Yasin Demir / Doğruhaber / Analiz
Seçimler, çok önemli bir hususu yeniden değerlendirme fırsatı da sunuyor bize. Tarihten günümüze, Müslüman toplumun mülki / idari kadro varlığı ya da yokluğu önemli sonuçlar doğurmuştur. İslami değerlerle barışık, Müslümanlarla kan ve doku uyuşmazlığı olmayan kadrolar, tarihsel büyük kazanımlar sağlamışlardır. Bu nitelikte olmayan kadrolarda, sızılarını bu gün bile çektiğimiz acılar sonuç veren kırılma noktalarına, hatta yok oluşlara sebep olmuşlardır. Nitelikli, donanımlı kadrolara ancak nitelikli bir eğitimle mümkündür.
Kimse yanlış anlamasın. Tarih, değerlendirilmesini, muhasebesini, öz eleştirisini yapmak üzere bir fatura önümüze koyuyor. Bu da Müslümanların yegane eğitim kurumu olan medreselerin bir eksiği ya da hatasıdır. Medreseler; büyük Alimler, Fakihler, Müçtehitler, Müfessirler, Mutasavvuflar hatta fen ve diğer müspet bilim alanlarında bilginler yetiştirmiş. Ama devlet adamı yetiştirmemiş. Bürokrat yetiştirmemiş. Asker yetiştirmemiş. Bu alanlardan uzak durmuş. Medreseler bu ve benzeri alanlarda yan dallar veya değişik branşlar açmamış. Medreselerden başka eğitim kurumları da oluşturulmamış. Sultanlar, hükümdarlar çocuklarını, yönetime düşündükleri kadrolarını saraylarında yetiştirme yoluna gitmişlerdir. Vezaret, kitabet (muhasebe – yazısı) vs. bürokratik kadrolarını da direk Gayr-ı Müslimlerden karşılama yoluna gitmişlerdir. Hasbelkader, doğal liderlik niteliğine sahip önemli şahsiyetler de, bazen medrese eğitimlerini sonradan almışlardır. Ya da sapmamak için yanlarında devamlı güvendikleri din adamları buldurma ihtiyacı hissetmişlerdir. Müslüman halkların başına da getirilen “dindar olmayan” kadrolar, sürekli halk ve yönetim arasında iç çekişme ve çatışmalara sebep olmuş. İç istikrar ve huzur sağlanmamış. Bu da parçalanmalara, fırkalaşmalara zemin sağlamıştır. Pek çok farklı grup, mezhep, meşrep aslında biraz da bununun sonucudur. Müslüman yöneticiler! Siyasi ve askeri kabiliyetlerini beğendikleri ama dindarlıklarını göz ardı ettikleri kadrolar, sonradan büyük tahribat oluşturmuşlardır. Müslüman idareciler, bir dönem sonra Gayr-i Müslim kadınları da eş olarak saraylarına, dolayısıyla yönetim merkezlerine almışlardır. Çoğu eski dinlerinde kalan bu kadınların çocukları da sonradan ümmetin başına geçmişlerdir. Tarihi saraylardaki kiliseler bu kadınlar içindi ve bunun kanıtıdır. Dikkat edilirse; Peygamber Efendimizden (S.A.V) sonra baş gösteren ve Emevileri, Abbasileri, Fatimileri, Eyyubileri, Selçukileri, Osmanlıları yıkıp tarihe gömen, hep dindar olmayan, ya da Gayr-i Müslim idari kadrolar ile yönetim merkezine (saraylara) alınan ecnebi (yabancı) kadınlardır.
Aşağıda her bir döneme ait birer örnek maksadı açıklığa kavuşturur:
Hakem bin As İslam’dan önce Peygamber Efendimize eziyet ederdi. İslam’dan sonra da Müslümanların sırlarını ifşa ederdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) onu Taif’e sürmüştü. İtirazlara rağmen Hz. Osman onu getirdi. Siyasi yeteneklerinden dolayı oğlu Mervan b. Hakem’i müşaviri yaptı. Mervan’ın Hz. Osman’ın mührünü kullanarak valilere yazdığı gizli mektupların açığa çıkması, Hz. Osman’ın şehadetine, dolayısıyla etkisi halen süren ümmetin paralanmasına sebep oldu. Tüm iç savaşlar buradan başladı. Mervan daha sonra halife oldu. (684’te) Ömer b. Abdulaziz (r.a) hariç, Emevilerin bütün halifeleri Mervan’ın çocukları, torunları ve soyuydu.
Emevilerin halifesi Muaviye’nin, baş müşaviri Sercun b. Mansur, Hıristiyandı. Hükümdarlık (sultanlık) ve veliahtlık bir Bizans geleneği olarak Sercun’un marifeti ile hilafet merkezine taşındı. Muaviye, hilafetini sultanlığa dönüştürdü. Oğlu Yezid’i de yerine veliaht bıraktı. Bu iki Gayr-i Müslim’i Bizans uygulaması, İslami hilafetin temelini yıktı. Devlet şekillenmesinde Bizans kurumları esas alındı. Müzikli eğlence programları, av partileri, at yarışları v.b tertipler, Bizans’tan Emevi saraylarına geçti, onları çökertti.
Abbasiler: İlk dört halifesi, devlet idaresini, işi bilmelerinden (!) dolayı Budist kökenden gelen Bermeki ailesine ihale etmişlerdi. Onlardan kurtuldular. Buvayhilerin esiri oldular. Onlardan kurtuldular. Daha yeni İslamiyet ile tanışılan, Orta Asya geleneklerinden arınmamış Türklerin elinde sembolik birer unsur haline geldiler. Geleneksel Fars ve Türk bürokrasisi Abbasi hilafetini işlevsiz bırakmıştı. Parçalanma başladı. Nitekim Abbasilerin katledilip yok edilişleri de, Orta Asya’dan gelen Moğolların eliyle oldu. Son Abbasi halifesi (Musta’sım), veziri ibni Alkem’in ihanetine uğradı. İbni Alkam’e, Moğol hanı Hulagu ile gizli işbirliği yaptı. Hulagu; hem hilafet merkezini, hem halifeyi, hem de ibn-i Alkame’yi iki oğlu ile beraber katledip tarihe gömdü. İbn-i Alakem’in bir gelini Moğoldu.
Fatımiler: Fatımi Halifesi Hafız Lidinillah, iç karışıklıkları bastırmak için Ermeni Behram’i kendisine vezir yaptı. Behram’a “Seyful İslam Tac-ul Hilafe” ünvanı vermişti. Behram, Müslümanlara karşı çok acımasızdı. Ermeni krallığından 30 bin dindaşını getirdi. Kardeşi Basak’ı Kus’a vali atadı. Karışıklık ve isyanlar daha da arttı. Berham vezirlikten alındıysa da olaylar durmadı. Ta ki Selahaddin-i Eyyubi Fatımilerin idaresine son verince, Fatımiler de, olaylar da son buldu.
Eyyubiler: Selehadini Eyyubi’nin torunu Necmeddin Eyyub ölünce, Eyyubi hanedanından yerine geçecek kimse çıkmadı. Necmeddin Eyyub’un hanımı (azadlı bir cariye olduğunu söyleyenler de var) Şeceretüddür önce tahta geçip idareyi eline aldı. Sonra komutanı olan Aybek Turkmani ile evlendi. 6 ay sonra da Aybek’in lehine sultanlıktan çekildi. Aybek Turkmani sultan oldu. Böylece Eyyubilerin payitahtı ve merkezi Mısır, savaşsız Memlukluların eline geçti. Gerçi Kerek Eyyubileri Şeceretüddür ve Aybek’i öldürüldüyseler de Mısır Memluklularda kaldı. Mısır’ın düşmesi, Eyyubiler için sonun başlangıcı oldu. Bir cariyenin kurbanı oldular.
Memluklular: Moğolları durdurmaları gibi bir dirayet göstermeleri pek çok hatalarını örtüyor. Moğol baskısından kendilerine sığınan Abbasi halifelerinin çocuklarını halife ilan edip, bunlardan siyasi rant devşiriyorlardı. En son Yavuz Sultan Selim, Memlukluları ortadan kaldırdı. Bunların sahih olmayan siyasi amaçlı halife ilan ettikleri “Halife Mütevekkil’i (!)” Yavuz Selim esir alıp İstanbul’a getirdi. Sahih olmayan hilafet etiketini üzerine geçirdi. Böylece hilafet nüfuzu Osmanlının eline geçti. Memlukluların önemli bir kısmı Anadolu’ya geçti. Yanlış anlaşılmasın bir düzeltme için belirtiyoruz. Anadolu’daki Memluklular çoğu kez çingenelerle karıştırılıyor. Çingeneler Romandır. Genelde Batı Anadolu’da yaşarlar. Memluk kökenliler ise genelde Orta Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşarlar. “Poşe” ya da “mıdrıb” olarak isimlendirilirler. Davul zurna un eleği dişçilik gibi işlerle uğraşırlar. Bahsini ettiğimiz Memluklular bunlardır.
Selçuklular: Selçukluların önde gelen sultanı Alaaddin Keykubat, Moğol şerrinden emin olmak için, Müslüman Harezmilere, Eyyubilere, Memluklulara sırt çevirdi. Gürcü prensesi (Hıristiyan) Tamar’ı oğlu Gıyasettin Keyhüsrev’e almıştı. Moğol hakimiyetini tanımıştı. Bu yüzden, tahta geçen Gıyasettin Keyhüsrev’in vaftiz olduğu şayiası çıkmıştı. Gıyasettin’in daha sonra sultan olan oğulları II. Kılıç Arsalan ve İzzeddin’in gizli Hıristiyan oldukları söyleniyordu.
Gıyasettin Keyhüsrev, babasının ölümünden sonra, Eyyubi hanedanı Melik Adil’in kızı olan üvey annesi Melike Adil’i ve iki oğlunu boğdurttu. (Giyaseddin Keyhüsrev’in hem ecnebi kadınla evlenme, hem de iktidar için kardeşini boğdurtma gibi iki kötü adeti, Osmanlıya geçti ve çok yaygın kullanıldı.)
Gıyasettin Keyhüsrev, kendisine bağlı olan Klikya Ermenilerine çok güveniyordu. Moğollar saldırınca annesi Mahperi Hatunu, eşini ve kızını, Klikya kralı Tetum’a emanet etmişti. Gıyasettin Keyhüsrev İznik taraflarına (Rum)’a kaçtı. Ermeni Tetum, Gıyasettin’in annesini, eşini ve kızını kendi elleri ile götürüp Moğol garb cephesi komutanı Baycu Noyin’e teslim etti. Moğollarla işbirliği yaptı. Bazı kaleleri zapt etti. 1308’e gelindiğinde Moğollar Selçuklu sultanlığına son verdiler. Artık Selçukluları Moğol valiler idare ediyordu.
Osmanlılar: 36 Osmanlı padişahından, kurucu Osman Gazi hariç geri kalan 35 Osmanlı padişahının anneleri, dolayısıyla eşleri ecnebidir (yabancı uyrukludur.) Osmanlı vezirlerinin büyük kısmı Gayr-i Müslim kökenlidir. Çoğu sonradan İslam’a geçmiştir. Saray cariyelerinin çoğu Gayr-i Müslim kökenlidir. Osmanlı’nın en önemli askeri gücü yeniçerileri, devşirme yolu ile Gayr-i Müslimlerden alınıyordu. Saraydaki mimar ve doktorların çoğu Gayr-i Müslim kökenliydi. Mesela Fatih Sultan Mehmet gibi bir padişahın kendi özel doktoru Yahya Paşa tarafından zehirlenerek öldürüldüğü söylenir. Yahya Paşa Yahudi idi. Osmanlı devletinin bürokrasi, kayıt işleri, yazı v.s işleri genelde Ermeni ve Rum teb’a bir de sonradan getirilen sefaret Yahudilerine yaptırılırdı. Bu yüzden Ermeniler, Osmanlıda millet-i sadıka olarak anılırdı. Islahat, Tanzimat ve Meşrutiyet düzenlemelerinin hepsinin temelinde İslam’dan uzaklaşma vardır. En sonunda bu amaçla kurulan ittihat ve terakki komitası, Bab-ı ali darbesi ile Osmanlı idaresini ellerine aldılar. Darbenin başında ise Osmanlının Bağdat valisinin, azatlı kölesinin torunu Mahmut Şevket Paşa vardı. İttihat ve Terakki’yi bir Alman garnizonu haline getirdiler. Alman general Liman Von san ders, Osmanlı genelkurmay başkanı olarak, Osmanlıyı 1. Dünya Savaşı’na koydu. Tarihe gömdü. Bunun üzerine başka söze gerek var mı?
Osmanlı sonrası ortaya çıkan ulus devletler namına, bir tek örnek 1300 yıllık Müslüman halkların geldiği noktayı anlamaya yeter.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun ilk yılları… Mahmut Esat Bozkurt, “Hristiyanlığın Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini olarak anayasaya girmesi”ni teklif eder. Kazım Karabekir ve bazı arkadaşlarının sert muhalefeti ile bu meş’um teklif engellenir. Sonra Mahmut Esat Bozkurt, bakan yapılır. Kazım Karabekir Paşa ise türlü hilelerle siyaseten saf dışı bırakılır. İpten döner. Tüm devlet imkânlarından mahrum bırakılır. Yetiştirdiği maydanozları ve beslediği ineklerin sütünü satarak geçiminin sağlar. Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar siyasete döner ve mebus olur.
Hilafetten cumhuriyete kadar geçen bu süreçteki kırılma noktalarına, denizden birkaç damla misali birkaç örnek verdik. Daha istikrarlı bir gelecek ve şuurlu bir nesil için; iman, vicdan zorunluluğu karşımıza çıkmaktadır.