ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

Kürtler için “Ümmetin Yetimleri” kavramını bilindiği kadarıyla ilk kez Mısırlı yazar Fehmi Şinnavi kullanıyor. Şinnavi’yi bu kavramı kullanacak kanaate ulaştıran İslam dünyasında Kürtlerin durumuna sessiz kalınması, kardeşlerinin onların hakları konusunda duyarsız bir tutum içinde olmalarıdır.

Kürtler, Batılılarca “Milad” olarak ifade edilen Hz. İsa (as)’ın doğumundan sonraki dünyada İslam’la millet oldular. Kimlikleri İslam’la yoğruldu, İslam’la oluştu.

Kürtler, İslam’dan çok şey aldılar ve ümmete çok şey verdiler. Daha ilk günden İslam orduları içinde en savaşçı güçlerden biri olarak yer aldılar. Onun yanında İslam ilim tarihine büyük âlimler kazandırdılar.

Sözü edilen, sadece Kafkasların bekçileri ve ihya önderleri Şeddadiler, Haçlılara ve Moğollara karşı büyük koruma gücünü oluşturan Eyyübi ailesi ve her zaman onların yanında yer alan Hakkari beyleri değil ya da ilim ve irfan yolunda büyük Şeyh Halid-i Bağdadi ve Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi değildir.

Bugün Endonezya’dan Doğu Afrika’ya İslam’ın dünyasının büyük bölümü Berzenci Mevlidi okuyor. Güney Kürdistan’ın Şehrezor’unda yetişen Berzenci Şeyhleri yüzlerce yıl önce olduğu gibi bugün de eserleri ile Malezya’da, Endonezya’da, Kenya’da, Tanzanya’da, Komor Adalarında ve daha nice yerde yüz milyonlarca Müslümanın gönlünde Hz. Resulullah’ın (S.A.V.) sevgisini canlı tutuyor, ihya vazifesi görüyor. İslam ümmeti, her yerde “Kurdî” ünvanlı alimleri okuyor, onlarla iftihar ediyor.

Oysa Batı’nın İslam dünyasında siyasi ve askeri elit üzerinde etkinlik kurup devlet idarelerini yönlendirdiği günden bu yana İslam’la şekillenen Kürtlük adeta yok ediliyor, onun yerine el birliğiyle, İslam’dan soyutlanmış bir Kürtlük inşa ediliyor.

Batı’nın kendi işini yapması anlaşılır bir durumdur. Batı, tarihi boyunca Müslüman Araplardan, Müslüman Türklerden olduğu gibi Müslüman Kürtlerden de çok çekti: Batı’nın İslam’a karşı savaşta zafere en çok yaklaştığı çağda, Kudüs’ün bile ele geçirildiği bir dönemde Batı ordularının karşısına Müslüman Kürtlerin öncülüğündeki İslam orduları çıktı. Yüz elli yılı geçen Haçlı Seferleri boyunca Batı’nın Hıristiyanlık kaynaklı enerjisi o ordular tarafından imha edildi.

Ardından gelen Moğol orduları da ilk darbelerini büyük mücahit Meyafarkin (Silvan) Beyi Muhammed Kamil El Eyyubî’nin elinden yedi, sonra Eyyubîlerin Memlukları tarafından Ayncalut Savaşı’nda durduruldu.

Rusya, Çarlık döneminde güçlenip Balkanlara inerken hatta yanına Müslüman Kırım Hanlarını dahi almışken karşısındaki Osmanlı ordusu içinde Siirt yöresinden gelen askerler buldu. Anadolu’ya inmek istediğinde ise Bitlis’te karşısında Kürt bey ve evliyalarını gördü. Bişare Çeto gibi nice örfî yiğit, zühdle yoğrulunca bir İslam mücahidi oldu, Ruslara yenilgi tattıra tattıra can verdi. Üstad Bediüzzaman onlara karşı bir gönüllüler alayı oluşturdu. Onların hikâyeleri Rusya’da öyle yankı buldu ki Rusya Federasyonu Eski Başbakanı Yevgeni Primakov Kürtleri “Doğunun Şövalyeleri” diye tanımlıyor.

“NEREDESİN EY MÜSLÜMAN MEDYA?”

Batı, intikamcı hisler ve geleceğe yönelik planlar doğrultusunda büyük bir hevesle Müslüman Kürtlüğü diskalifiye ediyor; başına bela olan bu tehdidi diskalifiye yoluyla bertaraf ediyor. Kendi mantığıyla, İslam dünyasını daha rahat yutabilmek için İslam’ın bu “çılgın evlatları”ndan kurtulma yolları geliştiriyor, bu yönde projeler yürütüyor. Üzerinde etkili olduğu devlet mekanizmalarının yanında kendi üretimi ideolojileri Müslüman Kürtlüğe karşı bir silah olarak kullanıyor. Bütün iletişim kanallarını, sivil yapılarını bu ideolojilerin emrine aldığı kişiler için seferber ediyor.

Müslüman Kürtlerin onların bu seferberliğine karşı mücadeleleri, sivil toplum ve medya imkânları noktasında Afrika’daki Müslümanların bir zamanlar tank ve top sahibi Avrupa orduları karşısına kılıç ve tüfekle çıkmalarını andırıyor.

Cambridge Üniversitesi’nden Pakistanlı Akademisyen Ekber Seyyid Ahmed bir makalesinde şöyle diyor: “Tarihte hiçbir şey Müslümanları Batı medyası kadar tehdit etmemiştir. Ne Ortadoğu’daki barut, ne tren ne telefon ne uçak… Batı medyası her yerde hazır ve nazırdır, hiç durmamakta, huzur bırakmamaktadır. Araştırmakta, kurcalamakta, zayıflığa, beşeri zaaflara hiç merhamet etmeden sürekli saldırmaktadır.” (1)

Müslüman Kürtler Batı’nın desteği altındaki Türkçe ve Kürtçe medyanın bu Moğolvari saldırısını iliklerine kadar hissediyorlar ve buna karşı Müslüman kardeşlerinin medyasında bir satır ölçüsünde destek almıyorlar. Hatta çoğu zaman onu Moğolların yanında Meyyafarkin üzerine mancınık ustası gönderen Selçuki Musul Beyi Bedreddin Lülü misali Batı desteğindeki medyanın en saldırgan destekçisi olarak görüyorlar. “Neredesin ey Müslüman medya?” dedikçe sesler Moğol ordusu arasındaki mancınık ustalarından geliyor adeta…

Öyle görünüyor ki hedef Ümmetin yetimlerini, Ümmetin yitiklerine dönüştürmektir. Herkes adeta buna yemin etmiş. Tarihî iyiliğe tarihî bir kötülükle karşılık veriliyor.

Dört bir yan problemlerle boğuşuyor:

TÜRKİYE’DE KÜRTLERE SERBEST SEÇİMLER ÇOK GÖRÜLÜYOR

Türkiye, İslam dünyası içinde şu veya bu şekilde seçim hürriyetinin bulunduğu nadir ülkelerden biri… Son dönemde Türkiye’de Kürtlere yönelik büyük adımlar da atıldı. Ancak Türkiye geneli için geçerli “serbest seçim hakkı” hâlâ Kürt nüfus ağırlıklı bölgeler bir yana Batı şehirlerindeki mahallelerde bile yok. Türkiye, seçimler konusunda Batı’ya benziyor. Ama seçim konusunda Kürtlere sadece bir “Ortadoğu toplumu” muamelesi yapılıyor. Ortadoğu’da serbest seçimlere izin verilmediği gibi Kürtlerin de serbest seçimler yapmalarına izin verilmiyor.

Sömürge sonrası çağda Batılılar tarafından “Henüz kendi kaderini tayin edecek düzeyde değil” diye belirlenen toplumlar vardı. Türkiye seçimlerinde Kürtler, ne yazık ki hâlâ o muameleyi görüyor. Adayları kendi dışlarında belirleniyor. Aday ve parti tanıtımı medya tarafından yapılıyor. Onlara dayatılıyor. Sandık başına gittiklerinde ise eski Irak, Suriye misali evlerinden sandık başına kadar tehdit ediliyorlar. Sandık başlarında oy pusulasına dokunmaya bile layık görülmüyorlar. Mührü biri alıyor, onların yerine bazen onların en nefret ettiği partiye basıyor, hallerine gülüp onları sandık alanının dışına def ediyor.
Dünya bunu görüyor, Türkiye bunu görüyor. Batı desteğindeki medya bunu görüyor. Türkiye’deki Müslüman medya bunu görüyor. Bunu duyurmak bir yana sonuçlardan resmen keyif alıyor. Müslüman Kürtlüğü diskalifiyede görev alanların aldığı sonuçları bu Müslüman medya neredeyse alkışlıyor. “Marksist Kürt” sözünü duymaktan adeta haz alıyor. Onlara karşı duran İslamî kesimlerin durumu için “Onlardan birine seçimler nasıl yapıldı?” diye sormayı aklından geçirmek bir yana utanmasa onların yaşadığı her sıkıntı için neredeyse bir kutlama yapacak. Müslüman Kürt varlığı adeta ona dokunuyor. “Kürtler İslam’dan uzaklaşmış, Marksist olmuş” denince ise hani biraz daha saklı bir yer bulsa “Zaten oralar bir zamanlar Ermeniydi” diyecek.

Ümmet şuuru asla yok olmayacak. Bunun en büyük delili, böyle bir tavır karşısında bile hâlâ Müslüman Kürtlerdeki Ümmet şuurudur. Müslüman Kürtler, asla onlara kızıp orucu bozmayacak.

İRAN KENDİ GİRDAPLARINDA KALDI

İslam inkılabından sonra bütün Müslüman milletler gibi Kürtler de büyük umutlara kapıldı. Ama İran,

1. Tarihî ulus devlet girdabını

2. Güçlü Fars kültürü girdabını

3. (Ve en etkili unsur olarak) Bir tarikat tarafgirliğine dönüşen mezhep girdabını aşamadı.

İran yönetimi, kendi ülkesinde, bahane veya engeller ne olursa olsun Kürtlerin Müslüman bir şahsiyet olarak saygın bir kimlik oluşturmalarına izin vermedi veya böyle bir şahsiyetin oluşmasını sağlayacak ortamı oluşturmadı.

Devrimin üzerinden geçen 35 yıllık bir süre içinde nice Müslüman Fars-Azeri edebiyatçı, sinemacı, müzisyen yetişti ama bir tek Müslüman Kürt âlim, edebiyatçı, sinemacı, müzisyen adını duyuramadı. Buna karşılık pek çok İran Kürdü (kökenli) Marksist edebiyatçı, sinemacı, müzisyen yetişti ve bunlar hâlâ Müslüman Kürt kimliğini diskalifiyede aktif bir görev görüyor.
Vakanın garip yanı İran radyosu dahi, en zor günlerinde bile dünyanın diğer bölgelerindeki Müslüman Kürtlerin sesini duymadığı gibi kendisine bir yorumcu lazım olduğunda Kürtleri temsilen daima Marksistleri aradı. Belki Türkiye’nin Faik Bulut’larını bile Müslüman aydınlara tercih etti. Kürtleri temsilen onları konuşturdu.

SURİYE’DE KÜRTLER EN GERİCİ YÖNETİME TESLİM

Tarihte Kürtlerin en dindar kesimini oluşturan Suriye Kürtleri önce Baas zulmünü gördü. Dünya bunu seyretmekle kalmadı. Baas’ın bütün Müslüman Suriye halkı gibi Kürtleri de İslam’dan uzaklaştırma çabalarına açık destek verdi. Önce Celal Talabanî görevlendirildi. Talabanî, dünya ile tanışmak üzere üniversiteye kaydolan Kürt gençlerini Şam’daki mahfillerde zihnen iğfal etti, onları sosyalistleştirerek dünya gerçeğinin dışına attı, sonra Kürt köy ve kentlerine halkının düşmanı bir militan olarak yolladı. Bu proje yetmedi. Kürtleri her tür haklardan mahrum bıraktığı bir dönemde Suriye yönetimi Öcalan’a Şam’da karargah verdi, onu Baas’ın ulusal sosyalist anlayışına uymayan bütün Kürt gruplarının imhasında kullandı. Bir dönem orada büyük bir güç olan, geleneksel yapı içindeki Kürtlerin temsilcisi Kürdistan Demokrat Partisi (El Parti), önce Talabani’den darbe aldı, sonra Öcalan’a bağlı militanların elinde neredeyse can verdi.

Bugünse Müslüman Rojava Kürtleri, benzerine ancak otuz yıl önceki Güney Amerika’da, elli yıl altmış önceki Çin kırsalında rastlanan bir kanton yönetimine terk ediliyor. Müslüman Kürtler orada, Marksist vicdana ve Marksist terbiyeye bırakılıyor.
Bu yönetime karşı alternatif olarak ise “Selefilik” diye isim değiştiren Vehhabiliğin en katı kesimini temsil eden ve Kürtlerin bir zamanlar Suriye’deki yabancı askerler için kullandıkları “Dırrek(Isırgan)” kavramına denk gelen İŞİD öne sürülüyor. Marksistler, İslam’ı kasıtlı olarak İŞİD’le özdeşleştiriyor. “İslam’dan söz ediyorsanız İŞİD’den yanasınız” diyerek her tür İslami çabayı terörist faaliyet içine alıyor, suç kategorisi içine yerleştiriyor, yasaklıyor. Vehhabilikle ağır bir tehdit süreci yaşayan Kürtlerdeki irfan geleneği bile şimdi Vehhabi bir yapı bahane edilerek tehdit ediliyor, yasaklanıyor.

IRAK KÜRDİSTANI

Resmi veya yaygın adlandırma ile “Irak Kürdistanı” denen coğrafya özgün bir yere sahip. Buradaki üniversitelerden medyaya atılan her adım, Kürtler açısından tarihi bir değere sahip.

Sistem parçalı ve dış etkiler altında. Ama o parçalı sistem bile dış destek altındaki mezhepçi ve milliyetçi Maliki yönetimi tarafından tehdit ediliyor. Maliki, Irak anayasasında Kürt bölgesel yönetimine tanınan hakları mezhep ve milliyet referanslı diktatöryel bir eğilimle yok etmeye çalışıyor.

Bu durum, bölgeyi sürekli baskı altında tutuyor, gerginliğe sürüklüyor. İslamî partiler de bu gerginlik ortamından etkileniyor. Onlar için mevcut hâli desteklemek en ideal değilse bile tercih edilir hâle dönüşüyor. Onlardaki seçim hürriyetini dinleyince bir kez daha “Müslüman Kürtlere karşı uluslararası bir proje uygulanıyor” demek durumunda kalıyorsunuz. Ama gerek ifade hürriyeti gerek küçük de olsa yönetimde kendilerine verilen pay ve karar mekanizmasında onlarla geliştirilen istişarî yapı onları rahatlatıyor, diğer bölgelerde yaşayan kardeşlerinin önünde gösteriyor. Onları nispeten olumsuz tablonun dışına çıkarıyor.

Gerçekler acıdır, gerçeklerin dillendirilmesi gerçeğin kendisinden de acıdır. Ne yazık ki tablo bu… Proje adım adım işliyor. Buna karşı yürütülen mukaddes gayret de devam ediyor. Bu gayret, ümmetin yetimlerinin ümmetin yitiklerine dönüşmesi önündeki önemli engellerden birini oluşturuyor. Proje sahipleri bunu görüyor. İnşallah ümmet de bunu görür.
Kaynak:

1. “Medya Moğolları Bağdat Kapısında” adlı makalede...