Doğruhaber Dış Haberler Servisi
16 Eylül 1982 tarihinde gerçekleştirilen ve üzerinden 29 yıl geçen Sabra ve Şatilla katliamı siyonist vahşetin ilk katliamı değildi ve sonuncusu da olmadı. Ama insanlık tarihine geçmiş bir kara leke olarak zihinlerden hiçbir zaman silinebilmiş değil. Dünyanın suskunluğu israil’i daha da cesaretlendirirken, siyonist katiller kara sicillerine yeni büyük katliamları eklemekten hiç mi hiç çekinmedi.
ŞAHİT OLUNAN KATLİAMLARIN EN VAHŞİLERİNDEN…
Sabra ve Şatilla katliamı insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden biridir. İşgalci siyonist askerler 16 Eylül 1982 tarihinde Filistinli mültecilerin kaldığı ve Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine kamplarını, buralarda ikamet edenlerin herhangi bir yere kaçmalarını önleyecek şekilde kuşatmaya aldılar. Toplama kamplarındaki mültecilere korunma garantisi vermiş olan Amerikan güçleri ise katliamdan sadece birkaç gün önce birliklerini bölgeden çekmişti. Arkasından Lübnanlı Falanjist milisler siyonist askerlerin gözetimi altında kamplara girerek büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda toplam 991 kişi katledildi. Bunlardan sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Saldırganlar katlettikleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi. Bu katliamlarda hayatını kaybedenlerin sayısı ise kimi kaynaklarda 1000 ile 3500 olarak ifade ediliyor.
ORADA DA FOSFOR KULLANILMIŞTI…
Birçok kaynak, saldırılarda fosfor bombası kullanıldığını belirtirken Dr. Emel Şama’nın anlattıkları olayın vahametini en iyi şekilde ortaya seriyordu. Dr. Emel Şama, “Bebekleri alevlerden kurtarabilmek için hemen su dolu kovalara koymak zorunda kaldım. Yarım saat sonra kovalardan çıkardığımda, vücutlar hala yanıyordu. Hatta morgda bile için için yanmaya devam ediyorlardı” diye konuşarak yaşananların boyutuna açıklık getirmişti.
KASAP ŞARON HÂLÂ ÖLMEYİ BEKLİYOR
Sabra ve Şatilla katliamının baş sorumlusu olduğu için “Beyrut kasabı” olarak tarihe geçen Ariel Şaron göstermelik bir cezalandırmayla ordudaki görevinden azledildi. Ama sonraki yıllarda işgal devletinin siyaset sahnesinin yıldızı haline geldi. Dışişleri Bakanlığı’ndan Başbakanlığa kadar çok farklı makamları elde etmeyi başardı. Bu da siyonist işgalcilerin gözünde itibar kazanmak, onların nazarında yükselmek için elini insanların kanına bulamanın, katliamlar gerçekleştirerek boğazına kadar kanlara gömülmenin ne kadar önem arz ettiğini görmemiz açısından ibret vericiydi. Ama siyonist teröristlerin gözünde bu derece itibar kazanan Şaron’un yıllardan beri yatağa mahkûm bir şekilde hırlamak zorunda kalması, ölmek isteyip bir türlü ölememesi de bir başka yönden ibret verici olsa gerek...
FİSK, O GÜNLERİ ŞÖYLE ANLATIYORDU;
Gazeteci Robert Fisk, baskının hemen ertesinde olay yerinde gördüğü manzarayı, The Independent gazetesinde 2001’de Şaron’un israil Başbakanı seçilmesinin ardından yazdığı makalede şöyle aktarmıştı:
“18 Eylül 1982’de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisine giden yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamalarıyla Nuri Bey’i görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın cesedi var, beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan birinin karnı yarılmış. Cesedin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm... Cesetlerin kuruyan kanları üzerinde sinekler uçuşuyor, ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise hala çalışıyordu. Tırmandığım küçük rampayı aşabilmek için etrafa dağılmış ceset parçalarını bir kenara itmem gerekiyordu. Biraz ötede ise sırtından hala kan süzülen sevimli bir genç kız yatıyordu.”
Mısır halkı Camp David Anlaşması’nın iptalini istiyor
17 Eylül 1978 tarihinde imzalanan Camp David anlaşması israil işgal devletiyle Arap dünyası arasında uzlaşma sürecinin kapısını açan ilk anlaşma niteliği taşımaktadır. Gerçi Mısır bu anlaşmayı imzaladığında Arap dünyasında bir süre yalnızlığa itilmiş, çeşitli tepkilerle karşılaşmıştı. Ancak bir yandan da Arap toplumlarının başına musallat edilen uzaktan kumandalı yönetimlerin işgalci siyonistlerle uzlaşma içine girme özlemlerini pratiğe dönüştürme çabalarının da önünü açmış oluyordu.
Son olarak 2011’in başında Tunus’ta başlayan halk ayaklanması Mısır’a da sıçramış ve ardından 30 yıldan fazla bir süredir ülkeyi demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek devrilmişti. Mübarek ve oğulları şu an sanık sandalyesinde hesap vermekle uğraşadururken, Mısır halkı Mübarek’i devirdikleri gibi israil’in çıkarlarını gözeten Camp David anlaşmasının da derhal iptal edilmesi için gösteriler düzenliyor, ülkenin başında bulunan Askeri Konseyi bu konu hakkında sıkıştırıyor.