mekanın yüzünün Kıble’ye dönük olması için çaba göstermez, çocukları ile ilgili problem yaşayan bir baba ise bir alimden nasihat almak yerine bir psikologa ve aile sosyologuna gider; bir psikolog veya sosyolog ise Kur’an’dan, hadislerden, İslam alimlerinden değil, Batı’dan Çin’e hep filozoflardan alıntı yapar.

Bu kapsamda herkes, kendisinin sekülerizme sapıp sapmadığını test edebilir:

Seçimlerde oy vermek istediğim kişinin dinle ilişkisi tercihimizi etkiliyor mu?

Ticaretimde faizin haram olduğuna inansam da sadece kârımı artırmak için faizli işlem yapıyor muyum?

Ceza gerektiren bir fiille ilgili konuştuğumda vahye başvurmayı gerekli görüyor muyum?

Bilgi konusunda vahiy benim için bir kaynak mıdır?

Bir ev inşa ederken Kıble endişem var mıdır?

Çocuklarımın nasihate ihtiyacı olduğunda aklıma önce vahiy kaynaklı nasihat mi gelir yoksa psikolog ve sosyolog mu?

Bu soruların cevabı bizdeki gizli sekülerleşmeyi ortaya çıkarır; bizi “Yoksa ben gizli bir laik miyim?” sorusunun cevabına götürür.

DİNDARLAR SEKÜLERLEŞİYOR MU?

Son yıllarda dindar kesimin hızla sekülerleştiğine dair ciddi tespitler vardır. Bu tespitlerde yukarıdaki sorularda karşılık bulan kriterler esas alınıyor. Bu doğrultuda, başı örtülü olduğu halde kadın-erkek karışık spor salonlarını tercih eden, nikâhsız olduğu bir erkek ile el ele yürüyen ya da kızının düğününde başını açma ve erkekler arasında eğlenme hakkının olduğuna inanan kadının konumu sorgulanıyor.

Yıllarca “İslamcılık” yaptığı halde ticareti ilerledikçe israil firmaları ile çalışmayı “kazanç arayışımız bunu gerektiriyor” diyerek açıklayan tüccarın konumu da bu çerçevede değerlendiriliyor.

Sosyologlar buna gizli ya da örtük sekülerleşme deseler de bu açık bir sekülerleşmedir. Bu kişilerin dine doğrudan karşı olmaması onların sekülerliğini zedelemez. Çünkü sekülerlikte dine karşı konumlanma değil, kendisini dinin içinde görürken dinin kendi kararları üzerindeki etkisini azaltma ya da sıfırlama söz konusudur.

Bu bilinçli bir tercih ise tercihin sahibi basbayağı sekülerdir. Gizli sekülerleşme bu değildir; dindar kişinin farkında olmadan kitlenin tutumlarına kapılarak günlük yaşamında seküler kesime benzemesidir.

Bugünün dünyasında dindar kesimler için her iki durum da söz konusudur. Kendisini dindar gören önemli bir kesim hâlâ dine karşı kültürü tercihi ederek gayri İslamî bir düğünü İslamî bir düğüne tercih etmekte, ahirette cezalandırılma korkusundan sıyrılıp “bu tür eğlence bir ihtiyaçtır” diyebilmektedir. Muhafazakâr tüccarların pek çoğunun Mavi Marmara sürecinden önce de sonra da israilli işadamları ile ortaklıklar yaptıkları defalarca medyaya yansıdı. Bu, bilinçli bir tercihtir.

Bununla birlikte dine karşı konumlanan yapıların medya güçleri karşısında direnemeyip aşama aşama seküler bir hayata kayan, politik tercihinden günlük tüketime İslam’ın kendi kararları üzerindeki etkisini azaltan dindar insanlar da mevcuttur ve biz, ne yazık ki o dindar insanlardan biri olabiliriz.

Her gün ve her an gizli bir sekülerleşme tehdidi altındayız. Bunun gizli Hıristiyanlaşmadan ve gizli Yahudileşmeden farkından söz etmek mümkün değildir. Bizi Hıristiyan veya Yahudi yapamayanlar, “modernleşme” adı altında kendi alanlarına çekiyorlar, bizi bizden, bizim ruhumuzdan koparıyorlar.

Bir insan işgali çağındayız. Bu insan işgali çağında belki her gün kendimize “Yoksa ben gizli bir laik miyim? Ben de mi sekülerleşiyorum?” sorusunu sormamızda yarar vardır. Çünkü bizi laikleştiremeyenler “Madem laikleşmediniz gelin gizli laik olun” diyorlar.