Eski Metris… Öyle bir cezaevi ki her yanından zulüm ve her yanından zillet fışkırıyor. Kafamdaki hapishane tasviriyle Metris arasında dağlar kadar fark var. Biz hapishaneyi çok farklı biliyorduk. Bana göre hapishane daha önce dediğim gibi bir aslan yatağıydı. Fakat tam tersi oldu. Çünkü burası arslanın çakala boğdurulduğu bir kafesti. Çakallar salınmış arslanlar pençesiz ve dişsiz oldukları halde bağlanmıştı.

Beni, suç ortağımı ve başka bir şahsı bloka götürdüler. Blok, 6 koğuştan oluşuyordu. Her koğuşun bir mümessili ve genel olarak da blokun bir mümessili vardı.

Eski Metris’te mümessil mübalağa olmasın ama hemen hemen her şeydi.

Ayrıca her koğuşta belli başlı bazı görevler vardı ve bu görevlerin görevlileri olan mahkûmlar vardı.

Görevler kademe kademeydi. Ve her görev bir diğerine göre belli başlı bazı imtiyazlara kavuşmaya neden oluyordu.

Ben üstüm başım pislik içinde bitkin olarak ikinci koğuşa verildiğimde beni ‘koğuşun çavuşu’ içişlerden sorumlu olan Kara namında bir mahkum karşıladı. Kara denen bu mahkumu görür görmez ona karşı içimde bir soğukluk hissettim. Ona olan bakışımdan dolayı o da aynı şekilde beni hiç sevmeyecekti.

İlk koğuşa girdiğimizde bize dedi ki:

- “Seninle çok işimiz var”

cevap olarak:

- “İşimiz varsa yaparız” deyince bana karşı kinlenmeye başladı bile.

Bu kini her geçen gün artacaktı.

Bizi içeri çağırdılar. Koğuş mümessili uzun oturmuş. Ağır ağır bize sorular sormaya başladı. Verdiğimiz cevaplardan sonra mümessil “çıkın dışarı” deyince mümessil uşağı olan Kara bizi 2. Koğuşa apar topar götürdü. 2. Koğuşa girer girmez ranzaları saymaya başladım. Toplam yedi ranza vardı koğuşta ama koğuşun mevcudu 28 idi.

Bu da 14 kişinin yerde yattığı anlamına geliyordu ve ne yazık ki ben de o 14 kişilik kafileden biri olacaktım. Oysa ben hemen bana gösterilecek olan ranzaya uzanıp iyi bir yatak keyfi yapacağımı umuyordum. Ama tam tersi oldu. Çünkü yere serilen yataklarda ne sağa ne de sola kıpırdayacak imkânımız yoktu. Yine evimi hatırladım. Canım anam ne kadar çok uğraşıyordu rahatım için. Özene bezene yatağımı sermesi ve düzeltmesi yok mu? Yüreğime sancı düşürüyordu bu pis kokulu yataklardayken…

Neyse ki en azından mahkûmların kendi icat ettiği ısıtıcı tel ile ısıtılan yarım bidon suyla rahat (!) bir banyo yapabildim. Gerçi yine evdeki banyomuzu ve sıcak suyu hatırladım ama olsun buna da şükür.

Saat gece 23.00…

Koğuş çavuşu Kara sırtını dayadığı koğuş mümessiline güvenerek kendinden emin bir şekilde kaba ses çıkarmaya gayret edip:

- “Herkes yatakları sersin” dediğinde misafir olarak görülmediğimizi anlamıştım. O geceyi bir karış genişlikteki yatakta (!) uyuyarak (!) geçirdim.

Sabah 08.00…

Ayakta ve düzenli olarak sıraya girip sayım veriyoruz. Gardiyanlar koyun sayar gibi bizi sayıp ‘Allah kurtarsın’ diyerek çıkıyorlar. Cezaevine girdiğimden beri hep bu söz söylenecekti bize. Savcısı gelir Allah kurtarsın, hakimi ceza verirken Allah kurtarsın, müdürü gelir Allah kurtarsın… Ne diyebilirim ki güzel temenni… Ecmain, Allah hepimizi kurtarsın.

Sayım bittikten sonra imtiyazlı olanlar tekrar yataklarına gidip uyudular. Biz ise işe koyulduk. Koğuş çavuşu yeni geldiğimize bakmadan bizi çalıştırıp bezdirme derdindeydi. Baştan sona koğuş temizliği, kahvaltı hazırlama vs. işimizi kısa sürede bitirdik ama bu arada koğuş çavuşunun kindar yaklaşımlarını çok rahat bir şekilde görebiliyordum.

Umursamadım, şimdilik… Çünkü bugün ziyaret günümüzdü ve ben 20 dakikalık olan görüş süresi boyunca hüngür hüngür ağlayacak olan ailemi bekliyordum.

Kimi mahkumların isimleri okundu ve ziyarete gittiler geldiklerinde her biri elindeki paket sigaradan koğuşta bulunan mahkumlara ikram ettiler. Burada adetmiş. Ama başka bir adet daha vardı ki hayatım boyunca unutamayacağım çirkin ve zalim bir adetti.

Buna göre ziyarete çıkan mahkumlar ailelerinin kendilerine yatırdığı parayı kuruşuna dokunmadan koğuş mümessiline verir ve koğuş mümessili uygun görürse onun ihtiyaçları için harçlık verirdi. Herkes ne olursa olsun ailelerine para yatırtmak zorundaydı. Yatırtmayanın vay haline…

Parası yatmayanlarla ilgili ne olaylar olmuştu bu mahpushane damında, say say bitmez.

“Bir gün yeni evlenmiş delikanlı bir genç girmişti cezaevine, deyim yerindeyse henüz eli kınalıydı. Bu genç kardeşin bir gün hanımı ziyaretine gelmişti ancak maddi durumları kötü olduğundan dolayı para yatıramamıştı. Bu genç durumunu koğuş mümessiline:

- Abi yeni evliyim, durumlar kötü, bu yüzden para yatırılamadı, kusura bakma…

Diye belirtince koğuş mümessilinin cevabı gencin kalbine hançer değmiş gibi genci yaralamıştı.

Şöyle demişti koğuş mümessili:

- Bana ne lan söyle karına çalışsın.

Buradaki ‘çalışsın’ lafı çok farklı ve acı bir anlamda kullanılmıştı. Bu söz elbette genci yıkıp viraneye çevirmişti.

Bir başka seferde de ziyareti gelen mahkum kendisine yatırılan parayı koğuş mümessiline vermiş ama bununla birlikte“Abi şu şu ihtiyaçlarım var” diyerek zaruri ihtiyaçlarını ihtiva eden küçük bir liste vermişti.

Aldığı cevap ise şuydu:

“İbreti alem için herkesin gözü önünde tekme tokat dayak atılması”
ve o mahkum feci bir şekilde dövülmüştü…

Evet bir çok adaletsizlik ve zulüm vardı bu eski Metris’te şu mısralar bizim için söylenmişti.

“Burada hayat sanki kâbus

Gecelerimizi bölüyoruz

Burada çakallar aslana emir veriyor.”

Benimse bu tür uygulamalara tahammül etmem söz konusu bile değildi. Ama şimdilik susmalı, göz yummalı ve sesimi çıkarmamalıydım.

Allah’a şükür sonunda ziyaretimin geldiğini belirten liste okundu. Etraftaki aç gözlerin nezaretinde ziyarete çıktım…

Devam edecek inşaallah…

HÜSEYİN GÜNDÜZ