Fikret Özkan / Doğruhaber

5 Ağustos 2013’te karara bağlanan 275 sanıklı Ergenekon davasının 8 ayda yazılan ve 16 bin 600 sayfadan oluşan gerekçeli kararı geçtiğimiz günlerde açıklanmış ve Ergenekon’un silahlı bir terör örgütü olduğu ifade edilmişti. 16 bin 600 sayfayı bulan dosyanın birkaç saat içerisinde incelenip karara bağlanmasını ‘Üstünlerin hukuku’ olarak değerlendiren Av. Rasim Sayğın, “Bu karar, hukukta eşi görülmemiş örneklerden biridir. Bu dava beraatla sonuçlanırsa bundan sonra darbeye zemin hazırlama veya darbeye teşebbüs suçundan kimse ceza almayacaktır. Haliyle ele geçen bunca delile rağmen, bu suçtan ceza verilemiyorsa, bu şu anlama gelir: Bundan sonra ancak darbe gerçekleşmişse suç oluşur. Zaten Darbe gerçekleşmişse ve başarılı da olmuşsa bu durumda yargılama da olmayacaktır” dedi

KARAR MALUMUN İLAMIDIR

Mahkemenin ilk kez derin devlet hakkında bir karar veriyor olmasının malumun ilamı olduğunu söyleyen Av. Sayğın, Türkiye’de yıllardır Derin Devlet adı altında faaliyet yürüten yapının varlığının hep konuşulduğunu ancak bilerek bir şehir efsanesine dönüştürüldüğünü söyledi. Sayğın, “Bu kararla böyle bir yapının varlığı artık hayal ürünü olmaktan çıktı. Bu davanın en büyük kazanımı da bu oldu. Toplum, böyle bir yapının varlığını kesin bir şekilde öğrenmiş oldu. Artık halk manipülasyonlara, tahriklere, provokasyonlara kolay kolay gelmeyecektir. Her olayın altında bu yapının parmağı aranacaktır.

Nitekim Gezi Parkı olaylarının toplum tarafından ciddi bir karşılık bulmamasının da altında yatan neden de budur. Artık işlenen veya işletilen bir iki cinayetle toplumun farklı kesimleri sokağa dökülmemektedir. Belki şu an paralel yapı olarak ifade edilen yapının birçok provokasyonunun karşılık bulmamasının nedeni de bu davalardır. Bu davaların en önemli sonucu, Türkiye’nin her olaydan sonra provokasyona gelerek sokaklara dökülen toplumunun bu gerçeklerin farkına varmasına sebep olmuştur” şeklinde konuştu.

“Ergenekon bitti mi yoksa yeniden mi başlıyor?” şeklindeki sorumuza yanıt veren Sayğın, Ergenekon davasının görüldüğü mahkemenin kendisinin dahi gerekçeli kararında darbeyi yargılamadığını itiraf ettiğine işaret ederek gerekçeli kararda mahkemenin önüne getirilmiş bir darbe suçu bulunmadığını beyan ettiğini söyledi. Mahkemenin, 1980 ve 1990’lı yıllarda işlendiği iddia edilen suçlar için de aynı gerekçeyi sunduğunu ifade eden Sayğın, “Dolayısıyla söz konusu dava 2002 ve 2003 yıllarından itibaren işlenen suçların yargılandığı bir dava olmuştur. Bu süreç içerisinde zaten bir darbe olmamıştır.

Ecevit Hükümetinin düşmesiyle beraber, ekonomik anlamda bir zemin oluşmuş olsa da, siyasal ve sosyal anlamda bir darbe zemini mevcut değildi. Öncelikle bu ortamın sağlanması gerekmekteydi. Bunun için de ülke yönetilemez bir hale sokulmalı, bu sonuca giden her yol kullanılmalıydı. Ancak arzu edilen ortama bir türlü ulaşılamadı. Bunun için önce darbe zemini oluşturulup, TSK darbe yapmaya mecbur bırakılacaktı. TCK’da ise bu suç kapsamında değerlendirilmiştir” dedi.

GENELKURMAY BAŞKANI TERÖRİST OLUR MU?

Mahkemenin açıkladığı gerekçeli kararında çok iddialı olmasına karşın ‘Genel Kurmay Başkanından Terörist Olmaz’ algısı oluşturduğunu söyleyen Sayğın, “İşlenmiş bir Terör suçu varsa istenildiği kadar kelime oyunu yapılsın sonuç değişmez. Bir kere konusu suç olan bir emrin yerine getirilmesi de suçtur. Alınan emir hukuka uygunluk nedeni değildir. Emir komuta zinciri içerisinde itaat edilse dahi bu suçun manevi unsuru olan, kastı ortadan kaldırmaz. Bu hususta kanunu bilmemek de mazeret değildir. Bu kapsamda suç işleyen kim olursa olsun, amaç ve niyetleri ne olursa olsun, eğer kanunda sayılan hukuka uygunluk hallerinden biri mevcut değilse cezalandırılması gerekir. Yasalar önünde eşitlik, hukukun güvenirliği ve tam adalet açısından bu tavır vazgeçilmez bir durumdur” tespitinde bulundu.

ÜSTÜNLERİN HUKUKU DEVREYE GİRDİ

Mahkeme kararından sonra 15 gün içerisinde gerekçeli kararın yazılması gerektiğini ifade eden Sayğın, gerekçeli kararın 15 gün içerisinde yazılmaması durumunda da karşılığının yine hukukta aranması gerektiğini söyledi. Sayğın, “Bu konuda hukuki bir boşluk var. Yani, hükmen tutuklu olan şahıs hakkında tahliye talebi nereye yapılacak? Kararı veren mahkeme; ‘ben dosyadan el çektim artık bakamam’ diyor. Yargıtay da; ‘dosya bana gelmediği için karar veremem’ diyor. Bu durumda tutukluluk durumunu kim inceleyecek? Anayasa Mahkemesi bu konuda 15 gün aşıldığı için ‘hukuka aykırılık var’ dedi.

Mahkemeye; ‘tutukluluk durumu incelenmelidir’ mesajı verdi. Ancak Mahkemenin yapacağı şey mevcut delil durumuna göre tutukluluk durumu hakkında bir karar vermekti. Her ne hikmetse, Anayasa Mahkemesinin verdiği mesajı ‘Tahliye kararı verilmeli’ şeklinde okuyan mahkeme 16.000 sayfayı bulan gerekçeli kararı birkaç saat içerisinde inceledi ve tahliye kararı verdi. Burada tam anlamıyla üstünlerin hukukunun devreye girmesi durumu vardır. Ergenekon sanıkları hakkında hükümet dâhil tüm kurumlar tahliye yolu arıyorlardı. Anayasa mahkemesinin kararı ise bu talebin yerine gelmesi için bir fırsat oldu. Bu karar hukukta eşi görülmemiş karar örneklerinden biri olacaktır” diyerek verilen karar hakkında ki tepkisini dile getirdi.

YÜKSEK RİSKLER ALMIŞTIR

Bundan sonraki süreçte yeni bir tutuklama kararının çıkmasının zor olduğunu söyleyen Sayğın, tutuklamanın ancak Yargıtay’ın dosyayı onaylaması durumunda söz konusu olabileceğini söyledi. Sayğın sözlerini şöyle sürdürdü; “Yargıtay dosyayı bozarsa, tabi bunun bozma gerekçesine bakmak gerekecektir. Eğer Suç oluşmamıştır derse, bu durumda dava beraatla sonuçlanacak ve darbeye zemin hazırlama veya darbeye teşebbüs suçundan kimse ceza almayacaktır. Haliyle ele geçen bunca delile rağmen, bu suçtan ceza verilemiyorsa, bu şu anlama gelir: Bundan sonra ancak darbe gerçekleşmişse suç oluşur. Zaten darbe gerçekleşmişse ve başarılı da olmuşsa bu durumda yargılama da olmayacaktır.

Yani hükümet uzun vadeli bir düşünce içerisine girmemiştir. Bunca delile rağmen ceza verilemiyorsa, bundan sonra bu dosya kapsamında sayılan eylemlerin hepsi, hükümeti düşürmek için kullanılabilecektir. Hükümet ve hukuk, süreç içerisinde oldukça yüksek bir risk almıştır. Artık hiçbir savcı benzeri bir soruşturma yürütemeyecektir. Böylesi bir durum, Türkiye de sıkıntılı bir süreç içerisinde olan hukukun güvenirliliğinin yeniden sorgulanmasına ve hukukun üstünlüğü kavramının içinin boşaltılmasına zemin hazırlayacaktır.”