ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

Kureyş’in gaddar adamı Ebu Cehil, Onu şiddetle susturacağını sanmıştı. Kureyş’in akil adamı Utbe bin Rabia halkı kara propaganda ile Ondan uzaklaştıracağını düşünmüştü. Kureyş’in savaşçısı Ebu Süfyan, Onu savaşla durdurmayı ve kurduğu ittifakla Onun Medine’sini işgal etmeyi planlamıştı.

Abdullah bin Ubey, Onun çöl Yesrib’ini insanlığın Medine’sine dönüştürme çabasını münafıklık sinsiliği ile neticesiz bırakacağı umuduna kapılmıştı. Medine’nin Yahudileri, ekonomik güçlerini Mekkelilerin savaşçılığı ve münafıkların sinsiliğiyle buluşturarak Onu Medine’de katledebileceklerini hayal etmişlerdi. Sakif kabilesi ve diğer çöl halkları Huneyn’de Onu imha edeceklerinden emindiler, bu uğurda bütün varlıklarını ortaya koymuşlardı.

Ebu Cehil’in işkencesi Ona yenildi, Utbe’nin aklı Ona yenildi, Ebu Süfyan’ın ordusu Ona yenildi. Abdullah bin Ubey’in sinsiliği Ona yenildi. Medine Yahudilerinin ekonomik gücü Ona yenildi. Çöl halklarının saldırganlığı Ona yenildi.

Karşısına sahte peygamberler çıktı. Müseylimetü’l-Kezzâb, Secah, Esved el-Ansi, Tuleyha el-Esedî… Hepsi kendilerince birer akıl küpü ve hile ustası idiler. Üstelik onları destekleyen kabileleri de vardı. Hepsi Hz. Muhammed Mustafa’nın (S.A.V.) “Son Peygamber” hakikati karşısında bir bir iflas etti.

Onunla onlar arasında büyük bir fark vardı; onların anlamakta güçlük çektikleri ya da anlamak istemedikleri bir fark: Onlar, kendi bencillikleri ile kendilerini seçmişlerdi, hâlbuki Onu insanlığın yaratıcısı Allah (cc) seçmişti. Ona (S.A.V.) “Muhakak ki Sen dosdoğru bir yol üzere gönderilen peygamberlerdensin” dedi yüce Rabbi.

Ehl-i Beytini katlederek Onu ebter (evlatsız) bırakacağını zannedenler, ebter oldu. Onun ardından Ehl-i Beytine muhabbet duyan bir ümmet kaldı.

Onlar, kendi güçleri ile ortada idiler. Onun (S.A.V.) arkasında her şeye kadir Yüce Allah’ın yardımı vardı.

O, emrolunduğu gibi dosdoğru olmuş ve Rabbine tevekkül etmişti. Düşmanları ise daima hile peşinde koşmuş; kendi güç ve hilelerine güvenmişlerdi. Onların hileleri yüce Allah’ın yardımı ile ümmetin Ona (S.A.V.) olan bağlılığına, Ona olan sevgisine yenildi. Ne Sasani Kisraları ne Rum Kayserleri Ona (S.A.V.) sevdalı orduları durdurabildiler.

Onun (S.A.V.) sevgisi güç kaynağıdır. Onun (S.A.V.) sevgisi ile donananlar, Onu (S.A.V.) sevmenin Ona (S.A.V.) itaat etmeyi gerektirdiğini bilerek Onu (S.A.V.) sevenler yüceldi. Onun (S.A.V.) sevgisinden uzaklaşanlar düşmana esir oldu.

ONA NE HAÇLI NE MOĞOL DİRENEBİLDİ
Tahrif olmuş bir Hıristiyanlıktan güç alan Haçlı orduları, Onun (S.A.V.) ümmetinin dünyayı Ona tercih ettiğini, Ona sevgi yerine dünyaya sevgiyi seçtiğini hesapladı. Onun ümmetine saldırdı. Onların çavuşlarından zalim Ernat öylesine şımardı ki “Ben, Medine’ye gideceğim ve Muhammed’in cesedini çıkarıp Avrupalılara (zafer işareti olarak) götüreceğim” dedi. Dünya sevgisi Müslümanları sarmıştı, dünya sınırlıdır, bölüşmeyi gerektirir, bölüşmenin olduğu yerde ihtilaf vardır, ümmet ihtilafa düşmüş, Ernat’ların zafer umudu Mekke’nin yanı başındaki Cidde’ye kadar ulaşmıştı. Ernat’ın askerleri Onu (S.A.V.) sevenlerce kıskıvrak yakalandı, Mina’da kurban edildi. Ernat gününü bekledi, Ona (S.A.V.) sevdalı Selahaddin-i Eyyübi’nin bizzat elinden ölümü tattı.

Onun düşmanları Ernat gibilere öylesine umut bağlamışlardı ki Ernat’ların Peygamber Sevdalısı Selahaddin’in elinde can vermesi, Avrupalılar tarafından Onun (Hz. Muhammed Mustafa’nın) yeniden dirilişi gibi görülmüştü.

Kör ahmaklar… Onun hiç ölmediğini anlamamışlardı. Aramızdan ayrılan sadece bedeni idi. Her canlı gibi o mübarek beden de gününü tamamlamış ve dünyadan ayrılmıştı. Oysa Onun ruhu dipdiri… Onun manevi huzuruna çıkmayı başaranların yanında, Medine’de bedeninin Hz. Bilal (ra)’ın yanında durduğu gibi duruyor.

Selahaddin’in orduları savaş meydanlarında Onun hadislerini işittikçe Bedir’de Onun sesini duyan ashabından farksız olmuşlar, onlar gibi kılıç sallayıp onlar gibi düşmanı yenmişlerdi. Hittin’de olmayan, sadece Onun (S.A.V.) bedeni idi. Onun (S.A.V.) ruhu oradaydı; o ruh kendisini sevenlerle beraberdi, Selahaddin ve arkadaşları Ona inanıyor, Onu seviyor ve Onu hissediyorlardı. Onu (S.A.V.) kendi komutanları biliyor, hadisler üzerinden Onun emirlerini alıyor, düşmana o emirler doğrultusunda saldırıyorlardı. O emir komuta karşısında Bedir’de Onun düşmanı Ebu Cehillerin can verdiği gibi Ernat’lar da Hittin’de can vermişti. Müşriklerin esir düştüğü gibi Hıristiyanlar da esir düşmüştü.

Sonra Moğollar çıktı Onun (S.A.V.) sevgisinin karşısına. Hüneyn Günü’ndeki çöl ehlinden farksız değildiler. Ancak onlardan daha katil ve daha gaddardılar. O güne kadar hiçbir sevgi onların kılıçlarına karşı direnememiş; her sevgi onların kılıçları ile can vermişti. Üstelik zaman zaman yanlarına bel’amları da alıyorlardı. Kılıcı iyi kullanıyor, hileyi de bel’amlardan öğreniyorlardı. Hüneyn’deki bedeviler kadar zaferden emindiler, Ona duyulan sevgi azığının azaldığı her yerde ilerliyor; Onu seven kalpleri durduruyorlardı. Ama önce Meyyafarkin’de Muhammed Kamil El Eyyüb’ün sevgi kalesinde sarsıldılar, sonra Şam diyarında Ayncalut’ta Onu sevenlerin kılıcını gördüler. Bu sevgi karşısında hayrete düştüler ve Hüneyn sonrasında bedevilerin imana gelmesi gibi imana geldiler. O Moğol kalp, Ona duyulan sevgi karşısında sevgi katili kılıç olmaktan çıkıp hidayet kılıcına dönüştü.

BATI ONUN SEVGİSİNİ YOK EDEMEDİ
Sömürge ile beslenen Batı, Fransız İhtilali’nden sonra Ona karşı yeniden direnişe geçti. Bu sefer daha donanımlıydı. Bel’amlara verecek altınları, Müslüman gençleri aldatacak ahlaksızlığı, en akıllıları bile aldatacak bilimsel hileleri vardı. Napolyon’un Mısır seferi ile şansını denedi, olmadı, aldatmaya başvurdu.

Napolyon, Onun sevgisini tanıyorum, o sevgiye saygı duyuyorum, dedi; sahte bir sevgi ile aldatma yoluna gitti, tutmadı. Napolyon’un altınları Mısır’ın bel’amlarını satın aldıysa da Napolyon’un askerî mahareti, Onu (S.A.V.) sevenlerin Suriye sahillerindeki sevgi nöbetini aşamadı.

Amerikan kıtası ve Hindistan’daki putperestleri kılıçla yenen mağrur Batı, Cezayir çöllerinde, Kafkas dağlarında Onun sevgisine yenildi. Onun sevgisiyle yücelen Seyyid Abdulkadir’lerin, Şeyh Şamillerin büyüklüğünü kabul etti. Çareyi onları besleyen sevgiyi eğitim ve ideoloji üzerinden yok etmeyi denemekte buldu.

Batı, 1840’lardan bu yana açık bir şekilde Onun sevgisine karşı ideolojik bir savaş veriyor. Bu ideolojik savaş her zaman kilisenin desteğini aldı, her zaman yanına bel’amlar aldı ama ardından katil diktatörlerin katliam ve işkencelerinden başka eser bırakmadı.

SEVGİSİ DİKTATÖRLERİ KAHRETTİ
Birer Moğol çavuşunu andıran diktatörler, efendilerinin bildiği bütün yolları denediler. Sahte peygamberliğin tarihte uğradığı iflası bile zaman zaman unuttular, kendilerini bir peygamber gibi tanıttılar. Onlara bakılırsa din çağı geçmiş, insanlık akıl çağına girmişti, kendileri de birer akıl dini peygamberi gibiydiler. Halkları artık Hz. Muhammed Mustafa’yı değil, kendilerini sevmeliydi. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) onların ülkesinde asla anılmamalı ya da illa anılacaksa onların izin verdiği ölçülerle ve onların isimleri yanında anılmalıydı.

Öylesine ileri gittiler ki ilkokul sıralarındaki çocuklara bile kendi adları ile Hz. Muhammed Mustafa’nın adlarından oluşan iki seçenekli “Kimi daha çok seviyorsunuz?” soruları dahi sordular. Bir kez olsun kendi adlarını cevap aldıklarında sevinçlerinden dört köşe oldular, korku eseri olarak “İkisini de seviyorum” cevabı alırlarsa, böyle bir “sevgi şirki” sağlamışlarsa bununla bile tatmin oldular. Ama ya o küçücük çocukların “Ben, Peygamberimi seviyorum” sesini duydularsa neredeyse oracıkta o küçücük çocukları öz elleri ile boğacaklardı, “Sus” dediler, katil gözlerle baktılar onlara, bu uğurda nüfus planlamaları bile yaptılar. Ama Onu seven nesilleri tüketemediler. O sevgi onları kahretti. Diktatörler, hiç kimseden, hiçbir şeyden Ona duyulan sevgiden daha çok ızdırap çekmediler. Onun sevgisine haset duydukları kadar hiçbir şeye haset duymadılar.

Adlarını anmaya bile gerek yok; diktatörler bir bir tarih sahnesinden silindiler. Ama Ona (S.A.V.) duyulan sevgi hâlâ dimdik ayakta.

Diktatörlerin Onun (S.A.V.) sevgisi karşısında aciz kaldığı bir süreçte Batı’nın çürümüş beyinleri Ona karşı savaşı bizzat kendileri üzerlerine aldılar. Karikatürlerle, yazılarla Ona karşı mücadele ettiler. Hollanda’daki faşist parti başkanı misali, onlar Onun (S.A.V.) aleyhine çalıştıkça Onun sevgisi kalplere kazındı. Onların kimi geri çekildi, kimi Moğol askerleri gibi imana geldi.

Ne var ki hâlâ özellikle Müslümanlarla hiç karşılaşmayan, bu sevgiyi hiç görmeyen Amerikan merkezli kimi yapıların da desteğiyle uluslararası kuruluşlar Onun sevgisine karşı savaşı sürdürme inadını sürdürüyor.

İflas eden ideolojilerin ardından kalan fosil çavuşlara akıl vererek Onun hakiki sevgisine karşı sahte bir sevgi inşa ediyor. Kendilerince halka “Gelin orta bir yolda buluşalım, siz bizim sahte peygamberimizi sevin, biz de sizin gerçek Peygamberinizi (S.A.V.) methedelim” diyecekler. Bununla halkı o gerçek sevgi kaynağına ulaşmaktan alıkoyacaklar. Boş bir çaba içindeler.

Onun (S.A.V.) için Arabın Peygamberi diyenlerin bugün Onu (S.A.V.) anmak zorunda kalmaları, Onun sevgisine karşı bir yenilgidir. Sahte sevgi de hileli sevgi de Onun sevgisi karşısında iflas edecektir. Çavuşlar da aynen diktatörler gibi tarihe karışacak, kendi çağını tamamlayıp unutulacak. Oysa O (S.A.V.) ahir zamanın gerçek önderidir. Dünya var oldukça ümmet Onu (S.A.V.) sevmeye ve Onun (S.A.V.) sevgisiyle savaşanları yenmeye devam edecektir.

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.), Mekke’nin yetimi… Dedesi Abdulmuttalip ve amcası Ebu Talib’in himayesinde yetişmiş genç Kureyşli… Seni Allah seçmiş, Sana karşı kim savaş kazanabilir? Seni bize Allah sevdirmiş, hangi sahtekâr Seni bize unutturabilir. Dün kılıçlarına boyun eğmeyen boynumuz bugün onların sahtekârlığına mı aldanacak? Bu keyfi asla tatmayacaklar. Biz Sana tabi oldukça az olsak da çok olsak da galip biziz.

“Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol Onun, varlık Onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..” demiş şair, birilerinin Onun sevgisini unutturmaya çalıştığı Anadolu’da… O birileri iflas etti edecek. Onun (S.A.V.) sevgisi Anadolu’da dimdik ayakta…
Sakarya… Dicle… Fırat… Nil… Ne fark eder? Onun sevgisi bir ümmet gerçeğidir. Onun sevgisi karşısında yenilmek küfür için beynelmilel bir gerçektir…

Dün Ebu Cehil, Haçlı, Moğol, Napolyon, diktatörler… Bugün bir başkası… Değişen kişi, yer ve zamandır. Değişmeyen, Onun sevgisi karşısında yenilgidir.

Ey akıl sahipleri gelin, akledin, inadınızdan vazgeçin ve Onun sevgisini Onu sevenlerle birlikte tadın… Onun sevgisi Ona itaati gerektirir. Gelin Ona itaat edin ve itaat etmeye çağırın. Kazanan Onun sevgisidir. Kazanacak olan yine Onun sevgisidir.
Allahüme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammedin…