Yüzyıllık planlamalar yaparak hedefler belirlemek ve belirlenen hedeflere ulaşmak için tüm vasıtaları kullanmak, Batı emperyalizminin en karakteristik özelliğidir.

Batı emperyalizmi, belirlediği hedefleri tutturmak için kimi zaman doğrudan müdahalelerde bulunarak yapay krizler oluşturur ve oluşan krizlerin direksiyonuna geçerek yol almaya çalışır.

Bazen de kriz potansiyeli taşımakla ünlü alanlardaki faktörleri harekete geçirerek, ya da harekete geçen faktörlere eklemlenerek olası askeri, siyasi ve toplumsal değişimler üzerinde tahakküm kurmak suretiyle planlarını yürütmeye çalışır.

Bugün için dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi özellikle İslam dünyasının belli başlı stratejik güzergahlarında büyük bir kaos ve kargaşa hakim durumdadır. Doğrudan müdahale ve işgal konseptinin Afganistan’dan sonra Irak’ta da başarısızlıkla sonuçlanması, tabii ki Batı emperyalizmini sömürgeci emellerinden vazgeçirmedi. Doğrudan müdahale politikalarının başarısızlığı emperyalist odaklara bariz bir hayal kırıklığı ve önemli oranda mali külfet getirmiş olsa da kapitalist politikaların vazgeçilmezi olan sömürü çarklarının dönmesine duyulan gereksinim, emperyalist odaklar açısından değişik alternatiflerin devreye konmasını beraberinde getirdi.

“Arap Baharı” denilen süreçte de ortaya çıktığı gibi, hedef bölgelerde hüküm süren otoriter rejimlerin dayatmacı politikalarıyla uzun yıllardır süregelen iç çelişkiler üzerinden tetiklenen toplumsal fay hatları Batı emperyalizmi için yeni umutlara kapı araladı.

“Arap Baharı”nın Batının doğrudan müdahalesiyle mi yaşandığı, yoksa süregelen çelişkiler bir toplu isyana dönüşürken Batının bu duruma eklemlenerek yön vermeye çalışmasının mı etkili olduğu hususu hala tartışma konusudur. Ancak tartışmasız bir gerçek var ki, halkların kendi iradeleriyle başlasa bile herhangi bir yerde başlayana siyasi ve askeri hareketlilik Batı için hemen eklemlenme ve müdahale etme güdüsünü kamçılayarak baş gösteren hareketliliğe yön tayin etme ihtiyacı ortaya çıkar. Batı nezdinde beliren bu şekil ihtiyaçlar, diğer bir yönüyle de Batının kendinde gördüğü müdahale etme hakkının sonucudur ki, elinde bulundurduğu muazzam askeri, siyasi ve diplomatik güç kendince bu hakkı ortaya koymaktadır.

Arap Baharı denen süreç ve bu sürecin son uğrak yeri olan Suriye sahası, Batı’nın son müdahaleci politikalarının en tipik yansımalarına dönüştü. “Bahar” akımının çıkış noktasına etki eden ana faktör konusu tartışmalı olsa da, eklemlenme ve yön tayin etme girişimlerinin vardığı sonucu en iyi özetleyen tablo herhalde Suriye’de oluşan tablodur.

Arap Baharının büyük oranda rayından çıkması en açık şekilde Mısır ve Suriye’de kendini göstermiştir. Dolayısıyla Batı bloğunun başlayan Arap Baharına eklemlenmesi, işin başında otoriter rejimlerin yapısıyla izah edilerek bir propaganda malzemesi olarak kullanıldıysa da gelinen noktada dertlerinin hiç de rejimlerin otoriter özelliğiyle ilgili olmadığı ortaya çıktı. Oluşan tablo, İslam dünyasının kendi içerisinde daha fazla kan kaybetmesi ve iç siyasi/mezhebi ihtilaflara boğdurulması olmuştur. Her halde bu denli iç kargaşa, şimdilik Batı için kâfi gelmiş bulunmaktadır.

Batı özel olarak İslam dünyasının temel dinamiklerini, zenginlik kaynaklarını, enerji havzalarını yakın markajda tutsa da sömürüye dayalı yaptığı uzun vadeli planlamalar, sadece İslam dünyasıyla sınırlı kalmasını engellemektedir. Başını Amerika’nın çektiği Batı bloğu, kendi ekonomik çarkları açısından hayati önemde gördüğü uzak alanlardaki hammadde kaynaklarına erişim imkânları üzerinde uzun vadeli planlar yaparken aynı zamanda planlarına engel oluşturabilecek rakip konumundaki ülkelerin karşı koyma gücünü sarsarak etkisizleştirme metodunu da kullanmaktadır.

Aslında bugün için gerek İslam dünyasında gerekse farklı coğrafyalarda baş gösteren birçok sancının arkasında bizzat Amerika ve müttefikleri bulunmaktadır. Burada Amerika’nın 2020 yılına ayarlı politik ve ekonomik hedefleri göz önünde bulundurulmadan da bu sancıların mahiyetini anlamak neredeyse imkânsız bulunmaktadır.

Şayet bloke olmuş olmasaydı Suriye üzerinden İran’a ve Rusya’nın tekelinde bulundurduğu cumhuriyetlere taşınması düşünülen “Bahar” havasında gözetilen yegâne durum, Amerika’nın 2020 yılına dayalı planlarıydı. Amerika, 2020 öngörüsüne göre Güney ve Uzak Doğu Asya’ya yerleşerek nispeten diğer alanlara göre bakir kalmış hammadde kaynaklarına kapak atması gerekmektedir. Dış dünyadaki askeri kontrol merkezlerinin birçoğunu hedef bölge gözetilerek daha yakın noktalara sevk eden Amerika, bölgeye yerleşmek adına bir yandan iç kargaşalar çıkararak kurtarıcılık rolüne hazırlanmakta, diğer yandan da engel teşkil edebilecek Rusya ve Çin gibi ülkeleri dizginleyebilecek meşgaleler üretmek istemektedir.

Belli tavizler karşılığında İran’ı aktif bir karşıt güç olmaktan çıkarmayı deneyen Amerika, yandaş AB ülkelerinin nüfuzundan yararlanarak ilk adım olarak Ukrayna ile Rusya’yı sınamaya yeltenmiş bulunmaktadır.

Suriye’de Rusya’nın aktif müdahalesi çoğu zaman kimilerince anlaşılmadığı ya da çok da anlamlı bulunmadığı biliniyor. Oysa Suriye sahası bu anlamda İran için daha farklı anlamlar ifade etse de diğer yönüyle hem Rusya hem de İran için deyim yerindeyse bir barikat hattı veya dalgakıran niteliği taşımaktaydı. Suriye üzerinden geliştirmek istedikleri atak daha ziyade Sünni İslam dünyasının desteğini hedeflerken, şayet başarı sağlansaydı, Rusya’nın ilgi alanına giren Müslüman topluluklarla Rusya’yı karşı karşıya getirme ihtimali hiç de uzak görünmeyecekti. Ancak Suriye politikasının çökmesi, Rusya’ya karşı farklı kanallardan harekete geçmesini beraberinde getirdi ki, Ukrayna, bu anlamda karıştırılabilecek en uygun noktalardan biriydi.

Ukrayna, yaşanan olaylardan sonra neredeyse ikiye bölünmüş durumdadır. Rusya, daha çok AB eliyle yürütülen politikayı kendi çıkarlarına doğrudan müdahale olarak görürken, AB ülkeleri ve Amerika her zamanki gibi meseleyi demokrasi ve insan hakları olarak değerlendirmektedir. Ukrayna’nın yönetimden uzaklaştırılan Rus yanlısı yöneticileri gerçekten de insan hakları konusunda sicilleri kabarık olabilir. Ama ABD ve AB’nin asıl dertlerinin hiç de insan hakları olmadığını artık herkes bilmektedir. Suriye’ye yapılan müdahale ne kadar rejimin otoriter yapısıyla ilgili ise, Ukrayna’ya yapılan müdahale de o kadar ilgilidir.

Öngörülen stratejik hedefler açısından Batı için Suriye sadece Suriye olmadığı gibi, Ukrayna da sadece Ukrayna değildir. Ukrayna ve Suriye hem yapı hem de kültür olarak birbirlerinden ne kadar uzak ise, bu iki ülkeye yönelimin hedefleri de o derece birbirine yakındır.

Açıkçası Asya kıtasındaki hammadde ve enerji kaynakları açısından Rusya ve Çin, buraları gözüne kestirmiş olan Amerika ve müttefikleri için bertaraf edilmesi gerek iki güç odağıdır. Ukrayna bu anlamda Rusya için hayati önemdedir. Ruslar Ukrayna’yı Batıya kaptırırsa, tıpkı 2004 sürecindeki gibi bunun devamı gelecek ve Rus etkisindeki birçok cumhuriyet Amerika’nın etki alanına girmiş olacaktır. Rusya, daha önce benzer senaryolara sahne olan Gürcistan’a yaptığı askeri müdahale ile 2004 süreciyle başlayan renkli devrimleri tersine çevirirken gerektiğinde Ukrayna için de Gürcistan benzeri bir çıkış yapabileceği öngörülmektedir.

Bu anlamda konum itibariyle Ukrayna, Suriye ile önemli benzerliklere sahiptir. Şayet Rusya uluslararası karar mekanizmaları üzerindeki gücünü devreye sokmamış olsaydı, Batı’nın Suriye politikası kolay kolay çökmezdi. Suriye’yi bu şekilde Batı’ya kaptırmayan ve bu tavrıyla Batı’nın Suriye’de iflas etmesine etki eden önemli ülkelerden birisi olarak Rusya, kendisine yönelen tehlikenin farkındadır. Şayet Ukrayna üzerinde kısa vadede bir anlaşma sağlanmazsa, tıpkı Suriye üzerinde yaşanan kamplaşmanın aynısı bu kez Ukrayna sahasına taşınmış olacaktır.

Böyle bir durumda “Suriye Dostları” tabela değişikliğine gidip “Ukrayna Dostları” olarak boy gösterecek iken, karşısında ise yine Suriye’de olduğu gibi Rusya, Çin ve İran belirecektir.

Ali Özgür / İnzar Dergisi – Mart 2014 (144. Sayı)