23 Nisan’dan beridir D.Bakır’da garip bir durum yaşanıyor. Dağ seramonisinin başladığı 1984 yılından bu yana ilk kez aileler çocuklarının dağa götürülüşünü “oturma eylemleriyle” protesto ediyor, çocuklarını geri istiyor.

Daha birkaç yıl önce bir başka açıdan “çocuk sorunu” yine gündeme oturmuştu. “Taş atan çocuklar” olarak gündeme oturan sorun, yaşları on sekizin altında olan çocukların “taş attıkları” gerekçesiyle cezaevlerine konulması epeyce konuşulmuş, tartışılmış ve eleştirilmişti. En sonunda eleştirilere karşı hükümet harekete geçerek yasal düzenlemeler yoluyla bu soruna bazı çözümler üretmek zorunda kalmıştı.

İşin ilginç tarafı ise, bugün “kendi iradeleriyle dağa çıkmışlar” diyen kişi, kurum ve STK görünümlü paramiliter oluşumlar o dönemde on sekiz yaş altı olup taş atan çocuklar üzerinden fırtına koparırken bugün çok farklı bir dil kullanarak “iradeye” vurgu yapmalarıdır.

Gelelim ailelerin tepkilerine ve muhatap olarak sadece PKK’nin seçilmesine. Açıkça söylemek gerekirse bu işin birinci faili her ne kadar PKK olsa da olup biteni uzaktan seyretmekle yetinen devlet/hükümet cenahının tepkilerden gereken nasibi almaması tepki verenler açısından bir handikap olarak durmaktadır.

Durum ortada. Aileler haftalardır çadırlarda oturma eylemi yapıyor, çocukların dağa götürülme hikayesini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, kişi ve kurumların isimleri dahi zikrediliyor, ama resmi erkandan hiçbir temsilcinin ağzını bıçak açmıyor. Sanki cereyan eden hadiseler, ailelerin çaresiz çırpınışları D.Bakır’da değil de Afrika’nın derinliklerinde cereyan ediyormuş gibi bir hava esiyor. Kimi STK temsilcileri ailelerin ziyaretlerine gidiyor, basına açıklama yapıyor, ama devlet/hükümet adeta ölü numarası yapıyor.

Ailelerin dramları, çığlıkları bir türlü Fiskaya’nın yalçın kayalıklarını aşmak bilmiyor. İki uzman çavuş için kıyamet koparan devlet/hükümet, çocukların dramına adeta kulaklarını tıkıyor.

Allah aşkına nedir bu durum? Hangi kirli pazarlıklar yürütülüyor? Nasıl bir pazarlıktır ki anne şefkatine muhtaç çocukların dramları bile görmezden geliniyor?

Adına “Çözüm süreci” denen şu sürecin artık “Rezalet sürecine” dönüşmeye başlandığını gören yok mu? Hakikaten ne biçim rezalettir bu? Dikkat edin, PKK mahallelerde ve üniversitelerde çocukları ve gençleri önce çatışmaların içine sürüklüyor, ardından kriminalize etme süreci polisle beraber yürütülüyor, son aşama ise “aranma” gerekçesiyle gençler ve çocuklar kafileler halinde dağa gönderiliyor. Hem de “Barış sürecinde!” Analara düşen tek şey ise oturup ağlamak oluyor.

İyi de devlet/hükümet neden ölü numarası yapıyor? “Eskiden devlet kurma anlayışı vardı, bundan vazgeçtik” diyen PKK ne adına Kürt çocuklarını kafileler halinde dağa götürüp ölümün pençesine atıveriyor? Madem tüm mesele“Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi” meselesidir, madem bu fikriyatın kaynağı MİT, uygulayıcıları Türk Solu’dur, o halde neden Türk çocuklar dağa götürülmüyor? Kocaman Türkiye’nin “Demokratikleştirilmesi” ihalesi madem Türk Solu için çok önemlidir, o halde Sırrı’ların, Kürkçülerin çocukları değil de neden Xalé Hemo’ların çocukları heba ediliyor?

Yoksa devlet/hükümet bunun için mi ölü numarası yapıyor? Gariban Kürdün çocuğu ölsün, böylece Türkiye demokratikleşsin, öyle mi? Yoksa daha derin bir tezgah, daha kirli bir hesap mı var?

Evet, Var!

Rojava ve PYD/YPG…

“Çözüm süreciyle” beraber başlayan dağa kaldırma furyasının neredeyse tamamı Rojava’da sürdürülen kirli çatışmalara insan kaynağı teminine dönük manevralardır. Öcalan üzerinden PKK’yi kafesleyen devlet, şu anda PKK üzerinden PYD/YPG’yi kafeslemeye dönük ciddi icraatlar sergilemektedir. Bu nedenle de YPG’ye kaynak temini olarak görülen çocukların dağa götürülmesi hadiselerine karşı hükümet/devlet ölü numarası çekmektedir.

PYD/YPG, bildiğiniz gibi Suriye rejimi tarafından Rojava’ya bekçi olarak tayin edildi. Bu adımla hem Rojava bölgesi silahlı gruplardan korunmuş oldu, hem de Türkiye’nin Suriye müdahalesine etkili bir karşılık verildi. PYD tamamen Suriye rejimine bağlı bir oluşum olarak etkinlik kurarken kafeslenen PKK üzerinden PYD’yi de kafesleme hamlesi başlatıldı. Geçen günlerde her ne kadar “PYD ile Nusra anlaşması” olarak kamuoyuna yansımış olsa da aslında yapılan anlaşma, Nusra’nın da içinde olduğu ve hem Türkiye hem de birçok Batılı ülkenin “Operasyon Odası” adı altında topladığı muhalefet koalisyonuyla bir anlaşma yapıldı. Şu anda Suriye’nin birçok bölgesine yapılan muhalif operasyonların neredeyse tamamı “Operasyon Odası” adı altında örgütlendirilip silahlandırılan oluşum vasıtasıyla yapılmaktadır. PYD’nin “Operasyon Odası” ile anlaşması, hamisi olarak bilinen Suriye yönetimiyle tezada düşmesi anlamına gelmekteydi. Daha açık söylemek gerekirse bu anlaşma, PYD’nin Esad yönetimiyle bağını koparmaya dönük önemli bir adım anlamına geliyordu. Esad yönetimiyle arasına mesafe koyan PYD’nin kim veya kimlere yaklaştığı ise burada ortaya çıkıyor. PKK üzerinden kafeslenmek istenen PYD, Esad’tan uzaklaşarak Türkiye’ye yaklaşması, yaşanan çocuk dramlarına karşı Türkiye’de devlet/hükmet cenahının neden ölü numarası çektiğini de az çok izah etmeye yetiyor.

Görünen o ki, PKK’yi “demokratikleştirme” aracı yapmayı başaran devlet/hükümet, PKK üzerinden PYD’yi kafeslemek adına daha epey bir süre PKK uygulamalarına ve saldırganlıklarına karşı ölü numarası çekmeye devam edecektir.

Söz konusu Suriye veya Suriye bağlantılı bir konu olunca ölü numarası çekmek zaten devlet/hükümet için bir gelenek halini almış. Binlerce gencin Suriye’ye geçip heba olması karşısında ölücülük oynayan hükümet, aynı duyguyu PYD’ye katılımlar karşısında da sergilemeye başlamıştır.