Hasan Yılmaz / Doğruhaber / Rehberlik

Sosyal yaşam içinde bazı kavramlar daha çok kıymet bulur. Zaman, istek, emek sabır ve tevekkül…

Bu kavramları yaşayarak hayata mana kazandıranlar, değer olarak gördüklerimiz, bu kavramlara işaret edip, bizlere de tavsiyelerde bulunmuşlardır. Peygamberler, sahabeler, evliyalar…

Bütün davranışlarımıza örnek teşkil edenler, sınavlarımızı anlamlandıranların yegâne tavsiyesi ‘’Biz yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.’’ Şiarını benimsememizi akabinde tevekkülü elden bırakmamamızı vurgulamışlardır.

İmtihan deryasındaki bizler, bu anlayışı Taif’te gördük. Yansımasını Üstad’ın hayatında bulduk. Üstadın Van Kalesi’ndeyken ayağı kaydığında ‘’Ah davam’’ demesini okumadıysak bile programlarda işittik. Bu sözün, idealleri olan insanlara çok şey ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Bu olayların psikolojik ve sosyolojik boyutlarına baktığımızda tevekkülsüz bir başarının olamayacağını tevekkülün en iyi dayanak, zamanımızın bütün hastalıklarına derman, bütün öğrencilere en iyi rehber olduğunu unutmamalıyız. Yoga ve meditasyon (derin düşünme) gibi geçici çözümlerle zaman kaybedeceğimize daha köklü uhrevi boyutu olan tevekkülü elden bırakmayalım.

Tevekkül ve güven aynı kavramlar mıdır?

Eğitim camiasında tevekkül yerine güven kavramı kullanıldığı için çeşitli sorunlara neden olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim boyutuyla gerekçelendirdiğimizde, öğrencilerin zihinsel şemaları bozulduğu için tedavileri de zorlaşmaktadır.

Nasıl?

Yapılan araştırmalara göre ihtiyaçlar hiyerarşisinde zaruri ihtiyaçlardan sonra güvenlik ihtiyacı gelmektedir. İnsanların güvenden anladıklarını irdelediğimizde ‘’Sınava hazırlanmanızın temel nedeni nedir?’’ sorusuna verilen cevaplar: Düzenli bir iş, maaş, ev, araba gibi maddi unsurlar akla gelmektedir. Bu kavramlarla insanı ilahi bir dayanaktan koparıp insanı insana muhtaç ettiren, Bu anlayışa sebebiyet veren bizler, anlayışlardan şikâyet eden yine bizleriz. Muadillerle bu anlayışların düzelemeyeceğinin farkına varıp her kavramın hakkını vermek gerekir. Her kavramı kendi formatında değerlendirirsek mana kazanır. Yapay şeylerin aldatıcılığını kutsal kitabımızdan örnekleyerek muhtevasını daha iyi anlayabiliriz.

‘’Allahtan başkalarını dost edinenlerin durumu kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanaksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!

Bizler bozulan zihinsel şemamızı formatlayıp kendine geldikten sonra işlemlerimizi daha kolay yapacağımıza inanıyorum. Kalan zaman zarfında daha sağlıklı öğrenebilmek için merkezle bağlantımızı koparmayıp kendimiz olmalıyız. Kendimiz olursak başarabiliriz. Örnekleyelim:

Rivayetlere göre, günlerden bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da, arkadaşlarını seyretmek için kulenin dibinde ve etrafındaki yüksekçe yerlerde toplanmışlar. Ve yarış başlamış… Gerçekte; seyirciler arasından hiçbiri, yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Bu nedenle sadece şu sesler duyulabiliyormuş: ’zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaksınız!’’

Bunun üzerine yarışmaya başlayan kurbağalar da, kulenin tepesine ulaşamayacaklarına inanmışlar. Ve teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler hala bağırıyorlarmış: ‘’Zavallı! Hiçbir zaman başaramayacaksın!’’

Ama kalan son kurbağa, büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş, bu işi nasıl başardın diye. Ve son anda farkına varmışlar ki, kuleye çıkmayı başaran kurbağa sağırmış!

Selam ve dua ile…