Şahattin Er / doğruhaber / haber-yorum
Davet deyince, akla ilk gelen kişiler, Peygamberler olur. Peygamberler deyince de, akla Peygamberlerin İmamı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) gelir. Davet ve Hz. Resulullah bir araya gelince de akla NEBEVİ METOD gelir.
Bugün yeryüzünde; gerek siyasi arenada, gerek Sivil Toplum Kuruluşu olarak ve gerekse de İslami Cemaat olarak faaliyet yürüten binlerce Cemiyet; Cemaat, Dernek ve Partiler var. Gerçi hepsi de İslam Ümmetinin bir parçasıdır fakat biz sadece İslami Hareket ve Partileri ele alacağız.
Sağcı/solcu parti ve hareketlerin ne yaptıkları ve nasıl bir yönetim istedikleri, malum olduğu için; burada onları değil, İslami bir hayat nizamını tesis etmek için yola çıkan Hareket ve Partileri analiz etmeye çalışacağız.
Seçim öncesi siyasi arenada mücadele veren İslami partilerin çalışmaları içinde, Miting düzenlemek, birebir halkın kapısına gidip onlara amaçlarını anlatıp, partilerini tanıttıktan sonra, yapabiliyorlarsa onlardan partilerine oy vermeleri konusunda söz almaktır.
Her hangi bir partiye bağlı olmayan ve hangi parti kendini daha iyi tanıtırsa, ona oy vermekten yana olan halkın ekseri, kapısına gelen her partiye aynı cevabı verir: ‘’merak etmeyin size oy vereceğiz’’ derler. Halkın bu tavır ve düşüncesinin altında;
1- Kimse benim hangi partiye oy vereceğimi bilmesin.
2- Kapıma gelen hangi parti olursa olsun, kalplerini kırmayayım.
3- Bana ve aileme kim menfaat sağlarsa, oyum onadır.
Diye düşünerek, kendi içlerinde bir prensip kararı alırlar.
Aslında daha birçok farklı düşünce tarzı var ama genel olarak öne çıkan düşünceler bunlar.
Seçim öncesi kapısına gidilen vatandaşın ‘’oyumu sana vereceğim’’ diye bir vaatte bulunması ve tebessümü eksik etmemelerine rağmen seçim sonrası oluşan tablo karşısında hayal kırıklığı yaşayan parti yetkilileri ve gönüllüleri; halka olumsuz, rencide edici ve dışlayıcı bir uslupla karşılık vermekten ziyade, bahsettiğimiz parti yetkilileri ve gönüllülerinin de sıradan insanlar olmadığına göre, tam aksine İslam’ı kendine şiar edinen davetçi kimliği taşıyan insanlar olması hasebiyle usluplarına dikkat etmeleri gerekir.
Peki, toplumda Davetçi kimliğiyle bilinen ve halkın önünde lokomotif olması gereken şahsiyetlerin, lanet etmeye veya her hangi bir kişiye seçimi kaybettiklerinden dolayı beddua edip, sitem etmeye hakkı var mıdır? Biz buna NEBEVİ METOD ışığında bir cevap aramaya çalışacağız inşaAllah.
Resulullah (s.a.v.) Mekke’nin kadir bilmezlerinden işkence ve baskı görünce; kendisi ve Sahabelerine uygun bir yurt bulmak ümidi ile Taif’e doğru mini Hicret olarak ta adlandırabileceğimiz bir yolculuğa çıkar. Taif’e vardığında, oranın zengin ve söz sahibi yerlileri; hemen bir karar alıp Resulullah’ı (s.a.v.) Taif’ten çıkarma konusunda anlaşırlar. Bu işi de köle ve ayak takımı olan ve para için her şeyi yapan istikametsiz ve gayesiz insanlara yaptırırlar. Taif’ten çıkarma metodu olarak ta, Resulullah’ı (s.a.v.) taşlayarak onu istemediklerini fiilen izhar ederler.
Kadir kıymet bilmezlerin bu tavrı karşısında Taif’i terk etmek zorunda kalan Resulullah (s.a.v.), (kendi ifadesiyle) ‘’ben Taif’ten çıktığımda kanlara bürünmüş bir heykel gibiydim’’ diye buyurmuş. Zira çarıklarına kadar kanla dolmuştu. Onun bu hali Rabbu’l Alemin’in mukarreb Melekleri kendisine göndermesine sebep olmuştur.
Gelen her Melek, Taif’i helak etmek için Resulullah (s.a.v.)’den izin ister. Ancak Resulullah (s.a.v.) zinhar bunu kabul etmez ve ‘’hayır’’ der, ‘’Ben sadece onların nesillerinden (evlatlarından) yalnız ALLAH’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak insanlar gelmesini dilerim.’’ diyerek, Meleklerin Taif’i helak etme isteklerini geri çevirir. Zira eğer Resulullah (s.a.v.) Meleklere izin vermiş olsaydı, Taif tamamen helak olacak ve bugün Taif diye bir yer olmayacaktı.
Resulullah s.a.v. Taif halkının gadrine uğradığı halde, Beddua etmemiş; Lanet okumamış, Hakareti de düşük seviyeli insanların işi olarak yerinde bırakmış ve buna rağmen, Taif Halkına ve gelecek zürriyetlerine Dua etmiştir.
Taif’te o zaman kimse iman etmedi ama Mekke ile Taif arasında üzüm bağı olan Mekkeli azılı İslam düşmanı Rebia’nın oğulları Utbe ve Şeybe’nin mülkleri vardı ve Resulullah s.a.v. oradan geçince, Rebia’nın oğulları da o esnada oradaydı. Orada olan bir diğer isim vardı ki, o da köle olan NİNOVA’lı ADDAS idi. ‘’iman hizmeti (İslam Daveti)’ o kadar büyüktü ki, Cenab-ı Allah (c.c.), bir kölenin imana gelmesi için, en kıymetli Peygamberinin taşlanmasına izin vermiştir.’’ Dolayısı ile bir tek insan bile olsa, ondan vazgeçilemeyeceğini Resulullah s.a.v. bizzat göstermiş ve Ümmetine ebedi bir ders vermiştir. Zira Resulullah s.a.v. ile biraz konuştuktan hemen sonra İman edip, O’nun ellerini ve ayaklarını öpmeye başlamış.
İslami camialar ve davet erleri, cemiyetin ve dolayısı ile kendi fertlerinin hastalıklarına çare ve şifa bulmak için mücadele etmeliler. Yara içindeki kolu kesmeyi herkes becerir. Asıl beceri, yarayı iyileştirmek için, ilaç ve çare bulmaktır.
İslami Camiaların da tıpkı Resulullah s.a.v.’in yaptığı gibi Halka Dua etmesi ve onların ıslah ile Hidayetlerini Rabbu’l Alemin’den dilemeleri gerekir. Bu ahlak, İslam Davetçileri ve İslami Camiaların olmazsa olmazlarından olması lazım. Zira mademki Allah c.c. rızası uğrunda ve bu halkın ıslahı için mücadele ettiğini deklere ediyorlar, o halde insanlara Beddua değil, Dua etmeleri Sünnet-i Resulullah olarak görmeleri ve aynı ahlakı hem kendileri ve hem de fertlerine aşılamaları gerek.
Beddua, kendisinden aciz olunan ve rahatsız olunan insanlara yapıldığına göre, demek ki bu insan zaten cemiyet için zararlı hale gelmiş ve çevresini de azami derecede rahatsız etmeye başlamıştır. O halde, daha kendisine beddua etmeden bu kadar zararlı hale gelmiş ise, beddua ettikten sonraki halini düşünemiyorum bile. Hal böyle iken, cemiyet için zararlı bir hale gelen için beddua değil, DUA etmek lazım. Öyle ki bozuk olan ahlakı Dua ile Allah c.c. tarafından düzelsin, ıslah olsun ve toplum ile çevresine faydalı bir KUL haline gelsin.
Ayrıca toplumun ıslahı iddiasıyla ortaya çıkan İslami camiaların yöneticileri İslam Ahlakı ile hareket ediyor olabilirler. Ancak eğer fertlerini de aynı ahlaka doğru kanalize etmiyor veya ettiğini sanıp ta bunun muhasebesini yapmıyor ve fertler de istedikleri gibi hareket ediyorlarsa, o hareketler zaman içinde toplumun ‘’genel İslam dışı’’ ahlakına uyum sağlayarak yok olup giderler. İslami her Hareket ve Parti, tabanında mutlaka bir ‘’oto kontrol sistemi’’ oluşturmaları gerek.
Çünkü fertler; Cemiyet/Cemaat, Dernek ve Partilerin topluma bakan yüzüdür. Zira hiçbir Parti ve Camianın yöneticisi, Toplumun içinde değil, bilakis onlar daha çok kapalı yerlerde fikir yürütme ve fertlerden gelen bilgileri değerlendirmekle meşgul olurlar. Ama fertler, toplumla iç içe ve toplumla birlikte hayatın her alanında birlikte yaşıyorlar ve yaşamak zorundadırlar. Toplumun nabzını ve hareketlerini de yöneticiler, fertler kadar iyi takip edemezler. Bundan dolayı Parti; Cemiyet, Cemaat ve Derneklerin yöneticileri, fertlerini İslami olarak iyi eğitmeli ve fikirlerini ıslah etmelerinde onlara ön ayak olmalıdırlar. Dolayısı ile fertlerin Siyasal; Sosyal ve fikri anlamda iyi eğitilmeleri gerek. Fertlerini iyi eğiten ve onları azami derecede kontrol eden hareketler, hep başarılı olmuş ve topluma da daha iyi yön vermişlerdir.
Herkesin, okuduğu sosyal; siyasal ve fikri kitapları bir kenara bırakıp, el-an bir veya birkaç çeşit Siyer Kitabı okuması lazım. Zira İslam adına hareket eden Davetçi Müslümanların, Sosyal olaylara; Siyasi düşüncelere ve Fikri akımlara akli ve mantıki cevap vermeleri mümkün olabilir, lakin bir Müslümana yakışır şekilde ve layıkıyla Asr-ı Saadetten örnek veremiyor ve verdiği örnekleri hayatında yaşamıyorsa, bu onun en büyük eksikliğidir. Örnek, Önder ve Rehber olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’i çok iyi tanımamız lazım. O’nun bir Peygamber; bir Devlet Başkanı, bir Komutan, bir Baba ve bir insan olarak nasıl yaşadığını ve şartlara göre verdiği kararları iyi okuyup tefekkür ederek tahlil etmemiz elzemdir.
O’nun hayatı anlaşılmadan girişilen her hareket ve kurulan her İslami Parti başarıdan ve NEBEVİ METOD’dan uzak, beşeri bir oluşumun ötesine geçemez.
Taif dedik ve Taif’le de bitirelim. Evet, Resulullah s.a.v. Taif’e beddua etmedi ve temennide bulundu. Allah c.c. ’da O’nun temennisini Dua olarak kabul etti ve 10 yıl sonra Taif temsilcileri gelip Resulullah s.a.v.’e Biat ettiler. Durun daha bitmedi; Resulullah s.a.v. Hakkın Rahmetine kavuşunca, Arap Yarımadasında kitleler halinde salgın hastalık gibi İrtidad hareketleri başladı ve bu İrtidad hareketlerine katılmayan ve Taif Kalesi gibi Taif halkı İman Kalesi gibi dimdik durdu ve onların zürriyetlerinden gerçekten de muhteşem ilme sahip Âlimler çıktı. NEBEVİ METODUN, NEBEVİ AHLAKIN ve NEBEVİ ŞUURUN beddua değil, Dua edilmesi gerektiğini bilmemiz ve yaşamamız kaçınılmazdır.
Bir topluma Beddua edip, o topluma azab dileme bakın ne sonuçlar doğurur: İbni Ömer (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ bir kavme azâb gönderdiği zaman, o azâb orada bulunanların hepsine erişir. Sonra da herkes amellerine göre yeniden diriltilir.’’
* Günahların yaygınlaşması ve bunlara engel olunmaması, toplumun helak edilmesinin bir sebebidir. Deprem, sel ve değişik felaketler gibi. Toplumda kötülükler çoğalır. Allah`a ve Allah`ın dinine isyan edilir, iyi kimseler de vazifelerini yapmazlarsa gelen felaketler iyi kimselere de isabet edebilir. Dolayısıyla kötülükleri görüp onların yaygınlaşmasına engel olmak her Müslümanın görevidir.
Dua edin ve Dua ile kalın. Fi Emanillah Wesselam