Cumhuriyetin kuruluş sürecinden günümüze kadar sistemin bölgemize yönelik inkâr-asimilasyon ve sürgünlerin neticesinde halkımız yıllarca muzdarip olmuş, kendilerini bu zülüm ve baskı cenderesinden kurtaracak bir yardım eli beklemiş, fakat her defasında farklı mülahazalarla ortaya çıkarılan engellerden dolayı, çölde su bekleyen susuzların serap görmüş haline dönmüşlerdir.

Seksen yılı aşkın sistemin her türlü baskı ve sürgünleri neticesinde onlarca yıl diyar diyar avare gibi dolaştırılan mazlum ve mağdur halkın yanında sözde suçluları cezalandırma adı altında topyekûn bir halkı çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek ayırımı gözetilmeksizin yıllarca aile düzenleri paramparça edilerek sürgün edilerek âdeta soykırıma uğratılmışlardır.

Tarihsel süreç içerisinde bölge insanı sürgün olarak; Yozgat-Manisa-Tekirdağ-İstanbul-Edirne-Sinop vb. yerlere sürülmüşlerdir. Yaşanılan bu dramatik durumdan mazlum ve mağdurların feryat ve figanları ile yardım çığlıklarına hiçbir ses karşılık vermemiş, geride bırakılan halk ve yakınları çektiklerini ağıtlarla dillendirmiş, nesilden nesile sözlü ve yazılı olarak ızdırapları aktarılmıştır.

Bölgemizde kangren haline dönüşen ve hala tüm siyasilerin çözümünde aciz kaldığı Kürt sorununun temelini bu inkâr ve asimilasyon ile bölge dışına sürülen sürgünler yatmaktadır.

Bölgede yapılan cezaevleri, suçluları ıslah etme yerine âdete işkence merkezlerine dönüştürülmüş,12 Eylül askeri darbesi sonucu Diyarbakır’daki E tipi cezaevi bu uygulamanın en bariz göstergesi olarak işkence ve ölümlerin üssü olarak hafızalarda kalıcı iz bırakmıştır.

Bu tür cezaevleri masum insanları hak etmediği çok ağır işkence ve ölümlerle yüz yüze bıraktığı için, bölge insanlarının nezdinde cezaevleri işkencehaneler ve ölüm merkezleri olarak anılır olmuştur.

Cezaevlerinde uygulanması gereken yöntem; suçlunun ıslahı, toplumla bütünleşmesi ve topluma kazandırılmasını esas almalıdır. Cezaevlerinde yürütülen bazı prosedürler, suç ve suçlu oluşturma eğiliminden uzak olmalıdır. Ancak uygulanan her cezai müeyyide, hükümlü veya tutuklu yakınlarını da dikkate aldığımızda masum olanlara da etki edebilen dolaylı sonuçlar doğurur bir hal almıştır.

Bölgemizde son zamanlarda olanca hızıyla devam eden sürgünler ile hükümlülerin ikamet ettikleri yerlerin çokça uzağına sevk edilmeleri, aileler üzerinde telafisi mümkün olmayan sıkıntılara sebebiyet vermektedir.

Sosyal devlet; fertleri işlediği suçtan dolayı cezalandırırken, aynı zamanda ferdin ıslahını temin için düzenlemeler yapma yolunu tercih etmelidir.
Bölge insanımızın daha fazla mağdur ve muzdarip olmaması için hükümlü aile ve yakınlarının ahları ve beddualarına muhatap olmaması için Hükümetten halka karşı taşıdığı sorumluluk bilinci ile hareket ederek, hükümlü sevk ve sürgünlerini uzak diyarlar yerine bölgedeki yakın cezaevlerine nakillerini yapmalıdır. Topyekün cezalandırma taktiği olarak adlandırabileceğimiz bu tür uygulamalar devam ettiği müddetçe Hükümetin 15 Ağustos`ta ihaleye açılan ve 100 milyon yatırım maliyeti ile, toplam 1 milyon 413 bin metrekarelik arsada, kampus şeklinde inşa edileceği 2080 kişi kapasiteli yeni cezaevi bile Diyarbakır’a yetersiz gelecektir.

 

İbrahim GÖKDEMİR

HÜR-DER (insani Hak ve Hürriyetleri Derneği) Genel Sekreteri