ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

Urfa halkını affeden, onları İslam’ı seçme konusunda hür bırakan bir İslam ordusu Diyarbakır’a (Kara Amid’e, Amed’e) farklı davranmazdı. İslam ordusu için “keyfilik” yoktu. Yönetenin keyfine bağlı yönetim, laik yönetimdir. İslamî yönetimde herkes kurallarla bağlıdır. Laik bir yönetimin tutumu konjonktüreldir, yer ve zamanın da ötesinde yönetenin çıkar ve yorumuna göre değişir; kural ve kanunlar belirli olmak bir yana tahmin bile edilemez. İslamî yönetimde kural ve kanunlar bellidir. Halk, İslamî bir yönetimle karşılaştığında neyle karşılaşacağını bilir; tutumunu ona göre belirler ya karşı çıkar ya da kabul eder.

İslam orduları, surların ardındaki zulmü koruyan ordulara karşı cesur; surların ardındaki halkların kalbini kazanmakta kararlıydı. İslam orduları, surları koruyan orduları pes ettirmekte, surların ardındaki halkların ise kalbini kazanmakta maharetliydi. Kudüs’te öyle yapılmıştı; Şam’da öyle davranılmıştı; surları koruyan orduları pes ettirmek için aylarca beklenmiş; surların ardındaki kalpler af, adalet ve güvenle kazanılmış; surlar aşılınca halklar grup grup İslam’a koşmuşlardı. Nasıl ki cahiliye yönetimi çöktüğünde Mekke, İslam’a koşmuşsa İslam ordularının fethettiği diğer şehirlerde de surlar aşıldığında halklar İslam’a öyle koşmuşlardı.

Fatihimiz İyaz b. Ganm(ra) ile Urfa halkı arasında “Ruha Şartları” üzerine yapılan sulh antlaşması İslam fethini olgunlaştırdı, coğrafyamızda İslam’la karşılaşanların nasıl bir muameleye tabi tutulacağına dair sağlam bir vesika oldu. Böylece coğrafyamızın fethi için siyasi ve sosyal anahtar oluştu; sıra coğrafik anahtardaydı. O anahtar Diyarbakır’dı. Diyarbakır fethedilse bütün yöre fethedilmiş sayılırdı.

İSLAM ORDUSU DİYARBAKIR ÖNÜNDE

Hicri 18, Miladi 639…Diyarbakır’ın el değiştirmesinin zamanı gelmişti. Ama o güne kadar her el değiştirme; Diyarbakır için bir felaket, kadınların ve çocukların dahi katledildiği bir katliam olmuştu. O güne kadar el değiştirmek, Diyarbakır için tufandı; taş ve toprağın varlığını sürdürmesi, neredeyse bütün canlıların ise ölümü ve onların yerine yenilerin gelmesi demekti.

Milat’tan Sonra 359’da Sasanî Kisrası II. Şapur, şehri ele geçirirken kan çanağına dönüştürdü, kadın erkek demeden kimi bulduysa katletti. Miladi 503’te Sasani Kisrası I. Kavad, şehirde öldürdüğü seksen bin kişinin cesetlerinden bir yığma tepe oluşturmuştu. Bir yıl sonraki Bizans kuşatmasında çocuklar açlıktan ölmüş, kadınlar cesetlerin etlerini pişirir olmuştu. İşgalci Bizanslar, zulme doymamış olacaklar ki o kuşatmadan sonra şehrin çevresindeki yerleşim alanlarında on iki yaşından büyük bütün erkekleri öldürmüşlerdi.

Fatihimiz İyaz(ra), yaklaşık bin sahabenin bulunduğu sekiz bin kişilik ordusuyla Diyarbakır’i kuşattı. Kendisi, Mardin Kapı’yı, Said b. Zeyd, Urfa Kapı’yı; Muaz b. Cebel, Dağ Kapı’yı, Halid b. Velid ise Yeni Kapı’yı (Su Kapı-Babu’l Ma) tuttu.

Şehrin melikesi Meryem ed-Dariye idi. İyaz(ra), acele etmedi, Meryem’e teslim olması için mektup gönderdi. Ancak Meryem teslim olmadığı gibi civar şehirlerden yardım da istedi.

İslam ordusu, boş durmuyordu. Sürekli hareketliliği alışkanlık edinmişti. Hareket, onu diri tutuyordu. Başarısındaki bir sır da bu hareket haliydi. Diyarbakır’ın kuşatılması Şam(Dımaşk)ın kuşatılması gibi uzun sürdü. İslam ordusu bu uzun kuşatma sürecini değerlendirdi; Palu, Hani, Lice, Siverek, Bingöl ve Ergani gibi Bizans zulmündeki kalelere hücumlar düzenledi. Meyyafarkin’i (Silvan’ı) fethetti. Hem çevre tanındı hem Meryem ed-Dariye, Bizans zalimlerinin yardımından yoksun kaldı; Diyarbakır halkı, kurtuluşa daha da yaklaştı.

DİYARBAKIR FETHEDİLSE TÜM DİYAR FETHEDİLMİŞ SAYILIR

İslam fetihleri ilmin ışığında yapılıyordu. İslam ordusu, fethedeceği yeri iyi araştırıyor, iyi tanıyordu. Başarının bir sırrı da ilmin ışığındaki bu yol alıştı.

Vakidî’nin anlattığına göre İyaz b. Ganm(ra), fetih öncesinde komutanlarıyla yaptığı istişarede şöyle diyor: “Burası zor bir şehirdir. Bölgenin “gözdesidir” burayı aldık mı tüm diyar fethedildi demektir.”

Şehrin hakimesi Meryem ed-Dariye’nin patriklerine yaptığı konuşma da Hz. İyaz’ın Diyarbakır’ın değeriyle ilgili yaptığı tespiti doğruluyordu. Meryem ed-Dariye, “Siz de biliyorsunuz ki bu şehir bölgenin “kilidi”dir. Onu alan bütün bölgeyi ele geçirir” diyordu.

FETHİN PAROLASI TEKBİRDİ

Kuşatma beş ay sürdü. Bu sırada nice hücum düzenlendi. Ama muhkem surlar yüzünden fetih nasip olmadı. Bizans askerleri ne savaşıyor ne de şehri teslim etmeye razı oluyorlardı.

Başarıda çoğu zaman bilgi, zorlamaktan daha iyi sonuçlar verir. Zorlamayla açılmayan nice kapı, bilgiyle açılmıştır. Halid b. Velid(ra), her gece askerleri ile birlikte atlarına binerek durumu kontrol ediyor, surların zayıf noktalarını araştırıyordu, nihayet surun doğusunda(Dicle vadisine bakan yönünde, eski Adliye’nin bulunduğu bahçeler tarafında) gizli bir su deliği keşfetti, o deliğin genişletilerek oradan içeri girilebileceğini tespit etti. Hz. Halid, “Allah bize zafer kapılarını açtı” dedi, derhal döndü ve arkadaşlarına durumu bildirdi. “Şu su hendeğinden içeri gireceğiz, sizden gönüllü yüz kişi varsa Allah yolunda canlarını feda etsin. Biliniz ki bu dünya hayatı geçicidir. Dünya hâli sizi aldatmasın. Bu kârlı ticarete atılalım” diye tavsiyede bulundu; bu konuda ayetler okudu, yollarının şehadete çıkabileceğini bir daha bildirdi, “Haşir meydanında buluşmak üzere ayrılalım” dedi. Yüz kişilik gönüllü birliğiyle birlikte Hz. İyaz’ın huzuruna çıktı, planını sundu, onayını aldı. “Parola tekbir getirmekti. Herkes hazır olacak ve tekbir sesiyle harekete geçeceklerdi.”

Su hendeğinden, önce Halid şehre girdi, sonra Amr bin Ahvaz...Vakidi’ye göre yaklaşık seksen kişi şehre girebilmişti. Halid, bu su hendeğine yakın olan ve sonradan Fetih Kapısı (hastanelere çıkan yol üzerindeki kapı) adını alan kapıyı açarak İslam ordusunun şehre girmesini sağladı. Kapının açılışı sürecinde yirmi beş sahabenin şehid olduğu bir çatışma yaşandı. Ama İslam’la Diyarbakır halkı arasına giren Bizans savunması aşıldı. İslam ordusu, Diyarbakır halkıyla yüz yüze geldi.

Diyarbakır halkı, Kudüs ve Urfa’nın fethinden haberdardı. Karşılarında İslam’ın adaleti varken Bizans için çarpışmanın anlamı yoktu. Halk teslim olmayı seçti. Pek çok kişi, İslam’la şereflendi. Geriye kalanlar ile ise Hz. İyaz(ra), Ruha sözleşmesi şartlarını esas alarak, “Heykeller ve onun etrafındaki nesneler, kendilerine ait olmak, mevcut kiliselerden başka kilise bina etmemek; düşmanlarına karşı Müslümanlara yardım etmek, bunlardan birine riayet etmedikleri takdirde Müslümanların himayesinden mahrum olmak şartıyla” anlaştı.

Beş ay boyunca bir şehirle uğraşan her ordu öfkeye kapılır. Ama İslam ordusu “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. (Alî İmran 134)” ayet-i kerimesiyle terbiye olmuştu, öfkesini kontrol etmiş, heva ve hevesiyle davranmamış; Yüce Peygamberinin(S.A.V.) Mekke halkına adil davrandığı gibi davranmıştı. Fatihimiz İyaz(ra), silahlarını teslim eden halka şöyle seslendi: “Allah size karşı bize zafer ihsan etti. Şayet Allah-u Teala Peygamberimizi ‘Rahmet Peygamberi’ olarak gönderip de mü’minlerin kalplerine merhamet vermeseydi, hepinizi kılıçtan geçirirdik. Fakat Rabbimiz bize öfkemizi yenmemizi, bağışlayıcı olmamızı ve iyilik etmemizi emretmiştir. Kim Müslüman olursa kabul olunur. Kabul etmeyen için cizye vardır.” Vakidi’ye göre şehirde Zeyd bin Haluk adında bir Yahudi vardı. Yahudi ve Hıristiyan dinini çok iyi biliyordu. Halkın adına o söz aldı. “Gerçekten sizler rahmet Peygamberinin ümmetisiniz. Allah rahmeti kalbinize yerleştirmiştir. Allah, sizi diğer ümmetlere üstün kılmıştır...” dedi.

Amed, böyle bir komutan görmemişti, böyle bir orduyla karşılaşmamıştı, böyle bir muameleye tanıklık etmemişti. Eğer, Sasanili Şapurlar, Bizanslı Patrikler burayı beş ay kuşatmak durumunda kalsalardı öfkelerinden şehirde bir tek canlı bırakmazlardı. Daha önceki el değiştirmeler, birer tufandı; bu ise hayata ve cennete açılan kapıydı.

Hz. İyaz, rahmet Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın Mekke halkını affettiği gibi Amed halkını affetti. Halkın çoğu Müslüman oldu, geriye kalan kısmı da cizyeye bağlandı.

27 Mayıs Salı günü Diyarbakır’ın fetih yıldönümüdür. Kürt halkı için eğer bir kurtuluş günü, bir milli gün ilan edilecekse bunu en çok hak eden gün Diyarbakır’ın fethedildiği gündür. Fetih gününüz mübarek olsun…

KÜFÜR BİR DAHA DİYARBAKIR’A HÂKİM OLMADI

Diyarbakır, farkı gördü; teslim oldu ve bir daha şehrini asla küfre teslim etmedi. Diyarbakır’ın Antakya, Maraş, Urfa gibi şehirlerden en büyük farkı fetihten sonra asla düşmanın eline geçmemesidir. Bizans, Diyarbakır’ı yeniden işgal ateşiyle tutuşmuş, zaman zaman kuşatmış; hatta Batı’da şehri ele geçirdiği yaygaraları bile koparmış, kimi Batılı tarihçiler bu oyuna gelip Diyarbakır’ın Bizans’ın elini geçtiği notunu bile almış. Ama o günden sonra Bizans ayağı bir daha Diyarbakır kalesine değmemiştir. Aradan 1300 yıl geçtikten sonra bile, I. Dünya Savaşı’nda Bitlis’e kadar gelen Ruslar, Urfa’ya kadar gelen Fransızlar Diyarbakır’ı talep etmişler ama bu talepleri asla karşılanmamıştır.

Bu durum, şehrin varislerine büyük bir vazife yüklüyor. Şehrin varisleri, bu “mukaddes mirası” kendilerinden sonraki kuşaklara “İslam’ın yurdu olarak” teslim etmeye mecburlar. Bu, sırtlarına yüklenmiş bir vazifedir.

DİYARBAKIR, İSLAM’LA ŞEKİLLENDİ

Kürtlerin bugünkü toplumsal kimliği İslam’ın elinde şekillendiği gibi Diyarbakır’ın kimliği de İslam’la şekillenmiştir. İslamsız bir Kürt halkı tarihsiz, edebiyatsız ve diğer ortak değerlerden yoksun kalarak bir “hiç” olacağı gibi Diyarbakır da İslamsız bir hiçtir. Hz. İyaz(ra), Mar Thomas Kilisesi’nin bir kısmını anlaşmayla alarak, fethin işareti olarak camiye çevirdi. Önce camiyle kilise yan yana durdu; sonra kilisenin diğer kısımları da camiye katıldı. Diyarbakır Ulucami, gittikçe tanındı; Mescid-i Haram (Kabe), Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Şam’daki Emevi Camisi’nden sonra İslam’ın 5. Haremi olarak bilindi.

Diyarbakır, kimi rivayetlere göre 500 sahabenin medfun olması ve özellikle adını Hz. Halid bin Velid’in oğlu Süleyman’dan alan Hz. Süleyman Camisi Meşhediyle mukaddestir. Hiçbir güç, İslam’ın izlerini ondan silemez.

DİYARBAKIR MERVANİLERLE GELİŞTİ

Resmi kurumlarınca hazırlanmalarına rağmen gerek Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) gerek Diyanet İslam Ansiklopedileri şu tarihi gerçeği aktarır: “Yarım asır emirlik yapan Nasrüd’Devle ‘nin(Mervani Emiri) zamanı hakikaten bu bölgenin altın devri olmuştur. Marvânoğulları zamanında, Diyarbekir bölgesi muhtelif âlim, şâir ve tabiplerin ikametgâhı olmuş ve burada Amid şehri de İslâm âleminin dördüncü derecede gelen ilim ve edebiyat merkezlerinden biri hâline gelmiştir.”

Şehir merkezinde Kürtçenin yaygın dil olarak konuşulması Mervaniler dönemine denk geldiği gibi mezhebî kimlik de onların zamanında tamamlanmıştır. MEB İslam Ansiklopedisine göre yörede ilk dönemde Haricilik etkindi, sonra Hambeli, onun da ardından Maliki mezhebi etkin oldu. Şafiiler ise Mervaniler döneminde mezheplerini yayma imkânı buldular; yöre o dönemden sonra Şafii mezhebine geçti.

BİTTİ