Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber / Araştırma
Kutub’lar ailesi, Allah (c.c.)’ın İslam dünyasına, hatta tüm insanlığa Tebliğvan (davetçi) olarak, özellikle son yüzyıla bahşettiği bir ailedir. İhvan’ın esin kaynağı olduğu İslamî cemaatler, Şehid Seyyid Kutub ve Emine Kutub isimlerini sık sık zikrederler. Ailenin en küçüğü Muhammed Kutub, ağabeyi kadar aktiviteye sahip olmasa da, bir mütefekkir olarak yer aldığı tebliğ çalışmasında, davetçi sıfatına hayli layıktır.
Muhammed Kutub, 1919 yılında Mısır’ın Asyut şehrinde dünyaya geldi. Abisi Seyyid Kutub, 1906 doğumlu olduğuna göre aralarındaki yaş farkı 13 yıldır. Seyyid, Emine, Nefise ve Hamide kardeşlerin en küçüğü olan Muhammed Kutub, liseden sonraki eğitimine Kahire Üniversitesi’nde devam eder. Okuduğu bölüm İngiliz edebiyatıdır.
İnsanların aldıkları eğitim genelde hayatlarını da yönlendirir. İngiliz filolojisi okuyan birinin, Batı kültürüne yakın durması beklenir. Ancak bir söyleşide bir yazara söylediği şu sözleri, Batı Medeniyeti ile aramızdaki esas farkın çerçevesini sunar: “Avrupa ile bizim farkımız medeniyet farkı değil, mahiyet farkıdır. Onlar Yaratıcı ile savaşır, bizler teslim oluruz.”
Ağabeyi Seyyid Kutub’un da Batı medeniyetinin iç yüzünü, daha doğrusu yüzsüzlüğünü tanıtma çabasına şahit oluyoruz. 1949’da Amerika’ya giden Seyyid Kutub, orada iki buçuk yıl kaldı. Hasan el-Benna’yı suikastla şehid ettiklerinde, Seyyid Kutub boğazından ameliyat olmak için hastanede yatmaktadır. Hastane personeli kendi aralarında bir kutlama yapar. Meğer Hasan el-Benna’nın şehid edilişinin kutlamasıymış bu. Seyyid Kutub, İslam ile Batı medeniyetleri arasındaki farkı birinci elden görmüştür. Batı’nın çirkin yüzünü çok net olarak gösterenler, aynı zamanda asrın davetçisinin İhvan saflarında harekete geçmesini de sağlamış olurlar. Bu karar diğer kardeşlere de yansır. Nitekim Ağabeyinden etkilenişini anlatan Muhammed Kutub, yukarıda belirtilen söyleşide şu sözleri zikreder: . “Merhum Seyyid sayesinde İslami bir yazar olarak intişar ettim. O benim hem üstadım, hem kardeşim, hem de parçam.”
Üniversite yıllarında psikoloji ile ilgili eğitim de alan Muhammed Kutub, İslami araştırma ve incelemelerde bulunur. Akademik olarak Mekke de Ümmü-l Kur’a üniversitesinde İslamiyet Mukayeseli Dinler profesörü olarak çalışır. Ayrıca “ilim” diye Müslüman gençlere yutturulmaya çalışılan tanrı tanımazlık ile mücadele eder. Fakat ateizmi sadece Allah’ı inkâr etmek sınırı içinde hapsetmez. Aslında Allah’ı hakkıyla bilmemek ve bu gerçeğe teslim olmamak da bir nevi inkâr olarak değerlendirilmelidir. Çünkü Kureyş müşrikleri bir Allah’ı bilmek ile birlikte, O’na Lat, Menat ve Uzza’yı şerik veya denk tuttuklarından, şirk hayatını yaşamaktaydılar. Zaten Peygamber’in esas mücadelesi bu müşriklerle oldu.
Muhammed Kutub’a göre insanlığın esas sorunu Allah’ı gereği gibi takdir etmemektir. İnsanlık Allah’ı biliyor ama bu bilgi Allah’ın istediği tarzda değil, insanlığın kendi kafasında yarattığı bir ilah bilgisidir. Gerçek Allah’a götürmediğinden, bu bilgi hiçbir işe yaramamaktadır. “Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Oysa Allah güçlüdür, azizdir.”(Hacc/74)
Bu çerçevede yazdığı eserlerde Batı ile hesaplaşmakta ve çağdaş fikir akımlarını hedefine koymaktadır. 20’nin üzerinde eseri bulunan Kutub’un İstanbul’a özel bir ilgisi vardır. Türkçeye çevrilen eserleri, O’nun Türkiye’de tanınmasına vesile olur. Bir yazarın yaptığı röportajda dediğine göre: “O kendisini Osmanlı olarak gören biri…” Bu yüzden İstanbul’u mesken tutmuş, yıllarca her yılın bir kısmını İstanbul Beylerbeyi’nde geçirmiş.
Şehid Seyyid Kutub’un aile üzerindeki etkisinden yukarıda bahsetmiştik. Öyle ki hemen tüm aile fertleri eziyetlere duçar oldu. Ağabeyinin mücadelesine destekten dolayı, Cemal Abdunnasır’ın adamlarınca, 1954 yılında tutuklandı. 1955 yılında serbest kalan Kutub, 10 yıl sonra tekrar tutuklandı. Ancak bu kez 7 yıl hapiste kaldı. 1965 yılının Ağustos ayında gözaltına alınan kardeş Kutub’tan 5 gün sonra Ağabey Kutub da gözaltına alınır. Zeynep Gazali de tutukludur. İşkence seanslarında sorulan sorulardan biri de Muhammed Kutub’un hangi örgüte üye olduğudur. Oysa Muhammed Kutub, İslami hizmette daha çok bir mütefekkir olarak ön plana çıktı. Ağabeyinin mücadelesine destek vermekle birlikte, aktivite olarak ondan geride durup, İslami fikrin yaygınlaşması ve Batılı fikir akımlarının reddi üzerinde daha çok düşünce üreten biri olarak tanındı. O’nun bütün işi Müslümanlara arı duru bir akide anlatmaktı. Ancak akideye sadece zihni bir faaliyet olarak değil, bizzat hayatı idare eden bir hayat sistemi olarak bakmaktadır.
Ona göre düzeltilmesi gereken kavramların başında “La İlahe İllallah” gelir. “Düzeltilmesi Gereken Kavramlar” isimli kitabında bu husus üzerinde özellikle durur. Haçlı emperyalizminin ayaklarını bastığı her beldede, ilk önce İslami hükümetleri kaldırdığını ve bu hükümetler olmasa da, namaz kılanın ve oruç tutanın Müslüman oldukları hususunun empoze edildiğini belirtir. Sonra namaz kılmanın ve oruç tumanın da o kadar elzem bir şey olmadığı, Tevhid kelimesini söyleyenin İslam dairesinde olduğu için, o kadar endişe duyması gerekmediği fikri deklere edildi. Tabiri caizse artık “İsot Tarlalarına” girilip, Tevhid kelimesinin de içi boşaltıldı. Böylece Müslüman ahali İslam’dan uzak bir yaşantıya zorlanıp, âdete Allah ve Resul’den koparıldı.
Muhammed Kutub, Tevhid kelimesinin aramızda tam olarak anlaşılmayışının ve bizlerin düştüğü garip durumu şu çarpıcı örnekle açıklar: “Bu son yüzyılda müptela olduğumuz problemlerden biri de, insanlara abdesti bozan şeyleri anlatıyor ve bunu yüzlerce sayfada, yüzlerce defa dini okullarda talebelere öğretiyoruz da “La ilahe illallah”ı bozan şeylerden söz etmiyoruz.”
Ağabey Kutub 1966’da idam edilmek suretiyle şehid edildi. Kardeş Kutub’un ise idam cezası affedildi ve 1972 yılında serbest bırakıldı. Suudi Arabistan’a iltica edip, Cidde şehrinde 4 Nisan 2014’te, 95 yaşında vefat etti.