Kur’an-ı Kerim’in yazıya geçirilmiş ve kitap haline getirilmiş şekline mushaf denir. Bu tabir sadece Kur’an için kullanılmaktadır. Kur’an indirilmeye başlandığından beri vahy kâtipleri tarafından ezberlendi ve yazıldı. Peygamber Efendimiz’in sağlığında yazıya geçirilen Kur’an, ayet-i kerimenin tabiriyle “tertemiz” (Beyyine, 2) ve “şerefli” (Abese, 13) sayfalara yazıldı ve her türlü tahrib ve yanlışlıktan beri oldu. Temiz olanlar dışında kimsenin dokunmayacağını dile getiren (Vakıa,79) ayet-i kerime Kur’an’ın tahrifattan korunduğunun ve abdestle dokunulması gerektiğinin delili olmuştur. Hz. Ebubekir (ra) halifeliği döneminde Zeyd b. Sabit başkanlığında kurulan bir komisyon tarafından yazılan sayfalar bir araya getirilip toplatılmıştır. Müminlerin annesi Hafsa (r. anha)’nın emanetine verilen bu nüsha Hz. Osman (ra) zamanında çoğaltılarak dönemin önemli şehirlerine birer nüsha gönderilmiştir. Bu Mushaflara Hz. Osman mushafı denilmiştir. Bu Mushaflar Medine, Mekke, Küfe, Basra, Şam gibi merkezlere gönderilmiştir.

Çoğaltılan bu Mushaflar harekesiz ve noktasızdı. Hicri birinci asrın ikinci yarısında İslam fetihlerinin yayılmasıyla Arap olmayanlar da İslam ile müşerref oldu. Harekesiz ve noktasız yazılan Kur’an nüshaları yeni Müslüman olanlar tarafından bazen yanlış okunabiliyordu. Bu mahzuru gidermek için Mushaflara hareke ve nokta işaretleri konuldu. Ayetleri birbirinden ayırmak için duraklar yapıldı.

Noktalama işaretleri secâvend olarak anıldı. Secâventler ayet-i kerimenin anlamına göre çeşitli harflerle yazıldı. Mesela (Mim): Vakf-ı lâzım: Mutlaka durmak gerektiğine, geçilirse mananın bozulabileceğine işarettir. (Lam elif): Vakfı lâ: “Durma” demektir. Eğer nefes kesilir de durulursa, geriden almak gerekir. (Ayn): Rükû işaretidir. Bir konunun bitip, yeni bir konunun başladığını gösterir.

Kur’an’ı okuma ve öğrenmede kolaylık olsun diye on yapraktan oluşan 30 Cüz’e bölünmüş, her Cüz de dörde bölünerek 2,5 yapraklık hizipler oluşturulmuştur. Sayıfaların yan taraflarına “cüz gülü”, “hizip gülü” şeklinde işaretler konularak yerleri belli edilmiştir. Ayrıca tilavet secdeleri de bu işaretlerle belirlenmiştir.

Kur’an’a aşık olan Müslümanlar en güzel yazılarla yazmaya başlamış, zamanla hüsn-i hat sanatı oluşmuştur. Mushafları süslemek için de tezhib sanatı gelişmiştir. Hüsn-i hat çalışmalarıyla Kur’an’a hizmet eden Osmanlılar döneminde nice güzel el yazma Mushaflar yazılmıştır. Bu yüzden “Kur’ân-ı Kerîm Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” sözü meşhur olmuştur.

Kayışzâde Hafız Osman Nuri’nin yazdığı Mushaf, 19. yüzyılın sonlarından günümüze kadar defalarca basılarak dünyaya yayılan ayet-berkenar tertibiyle yazılmış ve büyük şöhret kazanmıştır. Bu Mushaf; Kur’an’da en uzun ayet olan Müdayene (Borçlanma) ayeti diye bilinen Bakara suresinin 282. ayeti bir sayfa olarak düşünülerek yazılmıştır. Kayışzade’nin yazdığı bu mushaf, hem ezberleme konusunda hafızlara kolaylık getirmesi, hem yazısının açık ve okunaklı olması sebebiyle tercih edilmiş ve halk arasında yayılmıştır. Üstad Bediüzzaman’ın teşvikiyle talebesi Hüsrev Efendi tarafından yazılan tevafuklu Kur’an-ı Kerim de tarihteki yerini almıştır.

doğruhaber