DİYARBAKIR - Başlatılan çözüm sürecinin en azından meyvesini vermesi beklenirken, özellikle son gelinen süreçte PKK`nin Sinan Böçkün olayında olduğu gibi çocukları da dahil yeniden gençleri silah altına alma girişimlerinde bulunması bölgede huzur isteyen halkı tedirgin ediyor. 

Bölgede geliştirilen çözüm süreci ve çözüm sürecine yönelik insanların beklentileri ile ilgili İlke Haber Ajansının sorularını cevaplayan Mazlum Der Diyarbakır Şube Başkanı Abdurrahim Ay ve Şube yöneticilerinden Reha Ruhavioğlu çözüm sürecinin akamete uğratılarak tekrar cenazelerin gelmesine fırsat verilmemesi gerektiğini söyleyerek, "Bu anlamda tarafların bize bu tavırlarını izah etmeleri gerekiyor." ifadelerini kullandı.

Çözüm süreci geçerliliğini yitirdi mi yoksa bu süreç başından beri ölü doğmuş bir çocuk muydu?
Abdurrrahim Ay: Sürecin başından beri ölü doğan bir çocuk olduğunu düşünmüyorum. Sadece çok mantıklı bir temelde başladığını düşünmüyorum. Belki de şartlar bunu her iki tarafa biraz dayattı gibi. Aslında çözüm sürecine gidildiği döneme baktığımızda PKK`nin, mücadelesini çok yükselttiği bir dönemdi. Süreçle beraber ateşkes ilan edildi, sınır dışına çekildi ama devletin barış sürecine bakış mantığına bakışın ters olduğunu düşünüyorum.

Barış süreciyle beraber oluşmuş süreçte Kürtlere yönelik temel hak ve hürriyetlerin verilmesi durumunu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye temel hak ve özgürlüklerin verilmesi mantığıyla hiç bir zaman Kürd Meselesine yaklaşmadı. Halen de bakış açısı budur. Belki Ortadoğu` da kendisine biçtiği rol veya belki de sürekli gelen asker ve polis cenazelerinden dolayı hükümetin yaşadığı sıkıntılar hükümeti bir sonuca gitmeye zorladı. `Bölgede iç huzurunu sağlamamış bir ülkenin dışarıda başka ülkelerle ilgili fazla bir söz söyleme hakkını bırakmıyor` düşüncesiyle çözüm sürecinin kendini biraz da dayattığını düşünüyorum. Mantık bu olunca, buna dair adımların çok da güçlü bir şekilde atılmasını beklemiyorduk. Ki böyle de olduğunu düşünüyorum. Bizce Kürd meselesinde en temel sorunlarından bir tanesi KCK yargılamalarıdır. Özellikle son 5 yıldır oluşturduğu olumsuz tablo, mahkumiyetler, halen devam ediyor. Bir diğer taraftan koruculuk meselesi, Kürtçe eğitimin verilmesi ile ilgili sorunlar, seçim mevzuatındaki olumsuzluklar ve ceza yasalarında ki olumsuzluklar... Tüm bu sorunlar Kürt meselesindeki en temel sorunları oluşturuyor ve halen bu sıkıntılar devam ediyor. Buna ilişkin ciddi adımlar atılmaması nedeniyle ve aslında bu güne kadar bu konularla ilgili olarak da hiç bir sözün verilmemiş olması sürecin çok da başarılı devam ettirilmediğinin açık göstergesidir. 

Çözüm sürecinde taraflar ne kadar samimi?
Reha Ruhavioğlu: Hem hükümetin halen kalekol yapımını devam ettirmesi, hem de PKK`nin çocuk da olsa gençleri silah altına almaya devam etmesi, her iki tarafın da askeri varlığını ya da kendi pozisyonunu çok da bozmadan bu süreci devam ettirmeye çalıştığını gösteriyor. 

Aslında bu durum iki taraftan da sürece bakışın çok da olumlu olmadığını ortaya koyuyor. Belki Kandil`den ziyade biraz daha Öcalan`ın talebiyle iş bu aşamaya geldi. Tabi bu tavırların yanlış olduğunu ifade etmek isterim. Neticede halkın, bölgenin, ülkenin barışa kesinkes ihtiyacı var.  Kürd Meselesinin temel hak ve özgürlükler kapsamında çözüme ihtiyacı var. Bu nedenle hem hükümetin hem de örgütün süreç ile ilgili ciddi manada üzerine düşeni yapması gerekir. Sürecin bozulması anlamına gelecek, olumsuz etkiler oluşturacak her türlü davranışlardan kaçınması gerekir. 

PKK bölge halkı açısında kendi tanıdığı / kabul ettiği sınırları aşıyor mu?
Bir kaç gün önce Sinan Böçkün`ün ailesini ziyaret ettik ve bununla ilgili PKK`ye bir çağrı yapmıştık. PKK`nin taraf olduğu bir Cenevre sözleşmesi var. Ve 16 yaşından küçük bir çocuğun hiç bir şekilde silah altına almayacağına dair taahhüdü vardır. Sinan Böçkün 15 yaşında bir çocuk. PKK`nin kendisinin taahhüd ettiği bu anlaşmaya göre hareket etmesi gerekir. 

Ancak Kalekol yapımları ve PKK`nin bu dönem yoğun silah altına alma çalışmalarının olması bu sürecin iki taraf açısından da bozulma ihtimalinin güçlü olarak masada tutulduğu ve bozulması durumunda her iki tarafında daha güçlü bir şekilde geri dönme istediği kanaati oluşturuyor bizde. 

Gelişen tehlikeli sürece karşı tavrınız ne olacak?
İnsan hakları savunucuları ve bu süreci destekleyenler açısından bakıldığında bu durum ürkütücü bir şey. Hem katılımların bu kadar yoğunlaştırılması hem de bu kalekol yapımlarının ya da bölgedeki askeri varlığın azaltılması gerekirken artırılmasının izahı gerekiyor. Her iki durumda doğrusu süreçle ilgili bizi ürkütüyor. Bu iki noktaya yoğunlaşmak yerine sürecin daha sahih daha sağlam ilerlemesi için tarafların emek sarf etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bizler de STK`lar ve kamuoyu olarak bu tarz eylemler, açıklamalar yaparak tavırlarımızı ortaya koymalıyız. En azından sürecin yüzde 100 her iki tarafı tatmin etmese de bir şekilde yürümesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü dünyadaki barış süreçleri tecrübesi gösteriyor ki, bu süreçler 3 - 5 ayda ya da 2 - 3 yılda haledilecek mevzular değil. Uzun da sürse, yavaş yavaş da ilerlese bu sürecin kopmaması ve tarafların görüşmelerden el çekip savaşa dönmemesi gerekiyor. Bu haliyle eskiye nazaran bir nebze huzur ortamı var. Ama bunun değişip tekrar cenazelerin memleketimize gelmesini istemeyiz. Bu anlamda tarafların bize bu tavırlarını izah etmeleri gerekiyor.  (Fikret Özkan - Ali Adiyaman / İLKHA)