Ölüm, her şeyi bitiren, dünyayı tüketen, ömür denilen hayatı sonlandıran bir gerçekliktir. İyi de biz ona ne kadar hazırlıklıyız.
Biz hayallerimizi kurup planlar yaparız. Bunların içinde ölüme hazırlık var mı? Her sabah kalktığımızda günlük işlerimizi planlarız. Bu işler içinde ölüm ne kadar var?
Bu dünya imtihan dünyasıdır. Cenabı Hak her kulunu ayrı ayrı imtihan eder. Biz kullar sabır içinde şükür etmekle vazifeliyiz. Şekva etmeye hiç hakkımız yok.
Mehmet Sudan Abi ile ilk tanıştığım zaman henüz on altı yaşlarında lise birinci sınıfa giden bir öğrenciydim. Takvimler 1990’ın son aylarını gösteriyordu. O halim, olgun bir şahsiyetti. Onunla konuştuğumuz zaman onun ihlaslı hali bizi derinden etkilerdi. Kendisinden neredeyse yirmi yaş küçük birer genç olduğumuz halde bizlere olgun, bilinçli bir arkadaş gözüyle bakar ve öyle davranırdı. Bizi evine davet ettiğinde bir arkadaşın kendi yaşıtı birini davet eder gibi davet ederdi. Ben de onun gibi Lice’liydim. Dayılarımı ve bazı akrabalarımı tanırdı.
1992’nin sonbaharında şu an benim gibi cezaevinde bulunan bir arkadaş ile Diyarbakır’da büyük bir camide çocuklara ders veriyorduk. Ders verdiğimiz yer caminin avlusuydu. Çünkü cami imamı bizim içeride ders vermemize izin vermiyordu. Bizler, camiye yakın arkadaşlarımızın evlerinden getirdikleri battaniyeleri cami avlusuna serip orada çocuklara ders verirdik. Mevsim sonbahardı, ağaçların dallarındaki yaprakların, toprağın üzerindeki yeşil yeşil otların, bütün nebatatın rengi yavaş yavaş sarıya dönmeye yüz tuttuğu günlerdi. O sonbahar günlerinde yağmur yağdığında o gün ders veremiyorduk ve tüm çocukları evlerine gönderiyorduk. Bizim avluda ders verdiğimizi gören bazı yaşlı cemaat mensupları imamdan ricada bulundukları halde imam bizi içeri sokmamakta kararlıydı. Camide bizden ders alan bazı gençler imamın bu hareketine karşı öyle öfkeliydiler ki, bizim göz işaretimiz ile ona saldırabilirlerdi. Ama bizim davamız büyüktü ve bu tür insanlara karşı sabır gerektiriyordu. İşte o günlerden bir günde Mehmet Sudan Abi ile karşılaştım. Kısa bir hatır sormadan sonra ona ders verdiğimiz camiden ve imamından söz ettim. Bana:
Güzelce sabır edeceksiniz, o imama karşı kin, öfke duymamalısınız, bilakis ona saygı göstermelisiniz. O bir âlimdir. Sizi iyi tanımamış olabilir. Belki de sizin sabrınızı ölçüyor. Göreceksiniz onun vicdanı sizin avluda yağmur altında ders vermenize dayanmayacaktır.
Sizi kendisi içeri davet edecektir. Mehmet Sudan Abi’nin bu sözü üzerinden bir ay bile geçmemişti. Ben Burhanettin Yıldız Teknik Lisesi’nde öğrenciydim. Günde on saat dersimiz olduğundan şu anki Sur ilçesinde bulunan camiye geç kalırdım. Yatsı ezanına yarım saat kalmıştı ki, cami avlusundan içeri girdim. Cami öğrencilerini göremedim. Kendi kendime bu imam onları avludan da mı kovdu diye soru soruyordum. Caminin içine girdim. Çocukların bir köşede ders aldığını görünce çok sevindim. Cami imamı, caminin üç kapısından birinden çocukların içeri girmesine ve üç metre karelik bir alanda ders almasına izin vermiş. Arkadaşlara çocukların necaset ile içeri girme ihtimalinden dolayı içeri girmelerine izin vermediğini belirtmiş. Çocukların caminin içinde kesinlikle koşuşturma yapmamalarını istemiş. Arkadaşlarım da onun bu hassasiyetini doğru bulduklarını belirtmişler.
1993’ten itibaren Mehmet Sudan Abi, İslami çalışmalarından dolayı aranmaya başladı, 1994 yılının başlarında bir saldırıya uğradım ve ayaklarımdan yaralandım. Bir süre sonra iyileştim. Hainlerin saldırılarında her gün bir arkadaşımız şehit oluyor, bazıları yaralanıyordu. Ben çok sevdiğim bazı arkadaşlarımın mezarlıklarına, hatta taziyelerine bile gidemiyordum.
Bu günleri ancak yaşayanlar bilir. Bir akşam Diyarbakır’ın Yenişehir semtinden eve doğru yürüyordum. Kaldırımda hızlı adımlarla yürürken bir araba yanımdan geçerken birden durdu. Ben arabaya bakmadan yürümeye devam ettim. Arkadan bir ses Mahmut deyince dönüp baktığımda Mehmet Abi’nin arabanın arka kapısını açmış bana seslendiğini gördüm. Yanına gittim, arabaya bindim, bir şehir turu atıp biraz sohbet ettik. Yaralandığımı duyduğunu ve beni görmek istediğini ama fırsat bulamadığını belirtti ve bu tesadüfün onun için sevindirici olduğunu belirtti. Yıllar yılları kovaladı. Ben liseyi bitirdim, sonra Eğitim Fakültesine yerleştim. Takvimler 2000 yılını gösterdiğinde Müslümanlara baskınlar yapıldı ve ben de tutuklandım.
Diyarbakır E Tipi’nde kalıyordum. Mehmet Abi’yi görmeyeli altı yıl olmuştu. Onu tutukladılar. Biz koğuş olarak idareyi sıkıştırıp onu odamıza aldık. Durumunu sordum. İstanbul Emniyeti’nin kendisini epey sıkıştırdıklarını ve işkence yaptıklarını anlattı. Bana:
Polisler bana, sen bir şahsın evinde bir hafta kalmışsın bize o adamın ismini ver dediler. Onlara:
Evet, bir şahsın evinde kaldım ve bana ekmeğini verdi, beni barındırdı. Şimdi ben o adamın ismini mi size vereceğim.
Benimle ekmeğini paylaşan adama ben ancak teşekkür ederim, dedim, dedi.
Sonra o Bingöl Cezaevi’ne gitti. Ben de Siirt’e. İki yıl sonra Siirt’ten Bingöl’e sürgün gittim. Mehmet abi gerçekten bir gönül adamıydı; Allah kendisine rahmet eylesin!
Mahmut Kılıç Tokat T Tipi Cezaevi