Metin Göçmez / Doğruhaber
Yalnız kendisine çalışan ve bencilliğinin ihtirasına kapılan tekelleşmiş egemen güçler, dünyayı kendi arzularını doyuracak bir ganimet olarak düşlüyor, bunun gerçekleşmesi için ise her türlü dalavereyi çeviriyorlar. Gelinen süreçte, dünyayı iki ayrı kampa bölmekten imtina etmediler. Bir tarafta İslam dünyası, diğer tarafa ise kendilerini ve sırası gelecek diğerlerini koydular. Bizim payımıza düşen ölümlerden ölüm beğenmek, bizi bizle öldürmek, bizi hiç tanımadığımız yabancıların eliyle öldürmek, bizzat öldürmek, toplu katliamlardan geçirmek, zalim kıyımlarda doğramak, arkamıza bakmadan evimizi barkımızı terk etmek ve ayrılıklardan çatışma üretmektir kaderimiz şimdi.
Özellikle Suriye´de İslam Ümmetine dayatılan zulmün rengi, kimyevi analizi veya özgül ağırlığının bir ölçüsü, teraziye gelecek bir hacmi var mıdır? Mısır´da dünyanın gözü önünde cereyan eden askeri darbenin utanmazlığına arka çıkanlar, darbecilerin sırtını sıvazlayanların neyi niyetlediklerini bilmeyen var mıdır? Orta Afrika ve Myanmar’da İslam ümmetinden intikam alır gibi pervasızca öldüren, yakan, yıkan ve halen süren bu menfur saldırganlıkla ne anlatılmak isteniyor, anlamayan var mıdır? Filistin, Irak, Afganistan, Pakistan, Sincan ve daha diğer İslam ülkelerine dayatılan bu bana boyun eğeceksin veya benim gibi olacaksın aymazlığının hedefi nedir, habersiz olan var mıdır?
Peki bir de şöyle soralım: Tüm bu yapılanların gayesi ve amacı nedir, bilen var mıdır? Arkada dönen dolaplardan kimin ne kadar haberi vardır? Anlatılmak istenen nedir, anlayan var mıdır? Doğrusu ben tam olarak biliyor değilim. Yüzde yüz de anlamıyorum. Hayır, ne yapmak istediklerini herkes gibi ben de fark ediyorum. Ancak alenen işleyen zulüm yolu üzerinden tam olarak nereye varılmak isteniyor, kestiremiyorum. Yıldırmakla, korkutmakla, öldürmekle, imha etmekle boyun eğdiremedikleri İslam Ümmeti için sanki yeni bir proje inşa ediyorlar gibi bir hissiyat veriyorlar. Bir iyilik(!) düşünülüyor ancak biz nedir bilmiyoruz, gizli hem de çok gizli! Açığa çıkmasın diye şimdilik sadece öldürüyorlar, öldürtüyorlar, kameralar önünde ayrı, arkasında ayrı demeçler veriyorlar. Öldürmekle azaltıyorlar, parça parça küçültüyorlar, lime lime cüceleştiriyor, ufak ufak doğruyor, bölüyor, yutmaya hazır bir lokma hacminde yutun, yok edin düşmanlığı taşıyanların değirmenine su taşıyorlar. Hani bir zamanlar Amerika kıtasının sakinlerini katliamlar ile tüketmiş, geriye sayılabilen etkisiz ve yetkisiz bir azınlık bırakmış idiler ya! Neden olmasın! Kızılderili nesli bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ve alınan önlemler bu bitişe bir çare olamamaktadır. Niye olmasın, bu halin bu ümmetin başına gelmesinin önündeki engel nedir ki? En zayıf, en biçare, en zelil hale düştükleri işte bugün, hem de lime lime bölünmüş, küçük küçük parçalara ayrılmış, bu şekil paramparça olmuş iken...
Siyah şapka takarak kıyım başlatan Batı´nın bilmesi gereken, bu Ümmet`in eline yeni bir din tutuşturup avucundan zenginliği alınacak Kızılderililer olmadıkları gerçeğidir. Toplu katliamlar ile bitirileceği gibi bir yanlışa ümit bağlanmış ise tarihe bir dönüp bakmak lüzumu vardır. Ardılı oldukları haçlıların, Moğolların ve Sovyetlerin yolunda ilerledikleri görülmelidir. Bugün bu güçlerin esamesi okunmaz iken İslam Ümmeti bütün bu perişanlığına rağmen dünyada tek alternatif gelecektir. Bu minval üzerinden bakınca günümüzün kan içici emperyalistlerinin rolünü şu merkebin hikayesine benzetmek geliyor içimden.
Tuz yüklü bir merkep çaydan geçiyordu, ayağı kayıp suya yuvarlandı. Tuz suda eridi. Merkep ayağı kalktığında yükünün hafiflediğini görüp ayağının kaydığına çok sevindi. Bir gün de sahibi merkebe sünger yükledi. Merkep, yükün suda hafiflediğini öğrendi ya, çaya varır varmaz ayağını kaydırdığı gibi suya seriliverdi. Süngerler suyu içtikçe şişip şişip ağırlaştı, o kadar ki merkep bir türlü kalkamadı ve ölüp gitti.
Kızılderili macerasında yükü hafifleyen emperyalistlerin İslam ümmetine yönelik aynı taktik ile müdahil olması sünger yüklenen merkebin sonunu hatırlatıyor. Doğrusu bu çok açık şekilde görülüyor, bu keramet değil ancak “İnsana yaptığından başkası yoktur” ayetinin başkaca bir tefsiridir.
Üretilen bütün projeler elinde patlayınca enerjisini fitne ve ölüm makinalarına harcayan emperyalizmin çözümsüzlük yaşadığı, bu yüzden karadüzen savaştığı aşikardır. Müjdeler olsun ki günümüz emperyalizminin fazlaca bir ömrü yoktur. Şu veya bu şekil, köklü değişiklere şahit olacağımızın umudu hızla yeşeriyor.
Fakat unutulmamalıdır ki dünya bir imtihan mekanıdır. Dost da imtihandır, düşman da. Yani olmamız gereken veya olmamamız gereken halleri tartışırken siyah şapkayı bazen kendimiz için giymeli, nasıl olur isem emperyalistlere benzemem diye kendimize dikkat etmeliyiz. Lokman–ı Hekim´e (RA) sormuşlar: “Bu güzel edebi nerden öğrendiniz?” “Edepsizlerden” diye cevap vermiş! Hz. Ali (Kr.V), “Düşmanın yaptığı eleştirilere dikkat edin, çünkü düşman sizi zayıf tarafınızdan vurmak ister” diyerek önemli bir ayrıntıyı hatırlatıyor. Kaldı ki önemli olan bizim durduğumuz yerdir. Niceliğimiz, niteliğimiz, rengimiz, bir diğer ismiyle kalitemiz bizi yarına taşıyacak olan gücümüzdür. Düşmanla çarpışırken ona ne kadar benzediğimiz, nice ayrıştığımızın hesabını iyi yapmalı, çamura attığımız taştan üzerimize sıçrayanları temizleyebilme kabiliyeti gösterebilmeliyiz. Tek tipçi, tek şapkalı bakışlardan ziyade farklı renkleri de tanımalı, Allah (CC) hazretlerinin yarattığı farklı özellikler ile bezenmeli, kendimiz dışındaki güzellikleri görüp takdir edebilmeliyiz.
İnsan olarak ortaya koyduğumuz her davranışın bir karşılığı vardır. İyiliğin karşılığı olarak iyilik, kötülüğün karşılığı olarak kötülük görürüz. Er-Rahman Suresi’nin 60. âyet–i kerimesinde yüce Allah meâlen “İyiliğin karşılığı, ancak iyilik olur” diye buyurur. Yani bir tarlaya buğday tohumu atarsınız, o tarla size attığınız buğdayı misliyle verir. Siyasal ve sosyal ilişkilerimizde de durum aynen bunun gibidir. İyiliklerde–kötülüklerde, doğruluklarda–eğriliklerde, tek tipçilikte–zengin bakış açısı da fazlasıyla karşılığını bulur.
Gelin görün ki bugün, eksikliklerimize karşılık dolu dolu zulüm yaşıyor, duyarsızlıklarımıza karşın katliamlara uğruyoruz.
Aşırılıklarımızın karşılığı olarak da keskin sirke küpüne zarar misali üstüne bindiğimiz dalı kesiyoruz. En önemlisi yanılgılarımıza karşın bir ağacın çürümesi gibi çürüyebiliriz. Bir ağacın çürümesi için bir ağaç kurdu bazen yeterli olur. Yoksa bir ağaç yıllarca hatta yüzyıllarca ayakta kalabilir.
Hz. Mevlana, kişinin yaptıklarıyla aldığı neticeyi şöyle ilişkilendirir: “Hiç mümkün müdür ki bülbül dağa karşı şakısın da dağdan aksi seda olarak anırma sesi duyulsun. Hayır, böyle bir şey mümkün olmasa gerek. Şayet karşıdaki dağdan anırma sesi duymuşsan bil ki anırmışsındır.”
Yaptıklarının sonucu olarak rüzgâr ekip fırtına biçen Gülen örgütlenmesinin düştüğü durum ne kadar da ibret vericidir. Kendileri dışında hiç bir yapıyı meşru görmeyen, özellikle İslami yapılar ile her türlü rutin dışı çatışmayı oportünistçe sürdüren bu hareketin siyah şapka modunu nice insafsız kullandığı herkesin malumudur. Her işi kendine yamama, her hadiseyi kendisine yontma eğilimi, dışındakilerini yok sayarak veya ağır propagandalar ile yıpratma çabası kendilerine dönmüştür. Dün yaptıklarının karşılığı olarak kimse sarı şapka giyerek iyimser değerlendirmelere yanaşmıyor. Dün siyah şapka giyenler bugün siyah şapka biçiyorlar.
Aslında bu, hem bu yapının emperyalistlerce İslam Ümmeti içine yerleştirilen bir proje olduklarının önemli işaretlerini verirken hem de gelinen aşamada emperyalizmin ne kadar çaresiz kaldığı ve yüzyıllık projelerini feda etmek zorunda kaldığının da emarelerini taşıyor.