Mahkumlar kendini boğulmuş hisseder kimi zaman cezaevlerinde. Öyle bir boğulma ki tarifi çok zor. Ziyaret günleri de, bu boğulma hissinin zirveye çıktığı zamanlardan biri.

20 dakika süren acı ve duygusal bir ziyaret yaşamıştım. Anam, bacım, kardeşlerim ve babam…

Anam ve bacım tam da tahmin ettiğim gibi sadece ağlamış ve hiçbir şey söylememişlerdi. Babam ise büyük bir tevekkülle sabretmemi ve hiçbir şeyi dert etmemem gerektiğini tavsiye etmişti. Keşke öyle yapabileceğim bir ortamda olmuş olsaydım. Ama olmadı daha ilk günden başlamıştı dert dolu günler ve sıkıntılı zamanlar. O gün ziyaretten geldiğimde koğuş mümessilinin adamları ailemin adıma yatırdığı parayı kast ederek herkes kendine yakışanı yapsın deyince ben bitmiştim.

Benim kaldığım koğuşta kimin ziyaretçisi ne kadar para yatırıyorsa onun yarısı güzellikle istenir ama küçük bir itirazda zorla alınırdı, üstüne de dayak atılırdı. Tabi ilerleyen zamanlarda paranın tümü istenecekti.

Şimdi de aynı şekilde bu para güzellikle istenmişti. Bunun adı haraçtan başka bir şey değildi. Evvela sineye çekmem gerekiyordu. Öyle yaptım. Hiçbir sıkıntı çıkarmadan istenilen parayı gönüllü bir şekilde veriyormuş gibi önlerine koydum.

Bu tavrım koğuş mümessilinin hoşuna gitmişti.

Zaman su gibi akıyor ve koğuşta bulunan herkesi yavaş yavaş tanımaya başlıyordum. Hapishanede fazla samimiyet iyi değildi, bu yüzden elimden geldiğince kimseyle samimi olmamaya çalışıyordum. Bu arada koğuş çavuşu beni bulaşık yıkamakla görevlendirmişti. Buna itiraz etmek gibi bir lüksümüz olmadığı için mecbur kabul ettim ama bu kısa sürdü. Zira bir gün koğuş mümessili yaptığı toplantıda aniden beni bulaşık yıkama işinden alıp gece nöbetçiliğine vermişti. Gece nöbetçiliği kolay kolay kimsenin ulaşabileceği bir konum değildi. Gece nöbetçiliği demek koğuş mümessilinin has adamlarından olmak demekti. Ve bir seneyi aşkın bir zamandır bu koğuşta kalan Kara dahi henüz bu mertebeye erişmiş değildi. Bu yüzden toplantıda şok olmuştu ve tabi kinlenmişti. Onun kini her geçen gün daha da artacaktı. Hele ki o gün koğuş mümessilinin üstündeki ranzaya yatağım taşındığında hepten çileden çıkacaktı.

Koğuş mümessilin bana son derece kanı ısınmıştı. Kardeşi olmadığından olacak devamlı bana sen kardeşimsin, diyordu. Her gün saat gecenin üç dördüne kadar sohbet ediyorduk. Artık koğuşta rahatım yerindeydi. Televizyon, banyo, buzdolabı ve onlara benzer her şey elimin altındaydı. Benim rahatım yerindeydi ama koğuştaki zulüm ve adaletsizlik hep devam ediyordu.

Bununla beraber rahatlığın olduğu yerden bakıldığında her şey yolunda görünüyor ve yapılması gereken şeyin bu olduğu düşüncesi zihne vesvese olarak geliyordu. Açıkçası zulüm çarkının bir dişlisi olmaktan korkuyordum. Zira yönetim kısmındaki rehavet adalet düşüncesini yok edebiliyordu. Bu yüzden olaylara bir yöneticinin elinde olan imkanlar çerçevesinden değil, bir yönetilenin yaşadığı imkansızlık ve mahrumiyet hesaba katılarak bakılmalıydı ve ben hiçbir imtiyazı olmayan mahkumların gözünden koğuşu değerlendirmeye tabi tuttuğumda baştan sona her şeyin sorun olduğunu açıkça görebiliyordum. Ne var ki şu şartlar altında temel bir değişiklik için yapabileceğim pek bir şey yoktu.

Yapabileceğim tek ve en güzel şey gece vaktinde gece kalan mahkûmlara iyi davranmak ve onlara imkan tanımaktı. Elimde imkânlar oldukça koğuşta bulunan diğer mahkumların da bunlardan istifade etmesini sağlıyordum.

Benim cezaevinde olduğum o yıllarda Metris’te TV izlemek, buzdolabına dokunmak, banyo yapmak vs. bir mahkum için çok şeydi. Tabi koğuşun çavuşu Kara olduğu için yaptığım her şey gözüne batıyor ve onu öfkelendiriyordu.

Bir gün Kara, bahçeye çıkacağım bir sırada yanında bulunan bir sübyan (çocuk mahkum) ile birlikte karşıma çıkıp iğneleyici ve küçümseyici bir ses tonuyla:

-“Tarık sen şimdi git yat, akşama kalma” deyince beynime kan sıçradı. Onun bu sözüne kesinlikle cevap vermeliydim. Zira bu söz ve tavır o günkü düşüncelerimde rajon kesme anlamına geliyordu. Bunu da kaldıramazdım. Çünkü bunu sineye çekmek gözden düşmek demekti. Ona:

-“Sen git sübyancılara karış, bana karışma” dedim.

Bu cevabım onun beklemediği bir cevaptı. Ve bu cevap tartışmanın fitilini ateşlemişti. Tabi tartışma gittikçe alevlendi ve sonunda kavgaya dönüştü. Kara, sübyan ile birlikte beni banyoya itip yüzüme ve karnıma vurmaya başladı. İlk başta savunma modunda yüzüm korumaya çalıştım ama duvarın üstünde duran permatiği görünce aynı şekilde yumruk ve tekmelerle karşılık verdim. Amacım permatiğe ulaşmaktı ve nihayet permatik elime geçti. Permatiği tutar tutmaz mahkumlara has usulle kırıp jilet haline getirerek onlara saldırdım. O anda diğer mahkumlar ve ardından da koğuş mümessili geldi ve bizi ayırdılar. Koğuş mümessili bana sert çıkıştı ben de kendimi tutamayarak:

-“Sübyanların başına böyle bir adam koyuyorsun sorun çıkıyor” deyince bizim iç bölmeye girmemizi söyledi. Meseleyi anlatmamı isteyince baştan sona olduğu gibi anlattım. Bunun üzerine koğuş mümessili eline aldığı sopayla aralıksız Kara’nın ellerine vurmaya başladı. Az sonra dayak faslı bittiğinde Kara’nın elleri kıp kırmızı olmuş ve bir parmağın da yerinden çıkmıştı. Kara acı içinde ellerine üflüyor ve inliyordu. Herkes koğuş mümessilinin beni falakaya yatıracağını zannedip telaşla bekliyordu ama beklenen olmadı.

Ne var ki bana dayaktan daha ağır gelen sözler söyledi ve bu benim çok ağrıma gitmişti.

Ertesi gün b. Koğuşta bulunan arkadaşlarımı ziyarete gittiğimde kendisiyle cezaevinde kaldığım süre zarfında çok güzel bir abi ve kardeşlik ilişkisi kurduğum Mehmet abi yaşananlardan haberdar oldu ve bana “kem küm etme yarın seni kendi koğuşuma alacağım” diyerek hayır dememe izin vermeyeceğini belirtip koğuşa gider gitmez eşyalarımı toplamamı istedi.

Mehmet abi 6. Koğuşun mümessiliydi ve blok sorumlusunun da yakın adamlarındandı. Gayr-i meşru literatüründe ifade edildiği gibi “10 numara bir adamdı.”

Zaten uzun zamandır o’nun koğuşuna geçmeyi düşünüyordum. Bu olay bir bahane olmuştu.

Ertesi gün eşyalarımı toplayıp koğuştakilerden helallik dilemeden dargın dargın koğuştan ayrıldım.

Yeni gittiğim 6. Koğuşta çok güzel karşılandım ve büyük bir saygı gördüm. Ama nerden bilecektim ki en büyük acıyı burada yaşayacağım. Öyle bir acı ki 13 senedir hala izi silinmiş ve ağrısı dinmiş değil.

Devam edecek...

HÜSEYİN GÜDÜZ / F TİPİ KAPALI CEZAEVİ KOCAELİ