ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

HÜDA PAR seçmen ve adaylarına bakılırsa HÜDA PAR’ın beklenilenden az oy aldığını söylerler. Haksız değildirler. Ama siyasi yorumcular ve toplum mühendisleri HÜDA PAR için seçim sonuçlarını başarı olarak gördüler. Bu sonuçları beklemediklerini kimi ana haber yorumcuları açıkça beyan ettiler, bölge konusunda uzmanlaşmış, uluslararası sistemle bağlantılı kimi gazeteciler dolaylı da olsa şaşkınlıklarını açığa vurdular. Bu yorum farkının nedeni nedir?
Seçmen ve adayların değerlendirme kriterleriyle siyasi yorumcuların ve siyaset mühendislerinin değerlendirme kriterleri farklıdır.
Seçmen ve adaylar, haklı olarak partilerinin kazanmasını ister; genellikle sadece birinci parti olmayı başarı olarak görür; gerisi için hüzünlenir. Siyasi yorumcular ve siyaset mühendisleri ise belirlenen seçim koşulları içinde bir partinin performansına ve bunun geleceğe nasıl yansıyacağına bakar.
Seçmen ve adaylar, seçim sonuçlarına içeriden bakıyor; kendi partisiyle diğer partileri karşılaştırıp;
1. Partimizin idealleri daha büyüktür.
2. Adaylarımız ahlaklı, inançlı ve tertemizdir.
3. Projelerimiz daha gerçekçidir.
4. Bu şehre en iyi hizmeti bizim partimiz ve adaylarımız yapar.
5. Şehri ev ev dolaştık, partimizi, adaylarımızı ve projelerimizi halka anlattık.
6. Pek çok yerde seçimi kazanabileceğimiz çoğunlukta binlerce kişi, partimizin adaylarını övdü, bizi diğer partilerle karşılaştırdı, siz onlardan her yönden üstünsünüz, bu şehri ancak siz maddi ve manevi alanda kalkındırırsınız, dedi; kimi zaman yemin ederek bize oy vereceğini söyledi.
7. Seçimi biz kazanmalıydık.
değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu, haklı bir değerlendirme ancak sadece içeriden bakışın neticesi olduğu için eksik bir değerlendirmedir.

SİYASET MÜHENDİSLERİ KONUYA DIŞARIDAN BAKIYOR
Siyasi yorumcular ve siyaset mühendisleri, seçim sonuçlarına sadece seçimin yapıldığı zemin ve günden bakmıyor. Seçim sonuçlarını seçimin içinde yapıldığı koşullar ve geleceğe yansımaları açısından ele alıyor:
1. Seçim hangi koşullar altında yapıldı?
2. Bu koşullar altında nasıl sonuçlar bekleniyordu?
3. Bu koşullara rağmen hangi sonuçlar alındı?
4. Bu sonuçlar ileride hangi sonuçlara neden olabilir?
Genel olarak İslam dünyasında seçim koşulları İslamî çevreleri seçime girmeye engelleyecek ve düşük sonuç almalarını sağlayacak şekilde ayarlanmıştır. Bu koşulları aşarak kitlelerini ikna ederek seçime girmeyi başaran ve seçimlerde küçük bile olsa sıralamaya giren her parti, uluslararası sistemin kurallarını ihlal etmiş, ona bir tür isyan etmiş ve onun karşısında başarı elde edilmiş kabul ediliyor. Bu tür partilerin seçmen ve adaylarınca küçük görülen başarıları endişeyle karşılanıyor ve onlara karşı tedbir arayışına giriliyor.

HÜDA PAR NEDEN BAŞARILI BULUNDU?
Bunun bir ana sebebi vardır:
Uluslararası sistem en az yüzyıldır, Kürtleri İslamî denklemin dışına çıkarmaya ayarlanmış. HÜDA PAR camiası, bütün engel ve tedbirlere rağmen bu projeyi boşa çıkardı, iflas ettirdi. Her dönem, şu veya bu şekilde her tür maddi ve manevi zorluğu göze alarak bu projeye karşı direndi, bu halkın içindeki İslamî damarı görünür kıldı, o damara karşı savaşanların azmini kırdı, onları projeleri üzerinde düşünmeye ve nihayetinde geri adım atmaya itti. Bugün de İslam dünyası için uluslararası sisteme karşı bir direniş biçimine dönüşen seçimlere dahil olarak bir kez daha “Bu memlekette İslam gerçeğini yok sayarak hareket edemezsiniz” dedi, bunu cesaretle haykırdı, halk da dünya da bu sesi duydu. Hazırlanan ağır koşullara rağmen bu haykırışta bulunmak ve bu haykırışı duyurmak başlı başına bir başarı olarak kabul görüyor.
Bir de zeminle ilgili sebepleri vardır. Onlar seçim zeminini gayet iyi biliyorlar:

1. Zeminde bir PKK-BDP ve Devlet-Ak Parti gerçeği vardır. Bunlar bir baskı ve çekim atmosferi oluşturacak; her kanadın bir tarafı seçmeni itecek, diğer tarafı çekecek; nihayetinde HÜDA PAR’a seçmen olabilecek bir kitle kalmayacaktı.
PKK, bir yandan baskı ortamı oluşturacak, seçmeni kontrol altına alacak, adeta bir koridora sokup sandığın başına götürecek ve onların BDP’ye oy vermesini sağlayacaktı.

Bu faaliyetin ideolojik ayağı var ve eylem ayağı vardır: Faaliyetlerine yetecek kadar Kürt gencini sosyalistleştiren PKK, “Kürt özgürlük hareketi” olarak tanıtılacak, onun işaret ettiği partiyi desteklemeyenler “kendi halkının yanında yer almayan, hain” olarak nitelendirilecek; Kürtlerin mağduriyetinden doğan enerjileri PKK’nin tarafına aktarılacak, PKK bununla kitleselleştirilecek.

Buna rağmen PKK’nin gösterdiği partiye oy vermeyenlerin PKK tarafından tehdit edilerek “yola getirilmesi”ne göz yumulacak, sandık başlarına kadar gelen tehditler, toplu oy kullanımları görmezlikten gelinecek. Tam aksine hangi yolla alınırsa alınsın PKK’nin desteklediği partinin aldığı her oy bir “demokrasi zaferi” gibi görülecek.

Nitekim öyle yapıldı: Seçmenler, evlerinden çıktıkları andan sandığa ulaşıncaya kadar her adımda hatta güvenlik güçlerinin gözleri önünde tehdit edildi. Tehdidin işe yaramadığı durumlarda sandık başkanlarını ya ideolojik ayarlama ya da tehditle susturarak başkalarının yerine oy kullandılar. Seçmen sandığa gitmemişse, onun yerine imza atıp oy kullanma vakaları bile yaşandı. Bunu bütün bölge biliyor ama medya buna sağır kalıyor.

Zira bir karar var: Uluslararası medya ve uzantısı olan ulusal medya, PKK yanlısı partinin yanında yer alacak. Onu halka tek adres olarak gösterecek. Onun seçim ihlallerini görmezlikten gelecek. Zaferinin önü onun için sonuna kadar açılacaktır.
Onlara göre seçim kazanmak için üç unsurun birleşmesi ya da bunlardan birinin diğerlerinin açığını kapatacak kadar büyük olması gerekir: 1. Zengin bir sınıf (burjuva) 2. Akademik bir birikim (üniversiteli kadrolar) 3. Bu akademik birikimin zengin sınıfın desteğiyle halka ulaşmasını sağlayacak medya araçları.

HÜDA PAR camiasının bir zengin sınıfı yok; dolayısıyla onun paraya dayalı reklam gücünden de söz edilemez. Biz de “destek reklamı” denen haber reklamını kestiğimizde bu parti kendisini halka yeteri kadar anlatamaz, diye bir hesap yaptılar. Bu yönde de ciddi bir karartma uyguladılar.

Bütün bu adeta çelikten engelleri aşarak bir seçmen kitlesine ulaşan HÜDA PAR, onlar açısından şaşırtıcı bir başarıya sahiptir. Onların şaşkınlığı, eli ayağı bağlı bir mahkûmun kaçma başarısını anlatan bir gardiyanın şaşkınlığına benziyor. Bunca tedbire rağmen nasıl oldu da gidebildi, diye soruyorlar.

2. HÜDA PAR camiası, daha ilk günden sistemle ciddi sorunlar yaşamış; devletin gücü çoğu zaman Türkiye’nin çıkarlarını da değil, uluslararası güçlerin yönlendirmelerini yansıtacak şekilde onların üzerine gönderilmiş. Adayların önemli bir bölümü hayatının bir kısmını cezaevlerinde geçirmiş. Onların dindarlığı hep onlar için bedele karşılık gelmiş.
HÜDA PAR’ın elinde bir devlet imkanı yok. Oysa dindar kitlenin de herkes gibi devlet kurumlarında işleri ve ihtiyaçları vardır. HÜDA PAR’a yönelme durumunda bu işlerini görememe, bu ihtiyaçlarını karşılayamama endişesi söz konusudur. Bunun bir itişe yol açmadığı söylenemez. Bu itişe karşılık çekici bir güç olarak AK Parti gerçeği var.

BÖLGE İNSANININ PSİKOLOJİSİ
Ve mühim bir belirleyen olarak Bölge insanının sosyo-psikolojik tahlili söz konusu:
Bölge insanın inancı fikrini değil, daha çok hislerini besliyor. Başka toplumlarda şuur arttıkça düşünce doğrultusunda hareket artarken bölge insanında şuur arttıkça hissi davranış artıyor. Çoğu zaman davranışına fikir değil, his yön veriyor. Bu psikoloji onun özverisi ile birleşince “Mensubu olmadığım bir İslamî yapı kaybedeceğine ben ve benim yapım kaybetsin” diyebiliyor, kendisini değil, kardeşini tercih ediyor.

Bütün bunları aşarak HÜDA PAR’a yönelmek, “siyasi denklem içinde yeri yoktur” denen bir partiye Diyarbakır’da yüzde beşlere, Batman’da yüzde onlara yaklaşan, Muş Korkut’ta yüzde kırkları; Batman Kayapınar’da yüzde yirmi sekizi aşan bir destek vermek siyaset uzmanlarınca çok ciddiye alınıyor.

Seçmen ve adaylar bugüne bakarken siyasi yorumcular ve siyaset mühendisleri yarına bakıyorlar; yarın bu denklemin itici-çekici unsurlarından birinin veya hepsinin zayıflaması durumunda bunun yol açacağı sonuçtan endişe duyuyorlar.
Açıkça ifade edilecekse yarın PKK’nin baskı gücü zayıflarsa ya da Ak Parti Türkiye genelinde bir başarısızlığa sürüklenir de çekim gücü olmaktan çıkarsa HÜDA PAR’a yönelen seçmen kitlesi bir “demokrasi krizi”ne yol açar diye düşünüyorlar.

DEMOKRASİ KRİZİ
“Demokrasi krizi” son dönemde siyaset dilinde çokça geçen kavramlardandır. Kavram “medeniyetler çatışması” tezi doğrultusunda İslamî kesimlerin seçimlere katılmasıyla yaygınlaştı.

Kendilerini demokrasinin koruyucusu olarak gören ABD ve müttefikleri, demokrasiyi kendi ideolojileri ve kendilerine yakın güçleri iktidara taşıyacak yol olarak gördüler; kavram saptırmasına da giderek seçimlere katılmayla demokrasiden yararlanmayla özdeşleştirdiler. Ancak İslamî kesimler, seçimlere katılmaya başlayınca ayrıştırmaya gittiler; bunu demokrasi düşmanlarının seçimler yoluyla kendilerine karşı ayaklanması ve iktidara talip olması olarak değerlendiler. “Demokrasi düşmanları (İslamî yapılar) seçimler yoluyla iktidara gelmek isterse demokrasinin sonu ne olur?” sorusunu kendilerine sordular; “Biz kendi silahımızla vuruluyoruz” cevabına ulaştılar. İslamî yapıların seçimlere katılmasını “demokrasi krizi” diye tanımladılar.

Seçimler asla demokrasinin tekelinde değildir. Onların bu girişimi seçim hürriyetine, seçim hakkına el koymak anlamına geliyordu. Ama onlar bunu dinlemediler ve her kriz için olduğu gibi bu kriz için tedbir geliştirdiler. Bu tedbir,
1. İslamî kesimleri seçimlerden uzak tutacak bir ideolojik anlayışa sürüklemek
2. Bu, etkili olmazsa baskı ve diğer tedbirlerle onları umutsuzlandırmak ve nihayetinde pes ettirmek süreçlerinden oluşuyor.
Seçmen ve adaylar, seçimlere katılmayı herkesin hakkı olarak görüyor, yarıştaki yerini diğerleriyle aynı kabul ediyor.
Oysa uluslararası sistem, diğerlerinin seçime katılmasını hak hatta vazife olarak görürken İslamî kesimlerin seçimlere katılmasını tehlike hatta kriz olarak görüyor. Bu krizin öncesinde ve sonrasında aldığı tedbirler vardır. Bugün İslam dünyasında saf bir İslamî söylemle öne çıkan partiler için oy oranı yüzde beşin çok altı düşünülüyor. Bu oran yüzde beşleri aşınca “tehdit” sınıfına alınıyor.

Diyarbakır’daki yüzde beş civarı bir oy onlar için tehdit sinyalidir. Seçmen ve adaylar bunu nasıl görürse görsün onlar böyle görmek istiyor; bu oranın aşılması onlar için “kriz” anlamına geliyor.

Bu krize girmemek için her tür etkeni oluşturdular. Bundan sonra da oluşturmaya devam edecekler.