HÜSEYİN SAĞLAM / DOĞRUHABER / ANALİZ

Yaklaşık bir buçuk yıldır devam eden “Çözüm süreci”, hem devlet hem de PKK’nin işgüzarlığı nedeniyle en riskli günlerini yaşıyor.

Aslına bakılırsa vesayet kurma ve güç gösterisi yaparak halkı sindirmenin ana kaynağı olan çatışma ortamının süreli de olsa kesilmesi en çok Kürt halkının hoşuna gitmişti. Silahlı çatışma ve çatışma ortamından kaynaklanan sıkıntı ve bıkkınlıklardan kurtulmak anlamına gelen çatışmasızlığın son bulması herhalde taraflardan önce halkın en büyük arzusuydu.

Oysa geçen süre ve gelinen nokta, her geçen gün halkı tedirgin eden gelişmelere neden oluyor. Süreçte iki taraf arasında yaşanan samimiyetsizlik, çatışmasızlığın stratejik bir vizyon olmaktan ziyade iki taraf için de taktiksel ögeler üzerine bina edildiği sonucunu ortaya çıkarıyor.

Devlet/hükümetin süreçte izlediği yanlış politikalar, PKK’nin ise çatışmasızlığı sopa niyetine kullanarak vesayetini geliştirme şansı olarak görmesi, süreçteki risk unsurlarının artmasına yol açıyor.

PKK tarafının yönelttiği eleştiriler malum. Çatışmasızlık/çözüm/barış süreci yaşanmasına rağmen Kalekol inşaatları başta olmak üzere “savaşa hazırlık” diye tabir ettiği bir takım uygulamalardan şikayet ediyor ve devletin bu süreci sadece oyalama taktiği olarak yürüttüğünü iddia ediyor.

Devlet cenahı bu tür suçlamalara “süreç zedelenmesin” sessizliğiyle kulaklarını tıkarken PKK cenahının sürecin ruhuna tamamen zıt uygulamalara girişmekle kalmayıp bunları bir de “Barışa” adaması, devletin güvenlikçi konseptini bile geride bırakıyor. Çatışmasızlık/çözüm/barış süreci olmasına rağmen neredeyse kitleler halinde gençlerin ve çocukların dağa götürülmesi, devletin süreç uyuklamasını fırsat bilerek tehdit, baskı, sindirme kültürünü vesayet derecesine çıkartmaya çalışması kendi jargonlarınca “Barış” telakki edilse bile artık PKK’nin “barış” derken neyi kastettiği gerçeğini örtmeye yetmiyor.

İki tarafın da bu şekilde kendi güvenlikçi/vesayetçi konseptini yürütürken birbirlerine ilişmeden yol almaya çalışması bir yandan iki tarafın da samimiyetsizliği olarak yorumlanırken, diğer taraftan Kürt halkını adeta birbirlerine hediyeleşme şeklinde ısmarlaması süren pazarlığın kirlilik boyutunu ortaya koyuyor.

Burada PKK, devletin hiçbir engeliyle karşılaşmadan her türlü aracı kullanarak Kürt halkını vesayet altına almaya çalışması, devlette PKK’ye karşı halkın tepkisinin ortaya çıkmasını bekleme gibi bir duruma işaret ederken diğer taraftan çeşitli şekillerde mağdur olup PKK’ye karşı sesini yükseltenlere lakayt kalması, aslında uygulandığı düşünülen devlet politikasındaki lakaytlığı gözler önüne seriyor.

Nitekim bu politikanın en bariz örnekleri, çocukları çeşitli şekillerde dağa çıkarılan ailelerin aylardır eylemler düzenlemesine rağmen devletin meseleye duyarlılık göstermemesi şeklinde kendisini en ağır biçimde hissettiriyor. Hatta duyarlılık bir yana, ailelerin tepkilerinin bunca zaman kamuoyuna yansımasında karşılaştıkları güçlükler ve uygulanan iletişim/medya ambargoları, aslında devlet politikasının arz ettiği vahameti gözler önüne seriyor.

Bildiğiniz gibi bir aydan fazladır aileler çeşitli mekânlarda “oturma eylemleri” yapıyor. “Oturma eylemleri” ellerinden başka hiçbir şey gelmemenin bir yansıması olsa da daha önce yaşanan bazı örnekler, aslında ailelerin elini kolunu bağlamaya yetiyor.

Çocukları bu süreçte de olsa dağa çıkan aileler bu durumdan rahatsızlık duymuyorlarsa elbette söylenecek söz kalmıyor.

Oysa bundan rahatsız oldukları halde korkudan seslerini çıkaramayan ailelerin sayının hiç de az olmadığını herkes biliyor.

Daha önce Hazro ve Kızıltepe’de yaşanan bazı olaylar, ölüm ve yaralamalarla sonuçlandı. Son olarak D.bakır’da başlayan ve başka yerlere de sıçrayan “Oturma eylemleri” herhalde kamuoyunda ve devlet/hükümet nezdinde en fazla umursamazlığa uğrayan eylemler olarak kayıtlara geçecek gibi görünüyor.

Analar ağlıyor, BDP teşkilatları ve belediyelerin kapılarını aşındırıyor, gördükleri muamele ise hakaret, tehdit ve darp oluveriyor. Savcılık bile ancak haftalar sonra “Basın organlarına yansıdığı için öğrenildiği” gerekçesine dayanarak sözde soruşturma açıldığını açıklamakla yetiniyor.

Düşünebiliyor musunuz, küçük çocuğunuz dağa götürülüyor, ilgisi olduğunu düşündüğünüz kapılardan tehdit ve dayakla uğurlanıyorsunuz, bir şeyler yapması gerektiği düşünülen devlet ise adeta “ne haliniz varsa görün” tavrıyla sizi çaresizliğinizle baş başa bırakıyor.

Ne olacak? “Ne haliniz varsa görün” tavrı ne anlama geliyor? Tamam, süreç bozulmasın ama, bunca işgüzarlık da neyin nesi?

Devlet, Hazro ve Kızıltepe örneğini mi işaret ediyor?

Geçen sene Ağustos ayında Hazro’da 8 kişinin ölümüne bir o kadarının da yaralanmasına yol açan aileler arası çatışmayı herhalde çoğunuz hatırlarsınız.

Çiftlibahçe köyünde yaşanan çatışma, iki aile arasında yaşanmıştı ve sebebi çocuklarından 3 kişinin dağa çıkarıldığını söyleyen Uğurlu ailesinin, suçlu olarak BDP’den İl Genel Meclisi üyesinin mensubu olduğu Tekin ailesini suçlamasından kaynaklanmıştı. İki aile arasında çocukları dağa çıkarma suçlamasıyla yaşanan silahlı çatışmada toplam 8 kişi ölmüş, 5 kişi ise yaralanmıştı.

Diyarbakır Valiliğinin bu olaya ilişkin yaptığı açıklama ise devletin PKK’nin çocukları dağa çıkarma meselesinde ne denli farklı hatta kasıtlı düşündüğünün kanıtı gibiydi.

Valilik açıklaması içerik itibariyle olayın “sıradan” bir köy kavgası olduğu izlenimi veriyordu. Valilik açıklamasında Hazro İlçesi Çiftlibahçe köyünde çatışmanın saat 07.30 sıralarında çıktığı, 7 kişinin ateşli silahla vurularak öldürüldüğü, 5 kişinin ise yaralandığı belirtiliyordu. Açıklamada, Jandarma tarafından olayın haber alınması ile birlikte Hazro İlçe Jandarma Komutanı’nın sevk ve idaresinde, jandarma komando ve zırhlı araç takviyeli yeteri kadar kuvvetle süratle olaya müdahale edildiği, olay yeri ve Çiftlibahçe köyünün emniyeti alınarak, olayın devamını engelleyici önlemler uygulandığı belirtilerek, şöyle deniliyordu:

“Olayla ilgili çok yönlü inceleme ve araştırma-soruşturma devam etmekte olup, yeni bir olayın cereyan etmemesi için gereken tedbirler alınmıştır. Olayın aydınlatılması ve faillerin tespit edilerek yakalanması ile ilgili olarak tüm güvenlik birimleri teyakkuza geçirilmiştir.”

Meselenin içyüzünü aslında herkes gibi Valilik de biliyordu. Olay şekil bakımından yer buldu, oysa çatışmanın PKK ve dağa çocuk götürme ile ilgili olduğu haberleri ne ulusal medyada ne de devlet/hükümet nezdinde neredeyse hiç rağbet görmedi. Soruşturmanın ne yönde yapıldığı ise kamuoyunca bilinmiyor.

Kızıltepe’de yerel seçimlerden hemen sonra BDP’li Belediye Başkanı İsmail Asi’nin makamında silahlı saldırıya uğraması da yine sebep-içerik itibariyle kamuoyundan özenle gizlenme yoluna gidildi.

Yansıyan haberlere göre silahlı üç kişi başkan ile görüşmek istemiş, görüşme esnasında başkanı silahla yaralayan üç kişi kaçarken bir tanesi belediye bahçesinde yakalanmıştı. Başkan, ilk açıklamasında saldırıyı yapanları tanımadığını söyleyerek işin içinden sıyrılsa da meselenin aslı yine dağa çocuk götürme ile ilgili olduğu çok geçmeden ortaya çıkıyordu.
PKK medyası, faillerin peşine düşerken olayın iç yüzü de çok geçmeden ortaya çıkıyordu. Buna göre, önce oğlunu PKK’nin dağ kadrosuna kaptıran M.Faruk Çelik’in yakın zamanda kızı da dağa götürülmüştü. Oğlundan feragat eden Çelik, kızının geri getirilmesi için asıl müsebbib olarak gördüğü belediye başkanına gitmiş, sonuç alamayınca da silahlar konuşmuştu.

İnceleme, soruşturma, falan filan… Sonuç??? Olan yine çocuğunu isteyen kişiye oldu.

Ezcümle devlet/hükümet, bir yandan “Yükselen güç” modunda yürürken, Suriye’ye, Irak’a şuraya buraya el atıp “oyun kuruculukla” uğraşırken Kürt halkının başına kurulan oyunun da ortaklığını yürütüyordu. Bir yandan halkın PKK’ye tepki göstermesini bekleyen hükümet, öbür taraftan kimilerinin çaresizlikten silaha başvurmasını affetmediği gibi, barışçıl “Oturma eylemlerine” karşı ilgisizliğin adresi olmaktan da vazgeçmiyordu.

Nitekim son grup toplantısında Başbakan bizzat bu konuya değindi, belki de değinmek zorunda kaldı. Başbakan’ın değinmesi ailelerin mağduriyetinin birazcık ulusal medyada yer bulmasına kapı aralasa da süreç, çözüm ya da barış süreci ise bunun ilk önce hükümet nezdinde anlam bulması gerekiyor ki, değilse “barış yanılsamaları” adına aileler artık mağdur edilmekten vazgeçilebilsin.