Metin Göçmez / doğruhaber
Batı emperyalizminin her işi kendi arzusu doğrultusunda tanımlaması ve yine kendi iştahına göre şekillendirmek için verdiği kavga, dünyayı büyük bir çıkmaza sürüklemiştir. Mevcut çıkmazdan kurtulmanın çaresi nedir deyip daha akılcı projeler için çalışacağı yerde, en iyi savunma saldırıdır taktiğine sığınarak dünya Müslümanlarını daha çok aşağılamaya ve daha bir kıyımdan geçirtmeye devam etmektedir. Düşmanlık çağrıştıran kavramlar bir şekilde kendisine dönünce “Ağaca balta vurmuşlar, sapı bedenimde demiş” deyimini hatırlatan Batı aklının, gelinen aşamada düştüğü gülünç durum gözden kaçmıyor.
Dünyayı siyah ve beyaz tanımına uygun olarak ikiye bölen bu algı, kendisi ve kendisine yakın olanları beyaz olarak tanımlarken karşıtlarını siyah olarak tanımlamaktan imtina etmemiş, kendi kusurlarını gizlemek için de yeni projeler adı altında beyaz yalanlara başvurmayı bir taktik olarak geliştirmekten ar etmemiştir. İslam Dünyası’na yeni bir dizayn, dünyaya yeni bir düzen amaçlı hazırladığı bir çok küçültme veya yönetimleri hizaya çekme hedefi Arap baharına takılınca eli ayağı birbirine girmiş, proje üretme acizliğine düşmüş, bu yüzden olsa gerek zulmün her çeşidine bulanarak her renkte çamura saplanmıştır. Aynen kocamış kurdun köpeğe maskara olması gibi... Ne var ki ormanın büyüklüğüne rağmen kümese dadanmaktan geri durmayan tilki misali bildiği cambazlığa devam etmektedir. Aslında bu hal, bir imparatorluğun sonunun gelmek üzere olduğunu anladığında ne derece rezil, gaddar ve barbarca projelere imza attığının ispatıdır. Dünyaya “başka renkler de var” çeşitliliğini öğretme masalı anlatan Batı emperyalizminin düştüğü bu durum gerçekten ibret vericidir.
Malta doğumlu Dr. Edvard de Bono, kavram ve algıları değiştirerek “paralel düşünebilme” yeteneği ile alakalı altı şapkalı bir düşünme tekniğinden bahseder. 1985 yılında yayınlanan Altı Şapkalı Düşünme Tekniği adlı kitabında De Bono, insanların birkaç farklı yaklaşımla kavrama ve düşünme eylemini gerçekleştirebildiğini ortaya koymuştur. Kısacası bu tekniğin tarifi şöyle yapılır:
Beyaz Şapka: Tarafsız şapkadır. Konuyla alakalı net bilgi ve raporlar ortaya koyar. Objektif ve boş bir sayfa olarak tanımlanır. Kendisinden istendiğinde gerekli olgu ve rakamları veren bir bilgisayarı düşünün. Bilgisayar tarafsız ve objektiftir. Yorumda bulunmaz. Beyaz şapka düşünürü, bulduklarını masaya koyar. Cebinden bozuk paralar, çiğnenmiş çiklet parçaları ve kurbağa çıkaran çocuğun misalinde olduğu gibi...
Siyah şapka: Kötümser şapkadır. Eleştirir. Olumsuz görüşler ile görüşülen konunun riskleri, gelecekte doğuracağı problemler hatırlatılır. Bir şeyin niçin yapılmayacağını görür. Özellikle olumsuz değerlendirmeler ile ilgilidir. Siyah şapka düşünürü yanlış ve hatalı olan şeyleri gösterir. Neyin deneyime uymadığına işaret eder.
Kırmızı şapka: Duygusal şapkadır. Görüşülen konu ile ilgili olarak, kişilere hiçbir dayanağı olmadan, sezgi, fikir ve duygularını söyleme fırsatı verir. Kırmızı şapkalı düşünür duygularını haklı göstermeye ya da onlara mantıklı bir temel sunmaya çalışmaz. Subjektiftir.
Sarı şapka: İyimser şapkadır. Bu şapka, işin avantajlarını ortaya kor. Övgü ve olumlu görüşler söyler. Sarı şapkada düşünmenin bir ucunda mantıklı düşünme diğer ucunda hayaller ve umutlar yelpazesi eser.
Yeşil şapka: Yenilikçi ve yaratıcı düşünce eğilimli şapkadır. Konuyla ilgili alternatifler ve yeni yaklaşımlar araştırılır. Verimliliği, büyümeyi ve üretmeyi simgeler.
Mavi şapka: Serinkanlılığı ve her şeyin üstündeki göğün rengidir. Düşünme sürecinin düzenlenmesi ve kontrolü ile uğraşır. Mavi şapka düşünürü orkestra şefi gibidir. Sorunları tanımlar ve soruları biçimlendirir. İdareci şapka diye de tarif edilir.
Renk, ışığın gözün retinasına değişik biçimde ulaşması ile ortaya çıkan bir algılamadır. Ne var ki burada renklerden kasıt, anladığımız manada renkler değildir. Her çeşit renk güzeldir, birer ayinedir. Kişinin yaklaşımını ifade eden değişik tonlarda olaylara yaklaşım biçimini, Allah´ın insana “El–Muksit” isminden verdiği bir yansıma olarak algılamak gerekir. Tam da burada bir orkestra şefi gibi mavi şapka giyip Batının, İslam Dünyası söz konusu olduğunda renkleri nasıl kullandığını belirleme zorunluluğu vardır. Çünkü renkleri tek tek gömerek dünyayı siyaha boyayan Batının tekelleşmiş savaş aygıtının, İslam ümmetine tek tipçi bir bakış üzerinden yönelttiği kıyımın boyutları gün be gün yeni vahşetler ile göğsümüzü zorluyor. Her ne hikmetse yeni yüzyılda tarafımıza yansıyan gölge, hep siyah şapka izdüşümüdür. Öyle ki bu siyah şapkalı emperyalistler, gelecekte doğuracağı problemler üzerinden İslam Ümmeti´ne yaklaşıp objektif bir analizden ziyade subjektif bir tarafgirlikle kin ve nefret kokan politikalar üretiyorlar. Bu minvalde İslamı terör, Müslümanı ise terörist gösterme propagandasını aralıksız sürdürüp kasıtlı bir niyetle İslam ümmetini zombileştirme gayreti harıl harıl işleniyor. Küresel dünyanın gözleri önünde Müslümanlara yönelen bu açık katliamlara kimsenin acımaması, hatta ilgisiz kalması gerektiği gibi bir hava oluşturuluyor. Çünkü Müslümanlar zombidir ve zombilerin değdiği herkes hemen zombileşiyor. Zombiler renk tanımaz, ne entegre olur ne de asimile. Bu yüzden, onları yok etme zorunluluğu doğuyor!
Herhangi bir din ve mezhebe bağlı olmayan bu siyah şapkalı güçler, geçen yüzyılda komünizmle cereyan eden çetin mücadele sırasında dinlerden istifade ederek irtifa kazandıkları gerçeğini yok saymaktadırlar. Şapkayı önüne alıp aklı selim siyaset üretmek varken tersi bir şükürsüzlükle İslam Ümmeti´ne açılan savaşta insaf sınırlarının dışına taşmış zaaflarımız üzerinde debelenmekteler. Şu sıralar “Zülum ile abad olunmaz” cümlesinin zuhur etme sinyali vermesi dikkatleri celbetmiyor. Öyle ki üretilen kin ve nefret politikalarının sahibini vuracağı gerçeğine aldırış etmeden, uslanmaz ve uyarıları dikkate almaz bir şımarıklıkla ucu olmayan karanlık bir tünelde yol alma ısrarı geçmiş inatçı kavimlerin dik kafalılığını hatırlatıyor. Afganistan ve Irak işgali süresi içinde İslam ve Müslümanları daha yakından tanıma şansı yakalayan bu güçler, elde ettikleri bilgi ve tecrübeleri aleyhte pratize etmekten çekinmiyorlar. İslam hukuku dışına taşan bir kısım örgütlenmeler üzerinden karartma savaşı başlatan bu güçler, yedeklerine aldıkları medyayı sonuna kadar pragmatistçe kullanarak kendi yaptıklarını küçültüyor, gizliyor veya kendilerini haklı çıkarma uğraşının başarı getireceğine inanıyorlar. Söz konusu kendi amelleri olunca kırmızı şapka giymekten çekinmeyen bu mantık; insansız savaş araçları ile parçaladıkları masum bedenlerin hukuki haklarını tanımıyor, yaptıklarının bir tarafa yazılmayacağı zannı taşıyor. Her seferinde kendileri beyaz, bizler ise zombiler misali çok renkli ama tek tip bir ümmetiz. Aynen ismi mahfi şu Afrikalı şairin dile getirdiği şekliyle:
Sevgili beyaz adam!
Doğarım, siyahım
Büyürüm, siyahım
Güneşlenirim, siyahım
Üşürüm, siyahım
Korkarım, siyahım
Hastalanırım, siyahım
Ve ölürüm, halen siyahım
Ve sen beyaz adam
Doğarsın, pembesin
Büyürsün, beyazsın
Güneşlenirsin, kızarırsın
Üşürsün, morarırsın
Korkarsın, sararırsın
Hastalanırsın, yeşilsin
Ve ölürsün, grisin
Ve hala utanmadan bana renkli dersin…
21. Yüzyıla her şey daha başka olacak sloganıyla girdik. Göğün yüzüne patlatılan rengârenk havai fişekler cümbüşünde, sevinç çığlıkları atarak, neşeden dört köşe olmuş, içe içe patlama seviyesine gelen bir gençliğin; vur patlasın çal oynasın raksına alkış tutar bir hengâmede bir düğün, bir şenlik, bir şölen eşliğinde girdik yeni dünya evine. Hem de tam burada, dünyanın merkez kıtası sözüm ona Avrupa’sında!
Sivil yaşamın, vicdanın, iradenin, şeffaflığın, paylaşımın, kardeşliğin, istişarenin, çoğulculuğun, dayanışmanın, renkliliğin, karşılıklı anlayışın, evrensel hak ve özgürlükler gibi değerlerin öne çıktığı, azınlıkların hak ettikleri biçimde temsil edildikleri, çoğunlukların demokrasi içinde olması gereken yere geldikleri, insan onurunun her şeyin üstünde olduğu bir hülya ile uyanacaktık yeni miladi yüzyıla! Ünlem ve soru işaretleri ile dolup taşan yazıların, beyin kemiren cevapsız suallerin, kafa zonklatan ağır çözümsüzlüklerin, altında kaldığımız dağ gibi sorunların ezip geçtiği önceki yüzyılı geride bırakacaktık! Dünün kara tablosunu hatırlamayacak önümüze bakacaktık. Bilakis, aydınlık günlere gebeydi yarın.
Ne var ki acemi katır yükünü kapı önünde indirmiş, pirince giderken evdeki buğdaydan olmuştuk. Çünkü,
“İnsana yaptığından başkası yoktur” ayetinin ricali içinde biçim alan dünya, karşımızda duran bu sonucun yaptıklarımızdan dolayı başımıza geldiği gerçeğini en özlü biçimiyle çarptı yeni yüzyılımıza. Bu çarpmanın oluşturduğu deprem; militanlaşmanın, şiddetin, kabalığın, gaspın, vurgunun ve insanoğluna karşı başlatılan kıyımın öne çıktığı, azınlıkların saldırılara açık hale getirildiği, güçsüz çoğunlukların başlarının ezildiği, tekelleşmiş emperyalist azınlığın milyarları etkileyen ağır ekonomik kriz ve savaşları tetiklediği, insanlık onurunun ayaklar altında çiğnendiği, vicdan ve bedenlerin holokost katliamlardan geçtiği, az öz ekranlara da yansıyan şu denli vahşi bir çağa kapı araladık. Evet, 21. asra önceki yüzyıllara kıyasen çok daha canavarca bir giriş yaptık. Zulmün kara bir bulut gibi sardığı barbar ve uzun bir asra!
Devam edeceğiz…