Mahmut Kılınç / İnzar Dergisi
Mayıs ayı “Fetih ayıdır çünkü bu ay da İstanbul ve D. Bakır fethedilmiştir. Bundan dolayı bu aya Fetih ayı veya Fâtih Ayı” dense lâyıktır.
İstanbul’un fethi, sadece Türkler ve Müslümanlar nezdinde değil, tüm insanlık nazarında hatta cihan tarihi bakımından oldukça önemlidir. Dünya tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olduğundan buna “Feth-i Mübîn” denilmiştir.
Bu önemine binaen Allah Resulü (s) yüzyıllar önce bu büyük fethin müjdesini vermişti; “Kostantîniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak olan hükümdar ne güzel hükümdar ve ordu da ne mükemmel ordudur.”
İslamiyet’in zuhuru esnasında İran Sasanî ve Doğu Roma (Bizans) imparatorlukları Dünyaya hüküm ediyordu. İran Hz Ömer devrinde yıkıldı. Topraklarının bir kısmı Müslümanlar tarafından fethedildi. Bizanslılardan ise ilkin Suriye fethedildi. Ancak Bizans’ın son Kalesi Doğu Roma`nın başşehri, Arapların tabiriyle Kostantiniyye, Fetih için Müslümanların bir ideali oldu.
Muaviye döneminden itibaren Müslümanlar bu şehri almak için büyük çabalar sarf etiler. İlk defa Yezid komutasında Ebu Eyüp El Ensari ve hayli sahabenin de içinde bulunduğu İslam ordusu İstanbul üzerine yürüdü fakat Fetih mümkün olmadı. İslâm ordusu kolera salgınına yakalandı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Emevi halifesi Abdülmelik, oğulları Süleyman ve Mesleme`yi tekrar kuşatmaya gönderdi. Şehrin tamamı fethedilemedi, ama Mesleme Galata`yı alıp yedi sene oturdu. Arap Câmii o günlerin hatırasıdır. Asırlar sonra Osmanlılar bu ideali canlandırdı. Yıldırım Sultan Bayezid ve Sultan II. Murad zamanında defalarca şehir kuşatıldı ama bir türlü alınamadı.
Fâtih Sultan Mehmet ordusu ile birlikte uzun bir muhasaradan sonra ancak 29 Mayıs 1453 Salı sabahı Topkapı surlarından İstanbul’a girebildi. İslam ordusunun şehre girmesi ile Bizanslıları müthiş bir korku, şaşkınlık ve perişanlık sardı. Asker-sivil bütün halk sağa-sola koşuşmaya başladı. Halk büyük bir telaşa kapıldı ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Halktan ve askerlerden Haliç’teki gemilere kaçıp saklananlar, hata intihar edenler bile vardı. Bu arada halkın büyük bir kısmı, kurtuluşun en büyük kiliseye sığınmakla gerçekleşeceğine inandığı için Ayasofya’ya doluşmuştu. (Halk arasındaki bir bâtıl efsaneye göre Türkler ancak Konstantin sütununa kadar ilerleyebilecek, Ayasofya’ya inecek meleğin vereceği kılıçla Türkler kovulacaktı.)
Padişah’tan başka herkesin yaya yürüdüğü muhteşem ordu alayı, büyük bir azametle ilerleye ilerleye şehrin içlerine kadar gelmişti. Fâtih Sultan Mehmet askerlerinin kale burçlarından ve şehrin her tarafından göklere yükselen Tekbir ve ezan sesleri arasında nihâyet Ayasofya önlerine geldi.
Ayasofya’ya gelince atından inen kuvvetli ve kudretli padişah, burada büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördü. İçeridekiler mabedin sımsıkı kapanan kapılarını, tüm çabalara rağmen açmaya yanaşmayınca, Müslüman askerler kapıları kırarak içeri girdiler ve kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç yaşlı her sınıftan insan, kilisenin içinde korkuyla saklanmıştı.
Muzaffer padişahı karşılarında gören Ortodokslar ve başlarındaki papazlar, hemen ağlayarak korku içinde yerlere kapandılar. O zaman, büyük bir kumandan olduğu kadar, zimmiler hakkındaki ilâhî hükme riayetkâr ve mümin olan padişah, kalabalığın önünde duran eski Rum patriğinin şahsında, karşısında eğilmiş olan Hristiyan halka şöyle seslendi:
“Ayağa kalkınız! Ben Sultan Mehmet; size ve emsallerinize ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız! Size zarar verilemeyecek kendinizi güvende hissedebilirsiniz”
(N. İorga, “Geschichte des Osmanischen Reiches” - “Bizans Hakkında İhmâl Edilmiş Bir Kaynak”, s. 32-33.)
Sonra komutanlarına dönerek “Askerlerin halka hiçbir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını” bildirdi. Böylece, silahla elde ettiği bu şehirde Hristiyan halkın muhabbetini kazanmak amacıyla onların koruyucusu olduğunu ilan etti.
Daha sonra, can ve mal korkusu taşıyan Hristiyan halkın hayatına dokunulmaması için; aralarında Cenevizliler ’in de bulunduğu bütün sanat ve ticaret erbabı ile halkın, can ve mal yönünden Emin oldukları gibi, din ve inanç yönünden de hür olduklarını ilân eden bir ahitname yazdırdı.
Fatih daha sonra istifa etmiş olan Patrik ll.Athanasios’un yerine 1453 Haziran’ında yeni bir Rum Patriğinin seçilmesini emretti.
Fâtih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra, şehirdeki papaz ve hahamların kendisine itaat ve teslimiyet göstermeleri üzerine, burada yaşayan patriğe ve diğer gayr-i Müslimlere kiliselerinde serbestçe ibadet edebilmelerini sağlayan, canlarını ve mallarını koruyan ve garanti altına alan bir ahitname vermiştir.
Fâtih fethinden sonra Galata ve çevresinde yaşayan Cenevizli Hristiyan tebaaya elçiler göndererek buyruğu ve itaati altına girdiklerini bildirmeleri üzerine, artık zimmeti altında bulunmaları ve Şer’i hükme göre “Zimmi” hükmü taşımaları nedeniyle, bölgede yaşayan tüm Hristiyan halka İslâm’ın emirleri doğrultusunda can, mal, inanç ve ibadet emniyeti sağlayan bir ahitname yollamıştı.
Kısacası Fâtih onlara İslâm dininin öngördüğü din ve vicdan hürriyetini tanıtarak İslam dininin gayri Müslimlere gösterdiği Müsamahayı gözler önüne serdi. Fetihten hemen sonra Fatihin Hristiyanlara gösterdiği bu müsamaha yalnızca bir lütuf değildi. Bu onların dini değerlerinin kabulüydü İslam’ın inanç ve zümre farkını gözetmeksizin adalet üzere bir dengeyi hâkim kılma mesajıydı. Ve Fatih hak, adâlet ve iyilik ilkeleri üzerine kurulan, insanın insana değil; yalnız Allah`a kulluk ettiği bir idare sistemini İstanbul’da Kurdu.
Müslümanlar İstanbul’da Hristiyanları öldürme veya köleleştirme yoluna gitmedi kendilerine İslâm tebliği ulaştıktan sonra ileride ihtida edeceklerini umduğu için onları zimmî statüsüne almayı daha doğru ve insanî buldular.
“Fatih, İstanbul’un fethinden önce sevgi ve saygısıyla hocası Akşemseddin Hazretlerinin, adaletiyle halkının, şecaatiyle askerinin, fetihten sonraki uygulamasıyla da gayr-i Müslimlerin gönlünü kazanmıştır. Haçlıların barbarlık ve zulümleri ile Hristiyan halkla muamele etmedi.
Hristiyan Kilisesi tarafından Kurulan engizisyon mahkemeleri denince akla İspanyol Müslümanların imhası gelir. Bu mahkemeler Müslümanlara daha önce hiç denenmemiş canice işkenceler yapmışlardır. Müslümanları diri diri yakmış, tırnakları sökülmüş, gözleri oyulmuş, kol ve...
İstanbul’un fethi, sadece Türkler ve Müslümanlar nezdinde değil, tüm insanlık nazarında hatta cihan tarihi bakımından oldukça önemlidir. Dünya tarihinde önemli dönüm noktalarından biri olduğundan buna “Feth-i Mübîn” denilmiştir.
Bu önemine binaen Allah Resulü (s) yüzyıllar önce bu büyük fethin müjdesini vermişti; “Kostantîniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak olan hükümdar ne güzel hükümdar ve ordu da ne mükemmel ordudur.”
İslamiyet’in zuhuru esnasında İran Sasanî ve Doğu Roma (Bizans) imparatorlukları Dünyaya hüküm ediyordu. İran Hz Ömer devrinde yıkıldı. Topraklarının bir kısmı Müslümanlar tarafından fethedildi. Bizanslılardan ise ilkin Suriye fethedildi. Ancak Bizans’ın son Kalesi Doğu Roma`nın başşehri, Arapların tabiriyle Kostantiniyye, Fetih için Müslümanların bir ideali oldu.
Muaviye döneminden itibaren Müslümanlar bu şehri almak için büyük çabalar sarf etiler. İlk defa Yezid komutasında Ebu Eyüp El Ensari ve hayli sahabenin de içinde bulunduğu İslam ordusu İstanbul üzerine yürüdü fakat Fetih mümkün olmadı. İslâm ordusu kolera salgınına yakalandı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Emevi halifesi Abdülmelik, oğulları Süleyman ve Mesleme`yi tekrar kuşatmaya gönderdi. Şehrin tamamı fethedilemedi, ama Mesleme Galata`yı alıp yedi sene oturdu. Arap Câmii o günlerin hatırasıdır. Asırlar sonra Osmanlılar bu ideali canlandırdı. Yıldırım Sultan Bayezid ve Sultan II. Murad zamanında defalarca şehir kuşatıldı ama bir türlü alınamadı.
Fâtih Sultan Mehmet ordusu ile birlikte uzun bir muhasaradan sonra ancak 29 Mayıs 1453 Salı sabahı Topkapı surlarından İstanbul’a girebildi. İslam ordusunun şehre girmesi ile Bizanslıları müthiş bir korku, şaşkınlık ve perişanlık sardı. Asker-sivil bütün halk sağa-sola koşuşmaya başladı. Halk büyük bir telaşa kapıldı ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Halktan ve askerlerden Haliç’teki gemilere kaçıp saklananlar, hata intihar edenler bile vardı. Bu arada halkın büyük bir kısmı, kurtuluşun en büyük kiliseye sığınmakla gerçekleşeceğine inandığı için Ayasofya’ya doluşmuştu. (Halk arasındaki bir bâtıl efsaneye göre Türkler ancak Konstantin sütununa kadar ilerleyebilecek, Ayasofya’ya inecek meleğin vereceği kılıçla Türkler kovulacaktı.)
Padişah’tan başka herkesin yaya yürüdüğü muhteşem ordu alayı, büyük bir azametle ilerleye ilerleye şehrin içlerine kadar gelmişti. Fâtih Sultan Mehmet askerlerinin kale burçlarından ve şehrin her tarafından göklere yükselen Tekbir ve ezan sesleri arasında nihâyet Ayasofya önlerine geldi.
Ayasofya’ya gelince atından inen kuvvetli ve kudretli padişah, burada büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördü. İçeridekiler mabedin sımsıkı kapanan kapılarını, tüm çabalara rağmen açmaya yanaşmayınca, Müslüman askerler kapıları kırarak içeri girdiler ve kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç yaşlı her sınıftan insan, kilisenin içinde korkuyla saklanmıştı.
Muzaffer padişahı karşılarında gören Ortodokslar ve başlarındaki papazlar, hemen ağlayarak korku içinde yerlere kapandılar. O zaman, büyük bir kumandan olduğu kadar, zimmiler hakkındaki ilâhî hükme riayetkâr ve mümin olan padişah, kalabalığın önünde duran eski Rum patriğinin şahsında, karşısında eğilmiş olan Hristiyan halka şöyle seslendi:
“Ayağa kalkınız! Ben Sultan Mehmet; size ve emsallerinize ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız! Size zarar verilemeyecek kendinizi güvende hissedebilirsiniz”
(N. İorga, “Geschichte des Osmanischen Reiches” - “Bizans Hakkında İhmâl Edilmiş Bir Kaynak”, s. 32-33.)
Sonra komutanlarına dönerek “Askerlerin halka hiçbir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını” bildirdi. Böylece, silahla elde ettiği bu şehirde Hristiyan halkın muhabbetini kazanmak amacıyla onların koruyucusu olduğunu ilan etti.
Daha sonra, can ve mal korkusu taşıyan Hristiyan halkın hayatına dokunulmaması için; aralarında Cenevizliler ’in de bulunduğu bütün sanat ve ticaret erbabı ile halkın, can ve mal yönünden Emin oldukları gibi, din ve inanç yönünden de hür olduklarını ilân eden bir ahitname yazdırdı.
Fatih daha sonra istifa etmiş olan Patrik ll.Athanasios’un yerine 1453 Haziran’ında yeni bir Rum Patriğinin seçilmesini emretti.
Fâtih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra, şehirdeki papaz ve hahamların kendisine itaat ve teslimiyet göstermeleri üzerine, burada yaşayan patriğe ve diğer gayr-i Müslimlere kiliselerinde serbestçe ibadet edebilmelerini sağlayan, canlarını ve mallarını koruyan ve garanti altına alan bir ahitname vermiştir.
Fâtih fethinden sonra Galata ve çevresinde yaşayan Cenevizli Hristiyan tebaaya elçiler göndererek buyruğu ve itaati altına girdiklerini bildirmeleri üzerine, artık zimmeti altında bulunmaları ve Şer’i hükme göre “Zimmi” hükmü taşımaları nedeniyle, bölgede yaşayan tüm Hristiyan halka İslâm’ın emirleri doğrultusunda can, mal, inanç ve ibadet emniyeti sağlayan bir ahitname yollamıştı.
Kısacası Fâtih onlara İslâm dininin öngördüğü din ve vicdan hürriyetini tanıtarak İslam dininin gayri Müslimlere gösterdiği Müsamahayı gözler önüne serdi. Fetihten hemen sonra Fatihin Hristiyanlara gösterdiği bu müsamaha yalnızca bir lütuf değildi. Bu onların dini değerlerinin kabulüydü İslam’ın inanç ve zümre farkını gözetmeksizin adalet üzere bir dengeyi hâkim kılma mesajıydı. Ve Fatih hak, adâlet ve iyilik ilkeleri üzerine kurulan, insanın insana değil; yalnız Allah`a kulluk ettiği bir idare sistemini İstanbul’da Kurdu.
Müslümanlar İstanbul’da Hristiyanları öldürme veya köleleştirme yoluna gitmedi kendilerine İslâm tebliği ulaştıktan sonra ileride ihtida edeceklerini umduğu için onları zimmî statüsüne almayı daha doğru ve insanî buldular.
“Fatih, İstanbul’un fethinden önce sevgi ve saygısıyla hocası Akşemseddin Hazretlerinin, adaletiyle halkının, şecaatiyle askerinin, fetihten sonraki uygulamasıyla da gayr-i Müslimlerin gönlünü kazanmıştır. Haçlıların barbarlık ve zulümleri ile Hristiyan halkla muamele etmedi.
Hristiyan Kilisesi tarafından Kurulan engizisyon mahkemeleri denince akla İspanyol Müslümanların imhası gelir. Bu mahkemeler Müslümanlara daha önce hiç denenmemiş canice işkenceler yapmışlardır. Müslümanları diri diri yakmış, tırnakları sökülmüş, gözleri oyulmuş, kol ve...